Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Sesli Dinle
        0:00 / 0:00

        Tarım ve Orman Bakanı değişti ama pek yakında sezonu açacak olan orman yangınları ile nasıl mücadele edileceği konusunda henüz topluma yansımış bir değişiklik, bir doğru politika görünmüyor.

        Biliyorsunuz, geçen yıl Tarım ve Orman Bakanlığı, yangın söndürme uçağı kiralamadı.

        Ne THK’dan ne de başka bir yerden.

        Bir ihale ile yangınla mücadele, bu işi helikopterle yapacak bir firmaya teslim edildi.

        Ve tabii ki, başarılı olunamadı.

        2021 yazı Türkiye tarihinin yangınlarda en fazla orman kaybedilen yılı olarak kayda geçti.

        Yani burada da rekor AK Parti iktidarına nasip oldu.

        Yangınlar ülkenin dört bir yanını sarınca gönüllü kuruluşlar, halk ve en sonunda kamu uçak kiralamaya çalıştı ama çok geçti, yeterli uçak da bulunamadı.

        Bu arada “hurda” denilen THK yangın söndürme uçaklarının, küçük bir bakımla uçabilecek durumda olduğu da anlaşıldı ama ne gam, kimse umursamadı.

        Şimdi yeni yangın sezonu yaklaşıyor.

        Ancak hala ilgililerde bir kıpırdanma yok.

        THK uçaklarının tamir edildiğini de duymuyoruz, başka bir yerlerle anlaşıldığını da.

        Hiçbir şeyden ders almayan ve her şeyi zaten doğuştan bildiğini zanneden iktidarımız, bu yıl da rekor tazeleme hatta muhtemelen rekoru geliştirme peşinde.

        Bu yıl da mücadele olabildiğince dandik bir biçimde yapılacak belli ki!

        Hala bir adım atılmamış, hala akılların başa gelmemiş olmasına bakarak ormanlarımızın bile bile, “kasdı mahsus” ile yakıldığını, yakılmasına yeni aynı “kasdı mahsus” ile seyirci kalındığını söyleyenlere inanmaya başlıyor insan.

        Belki öyledir, belki değildir bilmiyorum.

        Ama önemli olan sonuçtur.

        Bazen ihanet ile cehalet aynı sonucu verir.

        Sonuç açısından hangisi olduğu önemli değildir.

        Türk milleti adına muhalefet şerhi

        Türk milleti adına muhalefet şerhi
        0:00 / 0:00

        Türkiye çor farklı bir ülke.

        Bitmiyor, tükenmiyor.

        İçeriden ve dışarıdan yıkmaya çalışsanız da, elinizden gelen veya gelmeyen her türlü yanlışı bilerek veya bilmeyerek yapsanız da ayakta kalmayı başarıyor.

        Her halükarda direniyor.

        Galiba bunun bir nedeni kurucu iradenin gücü ise, diğeri ise içindeki bir avuç da olsa ilkeli insanlar.

        Bu ülkeye ilişkin içimdeki umutlar ne zaman tükenmeye başlasa, o insanlardan biri çıkıyor, öyle bir şey yapıyor, öyle bir şey söylüyor ki, yeniden umutlanıyorum.

        Bu kez de umutlarımı bahar görmüş bir ağaç gibi yeniden yeşerten bir hukuk adamı oldu.

        Yargının, adaletin bittiği yerdeyiz dediğimiz günlerde bir hukuk adamı umut verdi.

        O kişi Kaşıkçı Davası’nın Suudi Arabistan’a devredilmesi kararını veren İstanbul 12. Ağır Ceza Mahkemesi’nin Başkanı.

        Bu dosyanın Suudi Arabistan makamlarına devrini öngören kararı, 12. Ağır Ceza Mahkemesi oy birliği ile değil oy çokluğu ile aldı.

        Mahkeme heyetinin reisi, bu karara karşı çıktı ve bir de ders niteliğinde muhalefet şerhi kaleme aldı.

        Mahkeme Başkanı karara muhalefet ederken

        - Bu suçun Suudi resmi görevlilerince işlenmiş olduğuna dikkat çekerek bu suçun vatandaşın kamu düzenini ihlalinden ziyade azgın ve mücrim birtakım kamu yöneticilerinin muhalif bir vatandaşı susturmak için bir suç olduğunu belirtiyor.

        - Ölüm ve insan bedeninin bütünlüğüne yönelik cezaların olduğu bir ülkeye iadenin mümkün olmadığını, bu ülkeden bu konuda bir teminat alınmadan iadenin hukuki olmadığını ve garip olanın ise sanıkların bu duruma rağmen dosyanın iadesine yönelik bir itirazda bulanmamasına dikkat çekiyor ve dosyanın devri kararı verilirken mağdurun haklarının göz ardı edildiğine dikkat çekiyor.

        - Adalet Bakanlığı’nın devir talebinin yargı üzerinde bir baskı oluşturduğunu ima ediyor.

        Ve sonunda iktidara rağmen Türk yargısının yüz akı olabilecek bir şekilde;

        - “Bu tarz devir kararları ile uluslararası alanda insan hakları ve hukukun üstünlüğü ilkelerine göre teamül oluşturma fırsatı heba edilmektedir” diyerek iki uluslararası davaya dikkat çekiyor.

        Bunlardan birincisi İsrail’in Arjantin’den kaçırıp getirerek yargıladığı ve idama mahkum ettiği Eichmann Davası, diğeri ise yakın zamandaki Mavi Marmara Davası.

        Hakim bu iki dava arasındaki İsrail’in tutum farkına değinerek İsrail’in birinde İsrail’in adam kaçırarak yargılama yaptığını, diğerinde ise suçluları koruduğunu ve para ile olayı örtbas ettiğini, Kaşıkçı Davası’nın da benzer bir biçimde örtbas edildiğini anlatıyor ve şöyle diyor: “Dava sanıkları himaye eden ülkeye devredilmiştir. Uluslararası alanda işledikleri suçların ciddi manada yargılanmayıp, müeyyideye uğramadığını gören zorba yönetimler bu durumdan cesaret alarak eylemlerini pervasızca sürdürecekleri, bu tavrın bir teamüle, sünnete dönüşeceği açıktır. Birinci olayda ülke olarak inisiyatifimiz yoktu. Ancak son iki olayda rolümüz önemli idi. Zorbalığın önüne geçecek uluslararası kurumların oluşmasını sağlamak için ön ayak olabilecekken, davalar bozulan ilişkilerin düzeltilmesine diyet olarak verilmiştir.”

        Bu muhalefet şerhi, bir hukuk adamının, siyasi ilkesizliğe karşı, adına karar verdiği Türk milleti namına isyanıdır.

        Bu ülke siyasi görüşleri birbirinden çok faklı da olsa, böyle bir grup vatandaşının yüzü suyu hürmetine ayaktadır.

        Putin'i onaylamamak Biden'ı onaylamak değildir

        Putin'i onaylamamak Biden'ı onaylamak değildir
        0:00 / 0:00

        Merak edip, sorup duruyorsunuz, “Celal Hoca nerede, Celal hoca ile program yok mu?” diye.

        Celal Hoca evinde.

        COVID salgını nedeniyle eşi Sevgili Oya Şengör tarafından eve hapsedildi.

        Ama merak etmeyin, Mayıs sonunda Celal Şengör ve Ahmet Arslan hoca ile şahane bir Teke Tek Bilim yapacağız.

        Sürpriz bir yerden.

        Bunun dışında Celal Hoca ile sık sık konuşuyor ve sık sık mektuplaşıyoruz.

        Bazılarınızın şaşırdığını biliyorum ama ben ve pek çok dostum telefon da olsa, whatsapp da kullansak hala zaman zaman birbirimize mektup yazarız.

        Eski bir alışkanlık belki.

        Madem çok özlediniz, bugün sizinle Celal Şengör’ün bana son yazdığı mektubu paylaşayım.

        “Sevgili arkadaşım,

        Bugün Almanya şansölyesi Bay Schultz ‘NATO’yu gerilimden uzak tutmak önceliğim’ demiş. Nihayet Amerika’nın bitip bilmeyen savaş kışkırtıcılığına Avrupa’dan aklı başında bir cevap. Biden ve hempası, artık Rusya’ya karşı fiilen savaşa girmiş durumdadır ve bu bir aptalın kapağı açık bir barut fıçısının üzerine oturup yanan meş’alelerle jonglörlük oynamasına benzemektedir.

        Biden yönetimi, bir dünya savaşı çıkartıp bir kalemde Rusya ve Çin’i bertaraf etmeyi hayâl ediyor. Bunun için Ukrayna’yı yıllardır hazırlamakla meşgullerdi.

        Bunun ne kadar aptalca olduğunu anlamak için köşeye sıkıştırılan bir kedinin neler yapabileceğini düşünmek yeter. Bu da insanlığın sonu olabilir.

        Ama böyle bir aptallık, Amerikan yönetimlerinin ilk defa teşebbüs ettikleri bir şey değil. İkinci Dünya Savaşından bu yana dünyada nerede kan döküldüyse orada fiştekçi olarak Amerika’nın parmağı vardır. Avrupa’nın bu oyuna gelmemesi lâzım, yoksa, 2. Dünya Savaşı’nın başlangıcına benzer bir durumla karşı karşıya kalır, tüm dünyanın mahvına sebep olabiliriz.

        Amerika 1962 Küba krizi esnasında neredeyse dünyayı bir nükleer savaşın içine atacaktı. Neyse ki Kruşçov aklıselim sahibi bir liderdi, buna imkân vermedi. Sana bu konuda büyük İngiliz matematikçi ve filozofu 3. Russell Earl’ü Bertrand Russell’ın Kennedy ve Kruşçov’a gönderdiği telgrafları tercüme ederek orijinalleri ile birlikte yolluyorum:

        Kennedy’e:

        “Your action desperate. Threat to human survival.

        No conceivable justification. Civilized man condemns it. We will not have

        mass murder. Ultimatums mean war... End this madness.”

        Türkçe meali, “Yaptıklarınız sonu olmayacak bir fevrîliktir. İnsan yaşamı için tehdittir. Mantıklı bir gerekçe yok. Uygar insan yaptığınızı kınıyor. Toplu cinayete izin verilemez. Ültimatomlar savaş demektir.

        Bu çılgınlığa bir son verin.”

        Kruşçev’e:

        “I appeal to you not to be provoked by the

        unjustifiable action of the United States in Cuba. The world will support

        caution. Urge condemnation to be sought through the United Nations. Precipitous

        action could mean annihilation for mankind!”

        Bunun da meali, “ABD'nin Küba'daki haksız eylemiyle tahrik olmamanızı rica ederim. Dünya dikkatli davranışı destekleyecektir. Yapılanın Birleşmiş Milletler aracılığıyla lânetlenmesi çağrısında bulunun. Fevrî eylem insanlık için yok olmak anlamına gelebilir!”

        Tam altmış yıl sonra dünya Amerika Birleşik Devletleri tarafından benzer bir felâketin içine sürüklenmek istenmektedir. Elbette bu Putin’in yaptıklarının onaylanması anlamına gelmez. Ama Putin’i onaylamamak, Biden’ı onaylamak demek değildir. Schultz’un tutumu herkese örnek olmalıdır.

        Celal”

        NE ZAMAN ADAM OLURUZ?

        NE ZAMAN ADAM OLURUZ?
        0:00 / 0:00

        Bazen iki tarafın da haksız olabileceğini anladığımız zaman.

        Diğer Yazılar