Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Sesli Dinle
        0:00 / 0:00

        Siyaseti kendilerine gösterilen üzerinden yorumlayıp, sonra da “bilgiçlik” taslayıp ona buna atarlananları gördükçe canım sıkılıyor.

        Mesela Ukrayna Devlet Başkanı’na komedyen geçmişinden, bir halk kahramanına dönüşünü büyük bir sempati ile alkışlayıp, bu konuya farklı pencereden bakanlara saydıranları gördükçe.

        Şimdilerde Batı medyasının “en kahraman” figürü Zelenskiy.

        Olaya tek boyutlu bakınca durum bu gerçekten.

        Vatanını bırakıp çakmamayı, Cumhurbaşkanı olduğun ülkede kalmayı ve işgalcilere karşı savaşmayı seçtiği için kahraman sayılıyor.

        Peki işin normali bu değil mi zaten?

        Kahramanlık bunun neresinde?

        Ukraynalı kadınlar bile cepheye koşarken, Devlet Başkanı mı kaçacak!

        Ama ben size başka bir pencere açmak istiyorum.

        Hatırlıyor musunuz yakın zamana kadar Batı, özellikle de ABD medyasının “kahramanlık figürü” kimlerdi!

        Hatırlamayanlar için hatırlatayım.

        YPG’liler, IŞİD’e karşı büyük mücadelenin kahraman YPG komutanları olarak tanıttıkları PKK’lılar ve PKK’lı kadınlar.

        Zelenskiy’den önceki kahramanlar onlardı.

        Şimdi bir düşünün.

        ABD, hemen yanı başımızda Suriye’de bir PKK devleti kuruyor.

        Sonra göçlerle sağladıkları etnik değişimin sayesinde Türkiye’nin güneydoğusundaki bazı illeri Suriye’nin kuzeyindeki bu oluşuma dahil etmeye çalışıyor.

        Türkiye buna tepki gösterince ABD ve Batı medyası tarafından Türkiye saldırgan, PKK ise mazlum gösteriliyor, PKK’lıların kahramanlıkları üzerine haberler yapılıyor.

        Bunu niye anlatıyorum.

        Her şey bazılarının bir anlık bakışı ile gördüğü kadar basit değil.

        Bazen farklı pencerelerden bakabilmek, düşünebilmek gerek.

        Savaş elbette kötü, elbette berbat bir şey.

        Ama o savaşın tek suçlusu Rusya değil.

        En azından şu soruyu da kendilerine sorsun o hiçbir şey bilmeden çok şey bilen sosyal medya kahramanları.

        Rusya Meksika’yı Varşova Paktı’na alacağını söyleyip, Meksika’ya silah yığsa, ABD ne yapardı!

        Şengör'den Ukrayna mektubu

        Şengör'den Ukrayna mektubu
        0:00 / 0:00

        Okurlar ve izleyiciler, özellikle de genç okur ve genç izleyiciler aylardan beri sorup duruyor, “Celal Şengör nerede?” diye.

        Sevgili Celal’in gençler arasında çok ciddi bir kitlesi oluştuğunu, çok sevildiğini, bilgisine, öğrenme açlığına ve bilgiye dayalı yaşam sevincine gençlerin çok ilgi gösterdiğini anlıyorum.

        Merak edenler için söyleyeyim. Celal Şengör evinde.

        Çünkü “yasaklı”.

        Eşi, Sevgili Oya, Celal Hocamızın evden çıkmasına izin vermiyor.

        Corona pandemisi başlayıp, özellikle 65 yaş üzerindekiler ve bazı metabolizmal hastalıkları taşıyanlarda hayati risk oluşturduğunun ortaya çıkmasının ardından, Oya, Celal Şengör’ü eve kapattı ve ne dışarı çıkarıyor ne de eve kimseyi sokuyor.

        Ben bile Celal Şengör’ün evine sokulmuyorum, ancak bahçede görüşmemize izin var. O da uzaktan.

        Celal Hocamız bu yüzden ekranda değil.

        O da bu durumdan çok sıkıldı ama emir büyük yerden.

        Madem Celal Şengör’ü bu kadar özlediniz.

        Bugün size onun Karadeniz’in kuzeyindeki savaş ve nedenleri ile ilgili olarak yazdığı makaleyi aktarayım.

        Biraz özleminiz dinsin:

        “RUSYA-UKRAYNA SAVAŞINDA STEPHEN NORTON KİM?

        Patlak vermiş olan Rusya-Ukrayna Savaşı hiç kuşkusuz zamanımızın en korkunç, en üzücü olaylarından biridir ve hele uygar Avrupa’ya hiç yakışmayan bir gelişmedir. Fizikî kavga, akılcı iletişimin bittiği, yani bizi insan yapan özelliğin yitirildiği noktada başlayan şeydir. Peki Rusya ve Ukrayna’yı bu müessif çatışmaya iten nedir? Kimine göre, Rusya başkanı Bay Vladimir Putin’in Rus İmparatorluğunu canlandırma hevesi, kimine göre de Ukrayna’nın yöneticilerinin kendilerine bir Rus karşıtı şemsiye aramalarıdır. Kısacası, ortada bir cinayet vardır ve bir cinayetin iki tarafı olur: Katil ve katledilen. Peki durum bu kadar basit midir? Sevgili okuyucularımıza bunun cevabını Dame Agatha Christie’nin ölümünden hemen önce yayımlanan son romanı Curtain: Poirot’s Last Case’de (Perde: Poirot’nun Son İşi) aramalarını öneririm.

        Dame Agatha, bu son romanında bir otelde işlenen beş cinayeti ele alıyor. Cinayetler birbirinden ilişkisiz gibi görünmekle beraber Poirot hepsinin ortak bir yönünü keşfetmekte gecikmiyor. Cinayetleri işleyen ve ölen belli olduğu halde kimsenin farketmediği başka bir faktör daha vardır: Stephen Norton isimli, kır saçlı, sakin görünümlü, dürbünüyle kuşları izleyen bir müşteri, psikolojik ikna yöntemleriyle, aslında bu cinayetleri işleten kişidir. Bu iyi niyetli, efendi adamın böyle bir şey yapabileceği kimsenin aklından bile geçmemiştir. Poirot bu adamı yasal yollarla durdurmanın, yeni cinayetlerin önüne geçmenin, imkânsız olduğunu görür ve kendisi de ölümcül bir hastalığın pençesinde olduğundan, adamı bizzat öldürmeye karar verir. Bunu yaptıktan sonra yakın dostu Yüzbaşı Hastings’e durumu anlatan bir mektup bırakır ve olayın hemen arkasından vefat eder.

        Romanın Rusya-Ukrayna çatışmasına benzerliği, öldürmeye yeltenen ve ölmek üzere olan belli olduğu halde, tarafları karşılıklı silâhlı mücadeleye iteleyen kimdir, sorusunun cevabıdır. Sovyetler Birliği çöktükten sonra ABD, NATO’yu kullanarak tamamen Rusofob, yani Rus düşmanı, bir politika izleyip Rusya’yı batıdan NATO ile, doğudan da Taliban ve benzeri Müslüman hareketleriyle kuşatma altına almaya çalışmaktadır. Eski demirperde ülkelerini derhal NATO üyesi yapmakla kalmayıp, SSCB’den ayrılan Baltık ülkelerini de hemen NATO şemsiyesi altına almıştır. SSCB 1962 senesinde Küba’ya füze sistemleri yerleştirmeye kaltığı zaman başkan John F. Kennedy, Rusya’yı nükleer savaşla tehdit etmiş, büyük İngiliz matematikçi ve filozof Lord Bertrand Russel’dan yaptığının insanlık düşmanlığı olduğunu, tüm dünyayı tehdit ettiğini söyleyen sert bir telgraf almıştı. Halbuki o dönemde İstanbul yakınlarında Alemdağ’da Amerikan roketleri yerleştirilmişti bile. Yani SSCB’nin yaptığı ABD’nin yaptığına bir karşılık vermekten ibaretti. Lord Russell o zamanki SSCB politbüro başkanı Kruşçov’a da bir telgraf yollayarak Amerikan kışkırtmalarına cevap verilmemesinin insanlığın geleceği açısından önemini vurgulamıştı. Lord Russell bir telgrafı da zamanın Birleşmiş Milletler genel sekreteri U Thant’a yollayarak ABD’nin kınanmasını tavsiye etmişti. Sorun, Rusların son derece akılcı bir davranış sonucu geri adım atmalarıyla o zaman çözülmüştü.

        Ancak 1990'ların başında, Sovyetler Birliğinin çözülme sürecinde ve hem öncesinde hem de sonrasında, ABD’nin muhtelif nedenlerle dünyanın çeşitli noktalarında başlattığı uluslararası tecavüz hareketleri durmadı: Viet-Nam’da gene Kennedy’nin emriyle artan Amerikan bombardımanı sonucu 30.000 ile 182.000 sivil öldürülmüştür. ABD, Afganistan’da tüm dünyanın başına belâ olan Taliban’ı yarattı ve bu ülkeyi ancak İlk Çağ’da görülen bir cehâlet ve sefâletin içine itti. Sonra, artık herkesin yalan olduğunu öğrendiği sözde istihbarat ile Irak’ı işgal etti, pek çok günahsız insanın ölmesi, yersiz yurtsuz kalması yanında insanlığın en eski kültür öğelerinin korunduğu müzelerin tahrib olmasına, yağmalanmasına yol açtı. Suriye’de PKK uzantısı örgütlerle iş birliği yaparak bizim güney sınırımızı duyarsızlaştırdı. Arkasından NATO’nun Rus sınırlarına kadar genişlemesini sağladı ve Ukrayna’da Rus yanlısı iktidarın devrilmesi için hem maddî hem de politik eğitim yardımı sundu. NATO üyesi olduğumuz halde, Kıbrıs’ta öldürülen Türkleri dörtlü garanti antlaşması (Treaty of Guarantee veya Treaty of Nicosia, 1960) çerçevesinde korumaya kalktığımız zaman bize ambargo uyguladı. Şimdi de, bir NATO üyesi olduğumuz halde bize vermediği silâhların yerine konulabilecek Rus yapımı S-400 füzelerini aldığımız için, parasını ödediğimiz savaş uçaklarını bize vermiyor, daha da yaptırım uygulamaktan bahsediyor ve bir yandan da durmadan stratejik dostluğumuzdan dem vuruyor. İnsanın sorası geliyor: Yahu, hani düşmanımız olaydın ne yapacaktın? (Aslında ne yapmak istediğini FETÖ olaylarıyla gösterdi. Ordumuzu hallaç pamuğu gibi atan o organizasyonun göstermelik başı hâlâ ABD korumasındadır, unutmayalım!)

        Evet artık müessif bir Ukrayna-Rusya savaşı patlak vermiştir ve günahsız insanlar ölmekte, aynen Irak’ta olduğu gibi belki kültürel miraslar yok olmaktadır. Savaşın Rusya ve Ukrayna olarak iki tarafı vardır. Ama aradaki Stephen Norton’u görmezden gelmek sorunun asla çözülememesine neden olur. Amerikan Başkanı Bay Biden, daha dün, Ukrayna'yı açık kollarla NATO’ya kabul edeceklerini söylemiştir. Bu şu demektir: Savaşa devam et! Bunu uygar bir insanın söyleyebileceğini düşünmek bile insanın tüylerini diken diken ediyor. Keşke Bay Jens Stoltenberg ateşe körükle gitmek yerine durumu sakinleştirecek, ya Rusya’yı da NATO’ya kabul edecek, ya da Rusya sınırlarında tek bir NATO ülkesi olmayacağına garanti verebilecek bir söylem geliştirse. NATO’nun başı kendisidir, Bay Biden değil, bunu unutmasın.”

        Bir doğru kaç yanlış

        Bir doğru kaç yanlış
        0:00 / 0:00

        Türkiye’yi zor günlerde yöneten siyasetçilere türlü hakaret ettiniz şimdi aynı sıkıntıları siz yaşıyorsunuz diye yazınca haliyle türlü hakarete maruz kaldım.

        Kurucu liderlere hakaret edenler, bana mı etmeyeceklerdi.

        Nispeten terbiyeli olanları da “Ne yapacaklardı. Rusya’ya savaş mı açacaktık” demişler.

        Yahu lafı başka tarafından anlamak tam olarak da bu.

        Ben “Yaptığınız yanlış” demedim.

        Tam aksine doğru yapıyorlar.

        Tarafsız olmaya, denge politikası gütmeye çalışıyorlar.

        Rusya ile kavga etmemeye, Ukrayna’yı da kaybetmemeye uğraşıyorlar.

        AB’nin Rusya’ya yaptırımları konusunda “çekimser” oy kullanıyorlar.

        Yapılan doğru.

        Doğru da, geçmişte çok daha çetrefilli konularda aynı tarafsızlığı ve ülke çıkarlarını korumaya gayret edenlere hakaret ettiniz diyorum sadece.

        “Şimdi anladınız mı sabah akşam türlü hakareti sıraladığınız İnönü’nün 2. Dünya Savaşı politikasının doğruluğunu?” diye soruyorum sadece.

        Büyük bir savaş bile sayılmayacak bir çatışmanın ekonomiye olumsuz etkisinin arkasına sığınmaya çalışırken, bir dünya savaşının ekonomiye etkisini “Siz milleti karneye bağladınız” diye eleştirdiğiniz için pişman mısınız diye merak ediyorum sadece.

        ABD başkanlarının hakaret dolu cümlelerini sindirirken, ABD’ye kafa tutmuş Ecevit’e bir fotoğraf üzerinden ettiğiniz hakaretleri hala içinize sindirip, sindirmediğinizle ilgileniyorum sadece.

        Lafta kalmış yaptırımlardan şikayet edip, her türlü olumsuzluğu buna bağlarken, gerçek ABD ambargolarını yaşarken ülkeyi yönetenlere saydırdıklarınızdan dolayı vicdani bir rahatsızlık duyup duymadığınız beni düşündürüyor sadece.

        Yoksa yaptığınız yanlış diyen yok.

        Bu durumda böyle davranmak doğru.

        20 yılın sonuna gelirken bu kez doğru davranıyorsunuz.

        Hiç itirazım yok.

        İtirazım dünkü söyleminize.

        Ve yarın yine aynı söylemi kullanacak olmanıza.

        NE ZAMAN ADAM OLURUZ?

        NE ZAMAN ADAM OLURUZ?
        0:00 / 0:00

        Bir kentin medeniyet seviyesinin sokak tabelalarıyla bağlantılı olduğunu anladığımız zaman.

        Diğer Yazılar