Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Sesli Dinle
        0:00 / 0:00

        Bu köşenin okurları benim medyadaki “İmamoğlu hayranlarından” biri olmadığımı gayet iyi bilir.

        Bodrum konserleri, kar tatilleri günlerinden beri kendisine eleştirel bir gözle baktığım bir sır değil.

        Ama bu seçilmiş bir yerel yöneticiye karşı, merkezi yönetimin tavrını ve “düşmanlığını” hoş göreceğim anlamına da gelmiyor.

        Sonuç olarak yaşadığım kentin belediye başkanını engelleme ve iş yaptırmama çabalarını kendime yapılmış bir engelleme ve benim yaşam kalitemi düşürmeye yönelik bir çaba olarak görüyorum.

        Ve şunu da hissediyorum ki, “kar bahanesi” ile İmamoğlu’na yönelik baskılar da artacak.

        Sanki İstanbul’u ikiye bölmek, İstanbul’da yerel yönetimin bazı yetkilerini merkezi yönetime bağlamak gibi bir girişim olacakmış gibime geliyor.

        Zannedersin ki, AK Partili belediye başkanları tarafından yöneltildiği zamanlarda ya da öncesinde İstanbul’da hiç afet yaşanmadı.

        Karda yolda kalmayı bırak, yağmurlarda oluşan sellerde İstanbul’un göbeğindeki otoparklarda TIR şoförleri öldü, tekstil işçisi 9 kadın işyerinin önünde minibüs içinde boğularak can verdi. Toplamda 26 kişi kentin içinde selden can verdi.

        Sene milattan önce falan değil, 2009’du.

        Karlarda da az uz eziyet çekmedik farklı dönemlerde. 2000’lerdeki AK Parti dönemleri karlarını yazdım. Biraz daha eskiye, ANAP dönemine de bakalım isterseniz.

        Hiç unutmam, 1987 yılının Mart ayıydı.

        İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Bedrettin Dalan’dı.

        İstanbul’a muazzam bir kar yağdı.

        Şimdinin Lütfi Kırdar Kongre Merkezi o zamanlar Spor ve Sergi Sarayı, basketbol maçları orada oynanıyor, Galatasaray’ın galiba Beşiktaş ile play off maçları var, oyuncular maça gelemiyor.

        Kent tam anlamıyla bloke.

        Ki o sırada ne TEM diye bildiğimiz çevreyolu var, ne kent bu kadar genişlemiş.

        Şehir bloke olunca, Belediye Başkanı Bedrettin Dalan yanına İstanbul’un efsane valilerinden Nevzat Ayaz’ı da alarak basının karşısına çıktı.

        Ve şöyle dedi:

        “Sevgili İstanbullular, yaşadığımız şehirde uzun yıllardır görmediğimiz kadar yüksek miktarda kar yağışı gerçekleşti. Kentimiz kar altında kaldı. Sizler de büyük sıkıntılar çektiniz. Şunu söylemek isterim ki, İstanbul’da 40 bin 250 sokak, 12 bin 340 kilometre yol var. Bizim ise elimizde karla mücadelede kullanabileceğimiz 250 kadar araç ve üç bin kadar personelimiz var. Bu araç gereç ve bu personel ile bu kadar yolu ve sokağı bir gün içinde temizleyip, yolları açmamız mümkün değil. Bu iş için mevcudun en az 10 katı araç gerece ve bir o kadar de personele ihtiyaç var. Ancak 10 yılda bir gerçekleşecek böylesi bir hava için bunca araç gerece yatırım yapmak ve bunca personele maaş ödemek sizin cebinizden bu kadar parayı boşa harcamak demek. O yüzden pek ender olabilecek böyle durumlarda yapacağımız en iyi şey, karın tadını çıkarmak.”

        Ve o sırada bizim Celal Şengör’e misafir olarak gelmiş olan Columbia Üniversitesi’nin ünlü bilim adamlarından Prof. Walter C. Pitman III bu sözleri dinleyip şöyle dedi, “Hayret ilk kez akıllı bir politikacı görüyorum. New York Belediye Başkan adayı olsa oyumu ona verirdim.”

        Ama İstanbullular iki sene sonra yapılan seçimde oylarını Bedrettin Dalan’a vermediler o ayrı.

        NOT: Yukarıda verdiğim yol sayısı ve yol kilometresi Dalan’ın verdiği tam sayılar değil. Ama aklımda kalan sayılar üç aşağı beş yukarı yakın. Keza iş makinası ve işçi sayısı da.

        Balıkçı'nın hesabı pahalı geldi

        Balıkçı'nın hesabı pahalı geldi
        0:00 / 0:00

        Ekrem İmamoğlu’nu lokanta seçiminden dolayı kutluyorum.

        Balıkçı Kahraman bana göre dünyanın en iyi balık lokantalarından biridir.

        Bakın abartmıyorum, özellikle Kalkan balığını daha iyi yapan bir yer bana göre yoktur.

        Bilbao ile San Sebastian arasındaki Getaria kasabasındaki El Kano bile bence Kahraman’dan sonra gelir.

        İngiliz Büyükelçisi’ni götürmek için mükemmel bir mekandır.

        Değil İngiliz Büyükelçisi, ABD Başkanı misafirim olsa onu da Balıkçı Kahraman’a götürürüm.

        (Ben de birkaç haftadan beri, Kahraman’ı Bire Bir programına davet edip duruyordum. Bu olaylardan sonra işimiz zor.)

        Bu yüzden de İmamoğlu’nun seçimi doğru ama tutumu yanlış.

        İddialar ortaya atıldığı zaman susmak ve kendisini savunan partilileri de zor durumda bırakmak yerine, “İngiltere’nin Ankara Büyükelçisi ile randevumuz vardı. Birkaç saatliğine kriz merkezinden ayrılıp konuğumla yemek yedim çünkü adam bu randevu için Ankara’dan gelmişti iptal etmek çok ayıp olacaktı” diyebilirdi.

        Ama İmamoğlu bu net tavrı sergilemektense sanki büyük bir ayıp yapıyormuşçasına, balıkçıda değil de başka bir yerde yakalanmışçasına bir tutum sergileyince başta kendisi herkesi zor durumda bıraktı.

        Belki de, İngiliz Büyükelçisi ile yemek yediğinin ortaya çıkmasını istemedi. Hatta belki bunu kendi partisinden bile gizli tutmak istiyordu, bilemeyiz.

        Sonuçta büyük yara aldı.

        Balıkçı Kahraman Türkiye standartlarında ucuz bir lokanta değildir.

        Ama şimdiye kadar ödenmiş en büyük faturayı galiba İmamoğlu ödedi.

        Lokasyon lokasyon lokasyon

        Lokasyon lokasyon lokasyon
        0:00 / 0:00

        Gayrimenkul işi yapanların çok sevdiği bir üçleme vardır.

        Her şey için "Lokasyon, lokasyon, lokasyon" derler.

        Yani yer seçimi önemlidir.

        Ya değer katar, ya değer düşürür.

        Yeni Atatürk Havalimanı'nda günlerdir yaşanan rezaletle ilgili olarak herkes havaalanı yönetimini suçluyor.

        Oysa yeni ve 2040'lı yıllarda dünyanın en büyüğü olacağı iddia edilen havalimanının yönetiminin bu işte hiçbir suçu yok.

        O havalimanını kim yönetse sonuç bundan çok farklı olmazdı.

        Onlar havalimanını açık tutmak gibi bir mucizeyi becerseler bile zaten Karayolları, havalimanına giden yolları açık tutamadığı için havalimanında sadece o an mevcut bulunanlar uçabilirdi.

        Çünkü sorun havalimanı işletmesinde değil.

        Sorun havalimanının yerinde.

        Bu havalimanın yerinin yanlış olduğunu, hiçbir ölçüm yapılmadan yer seçildiğini, rüzgar başta olmak üzere tüm meteorolojik verilerin yer seçimden sonra yapıldığını, havalimanı yapılmadan hatta ihaleye çıkılmadan önce yazmıştık.

        İstanbul'un en kuzeyine ve Karadeniz'e açık bir havalimanında sonuç bu olacaktı.

        Tabii "Ne var canım yılda birkaç gün kapalı kalsa dünyanın sonu değil" diyebilirsiniz.

        Sizden iyi bilecek halimiz yok.

        NE ZAMAN ADAM OLURUZ?

        NE ZAMAN ADAM OLURUZ?
        0:00 / 0:00

        Halkla ilişkilere harcadığımız zamandan fazlasını işimizi iyi yapmaya harcadığımız zaman.

        Diğer Yazılar