Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Sesli Dinle
        0:00 / 0:00

        Birileri ister kabul etsin, ister etmesin "fakirleşiyoruz”.

        Hızla 80’lere hatta 80 öncesine dönüyoruz.

        Bunu ilk olarak bir yıl kadar önce yazdım galiba.

        Şişli’de, Şişli Camii’nden, Taksim’e kadar yürümüştüm ve gözlemim şuydu.

        10 yıl önce şıkır şıkır mağazalarla dolu olan caddenin pırıltısı sönüyordu.

        Yerli veya yabancı marka dükkanlar azalmış, vitrinler çirkinleşmiş, vitrinlerdeki ürün kalitesi düşmüş, şık ithal mal satan butikler kapanmıştı.

        Cadde can çekişiyordu.

        Sadece bol miktarda büfeler, harcı alem yeme içme mekanları, yabancı çabuk yemek zincirleri çoğalmıştı.

        Aynı durum İstiklal caddesi için de, Bağdat Caddesi için de geçerli idi.

        Dün cep telefonuma gelen bir mesaj bana 1 yıl kadar önce yaptığım bu gözlemi hatırlattı.

        Yıllardır Türkiye’de faaliyet gösteren ve orta sınıfa hitap eden bir hazır giyim markası “Türkiye’deki operasyonlarımıza son veriyoruz. Büyük ucuzluk yapıyoruz” haberi veriyordu.

        Aslında çok da pahalı olmayan, orta gelir düzeyini hedef alan lüks olmaktan uzak, kaliteli bir markaydı.

        İki nedenle Türkiye’yi terk ediyordu.

        Birincisi fiyat belirleyemiyordu.

        Sattığı her ürünü, bir sonraki sezon yerine koymak için yeni sermayeye gerek duyuyordu.

        İkincisi akıl dışı biçimde değer kaybeden TL yüzünden zaten artık fiyatları orta sınıfın erişebileceği bir noktanın üzerine çıkmıştı.

        Ama bunun böyle olacağı öylesine aşikardı ki!

        Türkiye’de de oldukça yaygın olarak bulunan ve ucuzluğunun yanı sıra standartlaşmış fiyatı ile meşhur bir firma, hadi adlı adınca söyleyelim Zara için bir tanıdığım şöyle bir tabir kullandı.

        “Zara, Chanel olmuş da haberimiz olmamış.”

        Kast ettiği şuydu.

        İki yıl önce Chanel'in fiyatları ile bugün Zara’nın fiyatları aynı noktaya gelmişti.

        TL’nin değer kaybı o kadar fazlaydı.

        Üstelik de bu firma Türk pazarını bir tür outlet olarak kullanmasına, Avrupa’da satamadığı ürünleri buraya getirmesine rağmen bu kadar pahalı hale gelmişti.

        Ve Zara’nın da Türkiye pazarı ile ilgili uzun vadeli fikirlerinin olumlu olmadığı biliniyor.

        Açıkça görülen o ki, Türkiye ışığı sönmekte olan bir ülke haline geldi.

        Önce parlaklığını kaybetti, şimdi ışığını kaybediyor.

        Köhneleşiyor.

        Ve veriler daha kötüsüne işaret ediyor.

        Ve tüm bunlar 1 ay önce Ukrayna ile Rusya birbirine girdi diye olmadı.

        Emin olun.

        Bir yanlış özelleştirme hikayesi

        Bir yanlış özelleştirme hikayesi
        0:00 / 0:00

        Okurlar “Türk Telekom hikayesi nedir yazsanız da okusak” diyorlar bir süredir.

        Şirketin bir kez daha el değiştirmesi, Tansu Çiller’in açıklamaları falan derken herkes Türk Telekom’u merak etmiş belli ki!

        Hikaye uzun, bu köşeye sığmaz, tefrika olur, yazı dizisi olur.

        Ama madem çok istediniz bir özet geçelim.

        Türk Telekom, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ne ait bir Kamu İktisadi Teşekkülü idi. Yani devlete ait bir şirket.

        1980’lerde ciddi bir atılım yapmış, kendini modernize etmiş, 1990’ların ilk yarısında ciddi, önemli, dünyadaki benzerleri kalitesinde bir şirkete dönüşmüştü.

        Teknolojisi gayet yerinde, köklü, yaygın ve kârlı bir şirketti.

        Bu yüzden de herkesin iştahını kabartıyordu.

        Öyle ki 1990’ların ortasında şirkete biçilen değer Türkiye’nin o günkü toplam dış borcu kadar hatta belki de fazla idi. (O sırada Türk Telekom’a biçilen değer 25-30 milyar dolar, Türkiye’nin toplam dış borcu ise 26 milyar dolardı.)

        Ancak o özelleştirme bir türlü gerçekleştirilemedi.

        Ve bu işi yapmak 2005 yılında AK Parti iktidarına nasip oldu.

        Türk Telekom’un yüzde 55’i, açık bir ihale sonucunda Lübnan Cumhurbaşkanlığı da yapmış, Hariri ailesine ait Oger Telekom’a satıldı.

        Fiyat 6,5 milyar dolardı ama iddialara göre şirketin kasasında 2 milyar dolar nakit vardı.

        Kasada para var mıydı, yok muydu görmedim ama bildiğim o sırada şirketin kârı 1,5 milyar dolara yakındı ve şirket 4 çarpanla elden çıkmıştı ve bu fiyat oldukça ucuzdu.

        Ama sonuç olarak açık bir ihale olduğu için bir şey demek mümkün değildi.

        İki yıl sonra peşin ödeme indiriminden de yararlanan Oger Telekom, borcunun 4,2 milyar dolarlık kısmını da Türk bankalarından aldığı kredi ile ödedi ve şirketin tamamının sahibi oldu.

        Sonrası ise tam bir rezalet.

        Oger, Türk Telekom’un elindeki varlıkları, aslında kamuya ait olan ve kendisinde sadece kullanma hakkı bulunan gayrimenkulleri, Türk Telekom’un değerli bakır hat altyapısını satmaya başladı.

        Eleştirilere karşılık “Modernleşiyoruz. Yatırım yapıyoruz” deniliyordu.

        Ve sonuçta Hariri’lere ait Oger, Türk Telekom’un 13 yıl boyunca karını alıp gitti.

        Sonunda tüm borçları Türk bankalarına yıkıp Türkiye’yi terk etti.

        Derenin taşıyla derenin kuşunu vurmuş, kuşun etlerini yiyip, kemiklerini bırakıp gitmişti.

        Kimilerine göre Türkiye’nin bu işten toplam zararı 11, kimilerine 13 milyar dolardı.

        Satışı yapan iktidar kanadı ise bunu yalanlıyor, ortada bir zarar olmadığını iddia ediyordu.

        Türkiye şeffaflık liginde pek de üst sıralarda yer almadığı için tam gerçeği bilmek çok güç.

        Ama son olarak anladığımız şu.

        Sadece Türk bankalarının bu işten zararı 5 milyar dolar olmuş.

        Memlekete toplam zararını ise muhtemelen hiçbir zaman öğrenemeyeceğiz.

        Diğer Yazılar