Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Sesli Dinle
        0:00 / 0:00

        60 yaşına yaklaştım.

        Türkiye’nin en ağır ekonomik krizli dönemlerini gördüm, yaşadım.

        Gazetelerin, “Zam yağmuru” başlıklarıyla çıktığı, zamların radyolardan televizyonlardan halka duyurulduğu günleri hatırlarım.

        Çalıştığım gazetelerde böyle başlıklar attığım dönemler oldu.

        Yemin ediyorum böyle bir şey görmedim.

        Artık ipin ucu kaçtı.

        Dün esnafı ile yıllardır dost olduğum pazardan alışveriş yapmak üzere evden çıktım.

        Baktım otomobilin benzin lambası yanmış.

        İlk benzinciye girdim.

        Benzinin litresi 18 lira 68 kuruş olmuş.

        Pazarlık yapacak halimiz yok.

        Aldık.

        Yakıtı koyan delikanlı, “Abi mazot 1 lira 10 kuruş daha pahalı. Benzin yine iyi” dedi gülerek.

        En acısı şu. 25 lira deseler ona da itiraz etmeyeceğim. Çünkü fiyatın ne olduğunu bilmiyorum dahi. Her gün gelen zamları takip etmek imkansız hale gelmiş.

        İstasyon çıkışı otomobil sürüşüm değişti.

        Gaza daha dikkatli basar olduğumu fark ettim.

        Gözüm otomobilin harcama göstergesine takıldı. Mümkün olduğunca az yakma gayreti içine girdim deli gibi bir takıntı ile.

        Pazarda durum felaket.

        Kapya biber 35 TL.

        Sivri biber 40.

        Dolmalık 35.

        Domates en pahalısı 40 en ucuzu 25.

        Bir ara elimi uzatıp çektiğim taze fasulye 80.

        Hadi onun mevsimi değil.

        Kabak da 35.

        Pazı demeti 8 TL. Bir yemek için en az 4 demet lazım. 32 TL.

        Kereviz 15.

        Çengelköy hıyarı 50.

        Maydanozun demeti 6 TL. O da eski demetlerin yarısı kadar. Demek ki eski demetler 12 TL.

        Dere otu 7.

        Patlıcan 50.

        Armut 30.

        Elma 25.

        Yanlış anlamayın.

        Semt pazarı.

        Sonra kasaba uğradım.

        Fiyatlar yüksek haliyle ama kasap dertli.

        “Fatih Bey, pahalı mahalı demeyin dipfrizi doldurun. Kredi alın. Ete yatırın diyeceğim ayıp olacak ama durum felaket. Yakında bunu da bulamayacağız. Et yok et. Celep fiyat veremiyor bize. Yarın kaç para olacak belli değil. Olacak mı olmayacak mı o da belli değil. Lokanta müşterilerimiz var. Adamlar mönüye fiyat yazamıyorlar. Maliyet çıkaramıyorlar. Çıraklık dahil 40 küsur yıllık kasabım, darbe gördüm, post modern darbe gördüm, muhtıra gördüm böyle bir şey görmedim” diyor.

        Yağdaki durumu zaten biliyorsunuz.

        Zeytinlikler yok edilince zaten yağ mağ da bulamayacağız.

        Ve iktidarımız tüm bunlarla mücadele ediyor.

        Nasıl mı!

        Sosyal medyada zamlardan şikayet edenleri gözaltına alarak.

        Yıllardır tüm uyarılara rağmen tarımı bitir.

        Ülkeyi her alanda ithalata bağımlı hale getir.

        Üreticiye destek olacağına, tarımı sübvanse edilmiş ülkelerden ithalatla üreticiye eziyet çektir.

        Kağıt üzerinde faizi düşüreceğim diye dövizi fırlat.

        Dövizle fiyatı artan kamyonla, pahalı akaryakıt yakan taşımacıyı bir de geçişi dövize endeksli otoyollardan, köprülerden geçirerek malı pazara getirt.

        Başından beri üretim yatırımına gitmesi gereken parayı betona, inşaata yatırt.

        Dış borcu tüm Cumhuriyet tarihinin toplam dış borcunun 3 katına çıkar.

        Tüm bunlar olurken, uyaranları, aman dikkat diyenleri suçla.

        Sonra çözümü zamlardan şikayet edenleri içeri atmakta ara.

        Buna rağmen hala birinci partisiniz ya.

        Bunun için de muhalefete teşekkür edin.

        Nefretin psikolojisi

        Nefretin psikolojisi
        0:00 / 0:00

        Okuyunca gözlerime inanamamıştım ama bu kadar yoğun tepki de beklemiyordum doğrusu.

        Çünkü ne yalan söyleyeyim, bu kadar okunup, bu kadar ciddiye alınacağını tahmin etmiyordum.

        Ahmet Hakan Coşkun, son günlerde çok konuşulan Pera Palace dizisini izlemiş ve sonrasında dizinin başrolünde oynayan genç oyuncudan, Hazal Kaya’dan neden nefret ettiğini yazmış.

        Yahu bir insanın izlediği bir oyuncudan ya da o oyuncunun rol yapma tarzından nefret etmesi için gerçekten çok ciddi ruhsal sorunları olması lazım.

        Bir oyuncu ile kişisel bir ilişkin yok ise, o oyuncu birilerine çok acayip bir kötülük yapmadı ise o oyuncudan sadece oyunculuğu nedeniyle nefret edilebilir mi!

        Bu nasıl hastalıklı bir ruh halidir.

        Hadi hastasın, için kötü, ruhun sağlıksız, yahu bu durum bir de marifetmiş gibi yazılır mı!

        Nefret ettiği kişi de kimseye zararı dokunmamış, kendi halinde, şirin mi şirin bir genç kadın.

        Beğenmiyorsan izlemezsin.

        Geçer gider.

        Nefret etmek ne demek!

        Dahası bunu yazmak ne demek?

        Ama bu tarz düşünce tam da bu dönemin ürünü aslında.

        Bir nefret söylemi her yerde.

        Haliyle bu dönemin ürünü gazeteci de aynı söylemde.

        Oysa bu dönem bende tam tersi bir etki yaptı.

        Kimseden nefret etmiyorum artık.

        Yazısını beğenmediğim yazarı okumuyorum.

        Televizyonda beğenmediğim yorumcuyu, gazeteciyi dinlemiyorum, izlemiyorum.

        Canımı sıkan siyasetçi ekrana çıkınca kanal değiştiriyorum.

        Hoşuma gitmeyen diziyi 20 dakikadan fazla izlemiyorum.

        Filmden sinemadan çıkıyorum.

        Onu yokluğa mahkum ediyorum.

        Ama nefret etmiyorum.

        Senden ve senin gibilerden bile nefret etmiyorum Ahmet Hakan.

        Hatta acıyorum.

        Arayı kapatma çabanıza. Gençliğinizde yaşayamadıklarınızı yaşamak için koşturmacanıza bakıp üzülüyorum.

        Çünkü siz de biliyorsunuz ki, o ara asla kapanmayacak.

        Nefret duygunuzun güçlü olması da bu yüzden zaten.

        Bu mücadele yöntemi sanki tanıdık

        Bu mücadele yöntemi sanki tanıdık
        0:00 / 0:00

        Rusya’nın Ukrayna’ya insanlık dışı saldırısı Avrupa’nın üzerindeki ince hukuk ve insan hakları kaplamasını yok etti.

        Alttan yüzyılların çürümüş ırkçılığı, hukuksuzluğu, Roma’yı yok edene benzer Vandal yağmacılığı anında göründü.

        Mesela şimdi düne kadar bağırlarına bastıkları oligarkların mallarını yağmalıyorlar.

        Hepsi Avrupa tersanelerinde yapılmış, her biri birkaç yüz milyon dolar değerinde yatlarına el koymaya başladılar.

        Ama ortada bir hukuk falan yok.

        Kafalarına göre.

        Mesela dünyanın en büyük hacimli yatı olan 500 milyon Euro’luk Dilbar’a Almanya’da el koymuşlar.

        Ama sahibi Usmanov ABD’nin yaptırımlar dışı uttuğu tek oligark.

        Yata hangi kanuna dayanarak, hangi suçtan el koyuldu belli değil.

        Dünyada satılan yeni yatların yüzde 20’sini Ruslar alıyordu.

        Mega yat siparişlerinde ise oran daha yüksekti.

        Neredeyse üçte birini Araplar, üçte birini Ruslar gibi bir durum vardı ve tamamı ya Alman ya Hollanda tersanelerinde yapılıyordu.

        Şimdi kendilerinin yapıp aynı adamlara sattığı yatlara el koyuyorlar.

        Üstelik kafalarına göre.

        Örnek mi!

        Formula 1’de Haas takımı sponsoru Uralkali ile yollarını ayırıyor ve takımın sürücülerinden Mazepin’i takımdan yolluyor.

        Sürücü Nikita Mazepin aynı zamanda Uralkali’nin ortaklarından oligark Dimitri Mazepin’in de oğlu.

        Buna karşılık Uralkali’nin bir diğer kurucusu oligark Dimitri Ribolovlev hala AS Monaco’nun sahibi.

        Ama bir başka ve muhtemelen en ünlü oligark Abromoviç İngiltere’den kovuluyor ve sahibi olduğu Chelsea takımını satmaya zorlanıyor.

        Anlayacağınız, Avrupa’nın Rusya ile mücadelesi biraz bizim iktidarın yaptığı bir başka mücadeleyi andırıyor.

        Bakalım onlar başarıya ulaşabilecek mi!

        Ödül mü ceza mı!

        Ödül mü ceza mı!
        0:00 / 0:00

        ABD, Rusya’yı köşeye sıkıştırmak için CNN başta olmak üzere Amerikan haber kanallarını ve Pornhub adlı porno sitesini Rusya’dan geri çekmesinde ve facebook, instagram, twitter gibi uygulamaların Rusya’da kullanımını engellemesinden sonra şimdi de Cocacola ve Mac Donalds’ın da Rusya’dan çıkarmaya hazırlanıyormuş.

        Bunun üzerine en iyi yorumu ise yine bir Amerikalı yaptı.

        Şöyle diyor:

        “CNN’den ve Pornhub’dan sonra Cocacola ve Mac Donalds’ı da Rusya’dan çekerse Rusya pek yakında dünyanın en sağlıklı, en iyi beslenen, ruh sağlığı en yerinde ve en doğru haber kaynaklarına sahip toplumu haline gelecek”

        Bu kadar da değil

        Bu kadar da değil
        0:00 / 0:00

        Ne sorumlusuyum, ne yöneticisi.

        Ama bir mensubu olarak bu kadarı da kanıma dokunuyor doğrusu.

        Habertürk sık sık olduğu gibi yine hedef.

        Hadi bazılarını anlıyoruz da, Hasan Köni gibi anlı şanlı bir profesörün ağzından çıkan kötü cümle bile Habertürk’e mal edilmeye kalkışılınca insanın tepesi atıyor.

        Anlaşılan o ki, herkes Habertürk izliyor ve bu yüzden de bu kadar haklı veya haksız saldırıya maruz kalıyoruz.

        Tabii bizim de kabahatimiz yok değil.

        Çetiner Çetin mesela.

        Daha savaş çıkmadan gidip 10 gün oradan yayın yapmış. Savaş çıkınca yeniden gitmiş.

        Çalışıyor. Uğraşıyor.

        Tanıdığım kadarı ile herkese yardım etmeye çalışan, çalışkan, işten kaçmayan bir arkadaşımız.

        Ukrayna’da berbat bir İngilizce ile bir röportaj yapmaya kalkışmış. Olmamış.

        “Benim İngilizce kötü, Ukraynalı’nın İngilizce de galiba pek parlak değil. Haliyle anlaşamıyoruz” dese herkes gülüp geçecek ama öyle demek yerine Ukraynalı’nın İngilizcesi kötü deyince haliyle dillere düşüyor.

        İyi de bu kadar mı!

        Türkiye’nin en önemli meselesi Çetiner’in İngilizcesi mi de günlerce bu konuşuluyor.

        Şahan Gökbakar’ın konu üzerine yaptığı espriye de kızmadan yanıt veriyor Çetiner Çetin.

        Nefret kusmuyor, öfke saçmıyor.

        Şahan hala üzerine gidiyor. İçinden bir Recep İvedik çıkıyor Şahan’ın.

        Sosyal medya tarafından yere düşürülmüş adamın üzerinde tepiniyor.

        Bu kadarı da artık ayıp oluyor.

        Bölünmüşlük her noktada

        Bölünmüşlük her noktada
        0:00 / 0:00

        Youtube üzerinden yayıncılık yaparak, mesleklerini sürdürmek isteyen bir televizyoncu ve bir radyocu kendi imkanları ile Ukrayna’ya gitmişler.

        Nevşin Mengü ile Adem Metan.

        Bölünmüşlük burada da kendini gösteriyor.

        Nevşin Mengü’nün oraya kendi imkanları ile gitmesini alkışlayan bir grup, Adem Metan’ın kendi imkanları ile oradan yayıncılık yapmasına “Senin ne işin var orada, tık almak için mi gittin” diyor.

        Bir diğer grup ise Nevşin Mengü’ye “Orada neyin reklamını yapacaksın” diye saldırıyor.

        Yahu manyak mısınız!

        İkisi de orada işlerini yapmaya çalışıyor.

        Ne farkları var!

        İkisine de saygı duyun.

        NE ZAMAN ADAM OLURUZ?

        NE ZAMAN ADAM OLURUZ?
        0:00 / 0:00

        Bu kadar bölünen bir toplumun dikiş tutmayacağını bölerek yöneteceğini zannedenler anladığı zaman.

        Diğer Yazılar