Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Sesli Dinle
        0:00 / 0:00

        Hafta sonunda elektrikte üçlü geçirmeyi anlattım size.

        Üçlü tarife adı altında, siz tasarruf yapıyorum zannederken elektriği en çok kullandığınız zamanda nasıl en pahalı tarifeden fatura ödediğinizi, kış saati uygulamasına geçilmemesi sayesinde ikinci bir kazığın nasıl sokulduğunu.

        Ama canınız çok acımasın, kendinizi çok enayi hissetmeyin diye tamamını anlatmadım o yazımda.

        Biliyorsunuz, uzunca bir süredir Türkiye, bütün dünyanın aksine yaz saati-kış saati uygulaması yapmıyor.

        Analar babalar çocuklarının kör karanlıkta kalkıp, yollara dökülmesinden yıllardır şikayetçi ama dinleyen yok.

        Biz kış saati uygulamasına geçmeyen bir ülkeyiz.

        Herkes bunun niyesini merak ediyordu. Anlattık niye olduğunu.

        Elektrikte biraz daha pahalı tarifeden fatura ödeyin diye olduğunu.

        Ama kazık o kadarla da kalmıyor.

        Siz yaz ve kış saati uygulamasına geçmiyorsunuz ama size “üçlü geçiren” akıllı saatiniz geçiyor.

        Çünkü öyle programlanmış bir kere.

        Bunun doğal sonucu şu.

        Elektrik sayacınız otomatik olarak kış saati uygulamasına geçtiği için siz “az fatura ödemek” maksadıyla çamaşırınızı gece 10’dan sonra yıkasanız bile, ütünüzü gece 10’dan sonra ütüleseniz bile, elektrikli radyatörü gece 10’dan sonra çalıştırsanız bile sayacınıza göre saat henüz 9 olduğu için size ekstradan 1 saat daha en pahalı tarifeden geçiriyor.

        REKLAM

        Tabii elektrik faturanızı okumak ve anlamak için de özel bir kursa hatta üniversitede bu konuyla ilgili bir eğitime ihtiyacınız olması da bir ayrı durum.

        Mesela hiçbirimiz, elektriğimize gerçekte kaç lira zam yapıldığını, üçlü tarifede hangi dilime ne kadar zam yapıldığını kolay kolay öğrenemiyoruz.

        Bayağı bir hesap kitap gerektiriyor.

        Üçlü tarifede tarifenin bazı zaman dilimlerine yüzde 200, bazı zaman dilimlerine yüzde 180, bazı zaman dilimlerine ise yüzde 130 civarı gelmiş.

        Niye, neye göre belli değil.

        Benim haftalar önce yazdığım “Devlet elektriği dağıtıcılara ucuza veriyor, bize gelirken fiyat katlanıyor”u sonunda devlet de itiraf etti. EPDK açıklamasında “Görevli tedarik şirketleri tüketicilere yaptığı elektrik satışının sadece yüzde 20’sini EÜAŞ’tan 31,86 kuruşa alıyor. Kalan 100 milyar kWh’lik kısım ise spot piyasadan yaklaşık 150 kuruştan alınıyor. Dolayısıyla ağırlık ortalama enerji alım fiyatı 125 kuruş/kWh civarındadır” dedi. Yani kamu şirketi EÜAŞ, elektriği 31,86 kuruşa veriyor, özel sektör ürettiği elektriği 150 kuruşa satıyor. Ortalaması 125 kuruşa geliyor.

        Pahalı elektrikte bir başka sebep de kaçak kullanım.

        Dicle’de yüzde 46,3, Vangölü’nde yüzde 44,5, Aras’ta yüzde 20,5, Toroslar’da yüzde 11,5 diğer bölgelerde ise ortalama yüzde 7 civarında olan kaçak kullanımı da sizin benim gibi faturasını düzenli ödeyenlere ödetiyorlar onu da unutmayın.

        Sözde özelleştirme sayesinde bu kayıp kaçak azalacak ve bunun faturasını düzenli ödeyen namuslu, edepli, terbiyeli, medeni vatandaş ödemeyecekti.

        Ama ne yazık ki öyle olmadı.

        Hala biz ödüyoruz.

        Tabii şunu da unutmayın.

        Size sürekli olarak söylenen “Dünyada da enerji fiyatları artıyor” palavrasına da sakın inanmayın.

        REKLAM

        Evet artıyor.

        Bu yüzden de tüm ülkeler elektrik ve diğer enerji fiyatlarını arttırıyor ama bizdeki gibi bir artış hiçbir yerde yok.

        Çünkü onların parası bizimki gibi hızla değer kaybetmiyor.

        O ülkelerde bilim dışı ekonomik teoremler halkın üzerinde denenmiyor.

        Hiçbir medeni ülkede hırsızın faturası namuslu vatandaşa sokuşturulmuyor.

        Bir araya gelmemek daha mı iyi

        Bir araya gelmemek daha mı iyi
        0:00 / 0:00

        Bir ittifak çatısı altında birleşme ihtimali olan 6 farklı partinin lideri bir yuvarlak masada bir araya geldi.

        Yorumlar müthiş.

        “Dağ fare doğurdu, bir sonuç çıkmadı, bunların anlaşması mümkün değil, ortak bir mutabakat yok. Sonuçsuz” gibi yorumlar.

        Ben ise hiç o kanaatte değilim.

        Bu toplantılardan bir sonuç çıkar çıkmaz, bu toplantılar yeni bir ittifakı doğurur doğurmaz, anlaşırlar veya anlaşamazlar…

        Benim için önemli değil.

        Ben meseleye başka bir açıdan bakıyorum.

        Yıllardır her türlü nedenle ortadan ikiye, sonra dörde, sonra sekize, sonra 16’ya, sonra 32’ye bölünmüş olan bir toplumun 6 siyasi partisi bir masanın etrafına, kendi özgün fikirlerinden taviz de vermeden oturup, ülke meselelerini konuşabiliyorsa, sorun olarak gördükleri konularda ortaklaşa ne yapabiliriz diye istişarede bulunabiliyorsa, egolarını ayakları altına alıp birbirlerine söz hakkı verebiliyorsa, daha ilk toplantıda kavga gürültü çıkarıp, masayı devirmiyorlarsa bu, toplantının sonucundan daha önemlidir.

        6 benzemez dediklerinin bir araya gelebilmesi, 6 benzerin bir araya gelmesinden daha önemlidir.

        4 eğilimi bir çatı altında birleştirmeyi, yıllarca marifet olarak anlatan bir siyasetin, 6 benzemezi bir masa çevresinde toplamanın önemini anlamaması düşünülemez.

        Belki de rahatsızlığın nedeni de bunun önemli olması, önemli olduğunun anlaşılmış olmasıdır.

        Bunun verdiği mesajdır.

        Buradan bir şey çıkar veya çıkmaz.

        Beni hiç ilgilendirmez.

        Önemli olan bir araya gelebilmek, birlikte konuşabilmek, beraber çözüm arayabilmektir. Masada olmayan HDP’yi masada imiş gibi gösterme çabasında olanların HDP’nin o masada olmamaya gösterdiği sert tepkiyi görmezden gelme çabası da ayrıca ilginç.

        Spor yazmak veya yazmamak

        Spor yazmak veya yazmamak
        0:00 / 0:00

        Bazı ahmaklar tutturmuşlar bir “Galatasaray yazmıyorsun” diye.

        Yaz başında söylemiştim oysa “Spor programı yapmayacağım. Spor yazarlığının seviyesinden rahatsızım, o seviyede olmak istemiyorum” diye.

        Pek çok gerçek spor yazarı da bu işin geldiği noktadan rahatsız.

        Bir sürü rezillik televizyonlarda spor programı diye sunuluyor, futbol dışı bir şey yok, bir grup kültürsüz, bilgisiz, spordan bihaber bir sürü adam futbol konuşup, abuk sabuk hareketler yapıyor. Bunun adı da spor yazarlığı oluyor diye uzak durmak istediğimi söyledim baştan.

        Yaşı müsait olanlar hatırlayacaktır, Galatasaray yönetiminde olduğum dönemlerde de spor yazmamıştım.

        Haksızlık olmasın diye.

        Spor yazıp konuştuğum zaman ağızlarına geleni söyleyenler, şimdi de “Arkadaşın Burak Galatasaray Başkanı oldu diye yazmıyorsun di mi?” diyorlar.

        Burak Elmas arkadaşım değil kardeşim.

        Arkadaşım olan kayınpederi.

        Ama Burak Elmas’ın da sık sık söylediği gibi ne ben ne de kayınpederi Burak Elmas’ın akıl hocası da değiliz, danışmanı da.

        Ne adaylığını bize danışarak açıkladı ne de Başkanlığı sırasında bize bir şey sordu. Hatta ben şahsen aday olmamasını önerdim.

        Başkan Burak Elmas’la da sadece Galatasaray Spor Kulübü Yüksek İstişare toplantılarında bir araya geldiğimizde fikrimizi diğer katılımcılar gibi söylüyoruz o kadar.

        Arkadaşın diye yazmıyorsun diyorlar.

        Yahu Galatasaray’a Başkan olup da benim arkadaşım olmayan kimse mi var.

        Kulüp ulan orası, arkadaşların buluşma yeri.

        Ama prensip olarak yazmayacağımı, program yapmayacağımı Burak Elmas Başkan olmadan önce açıkladım zaten.

        Bu durum hakkında ne düşündüğüme gelince.

        Onu da yarın anlatırım.

        Madem bu kadar istiyorsunuz.

        Bir gün daha bekleyin.

        NE ZAMAN ADAM OLURUZ?

        NE ZAMAN ADAM OLURUZ?
        0:00 / 0:00

        Saygı duymamız gereken tavırlara sövmediğimiz zaman.

        Diğer Yazılar