Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Sesli Dinle
        0:00 / 0:00

        Türkiye’de ekonomi bilimi ile inatlaşma yüzünden ciddi bir ekonomik kriz yaşanıyor.

        Elbette tek neden bu değil ama krizin giderek ağırlaşmasının, Türk lirasının hızlı bir biçimde aşırı değer kaybetmesinin, buna bağlı olarak yurt içinde başta enerji olmak üzere tüm hammadde ve üretim maliyetlerinin artmasının, bunun kaçınılmaz olarak fiyatlara yansımasının, artan hayat pahalılığının, dünya şampiyonluğuna koşan enflasyonun ve halkın ciddi biçimde fakirleşmesinin en önemli nedeni bu inatlaşma.

        Peki bu inatlaşmadan tüm ülke özellikle de sabit gelirli kesim etkilenir, dar gelirli vatandaşlar açlık sınırının altına düşerken kazanan kimse yok mu?

        Elbette var.

        Ortada çok kaybeden var ise en azından bir veya birkaç kazanan olur.

        Peki bizdeki inatlaşmada kazanan kim!

        En çok kazananlar, çok açık biçimde bankalar.

        Kazançta onu takip edenler ise parası olanlar.

        Hiçbir bilimsel temeli olmayan faiz inatlaşmasının Türk lirasının aşırı hızlı değer kaybına neden olduğu, ekonomik bir gerçek olarak ortaya çıktığı ve ekonomiyi tam olarak çökertme aşamasına geldiği anlaşılınca, inatlaşmadan vazgeçmek yerine, ekonomiye karşı hile yolu tercih edildi.

        Faizleri açıkça arttırmak yerine gizlice arttırma yolu seçildi.

        Kur korumalı mevduat diye görülmedik bir yola başvuruldu.

        Faiz sözde düşük olacak ama mevduat sahibinin TL’den kaçıp dövize yönelmesini engellemek için paranın bankada tutulduğu dönem kur ne kadar arttı ise aradaki fark Hazine tarafından, yani sizin ve benim cebimden ödenecekti.

        Bankada parası olan adına faiz denmeyen bir faizi alacak ancak faizi banka değil, bizler ödeyecektik.

        Muta nikahı nasıl bir kandırmaca ise, bu da öyle bir kandırmaca idi.

        Bundan kârlı çıkan ise bankalar oldu.

        İki türlü kârlı çıktılar.

        Birincisi Merkez Bankası’ndan yüzde 14 faizle aldıkları parayı, Hazine’ye yüzde 30’u aşan faizlerle geri sattılar ve yüzde 30’u aşan faizle sattıkları parayı yüzde 14’le tekrar geri alıp, tekrar satmaya devam ettiler.

        İkincisi sanayiciye kullandırdıkları ticari, vatandaşa kullandırdıkları tüketici kredilerinde yüzde 30’u aşan faizleri uygularken, topladıkları paraya en fazla yüzde 20 faiz verdiler. Bankadaki mevduat sahibinin aradaki en az 10 puanlık farkını Hazine yani siz ben kapadık.

        Tüm bir millet olarak, bankalara ve bankada yüksek miktarda parası olanlara çalıştık.

        Bu arada kur korumalı mevduatta aradaki fark daha da yıkıcı hale gelmesin diye Merkez Bankası’nda ne kadar döviz var ise sattık, borçlandığımız dövizleri sattık, hatta iddia o ki Türkiye’nin 100 yıllık altın birikimini bile elden çıkarmaya başladık.

        Ve “Artık bundan daha değersiz olmaz” denilen Türk lirası “Bundan daha değersiz” olabileceğini göstermeye başladı.

        Şimdi ortalıkta sanki ekonomi yolundaymış gibi bir manzara var ya hani bazılarının övünerek yazıp anlattığı.

        O manzaranın nedeni bankalarda parası olan şanslı bir azınlığın kur korumalı mevduat vasıtasıyla sizin benim cebimden aldığının bir bölümüdür.

        Harcadıkları sizin benim paramdır.

        Ve tabii büyük bölümü yabancılara ait olan bankalardır. Yıl sonunda kamu bankaları görev zararı açıklarken, yabancı menşeli özel bankalar bakın bakalım ne kadar kâr edecekler.

        O kâr bir inat yüzünden sizin benim cebimden alınan paradır.

        Haberiniz olsun!

        Poligon

        Poligon
        0:00 / 0:00

        Son zamanlarda sürekli aklımızla alay edilmesine alıştık.

        Mesela burada yazıyorum, “Türk vatandaşları sağlık hizmetlerinde giderek artan bir katkı payı verirken, Suriyeli göçmenler tüm sağlık hizmetlerine bedava erişiyor. Milyonlarca Suriyeliye milyarlarca tedavi ve ameliyatı bedava yapıyoruz” diyorum.

        İlgisiz bir bakanlık açıklama yapıyor.

        “Suriyelilerin sağlık hizmetlerinden bedava faydalandıkları yalan. Suriyelerin parasını Sağlık Bakanlığımız ödüyor” diye.

        Güler misin ağlar mısın!

        Yani adam diyor ki, “Siz salaksınız”.

        Kasapta fiyatlar arttı diyoruz.

        Bir başkası çıkıyor, “Kasaptan kilo et almayın, bütün kuzu alın” diyor.

        Haydaaaa, şaka yapıyor zannediyorsunuz ama adam ciddi.

        “Domatesi 40 liraya aldım” diyorum.

        Bir başka iktidar milletvekili “Balkonda domates yetiştirin” diyor.

        Utanmasa çatıya patates, bodruma mantar, cam önüne biber, salona patlıcan, pamuğa fasulye ekin diyecek.

        Dün Yılmaz Özdil poligonları yazdı.

        İstanbul’da poligonları, yani tabanca ile atış talimi yapılan yerleri gezmiş.

        “Suriye kaynıyor. Tüm Suriyeliler atış taliminde” diye yazmış.

        Vay anam vay.

        Sağlık giderlerini bizim ödediğimiz, her ay kartlarına para yüklediğimiz Suriyelilere bak.

        Atış talimindeler.

        Poligonda attıkları merminin tanesi çapına göre en az 6, en çok 13 TL.

        Siz 1 kilo et almaya çalıştığınız paraya Suriyeli bir şarjör mermi atıyor.

        Ve şimdi bu konuda siyasetçilerimizin yapacağı açıklamayı biliyorum.

        “Ülkelerine geri dönünce Esad zulmüne karşı kendilerini korumak için poligonda silah atmayı öğreniyorlar” diyeceklerdir.

        Nasıl olsa salağız ya.

        Ve bu salaklığımızı yıllardır defalarca kanıtlıyoruz ya.

        Hala umutlular.

        Galatasaray'da siyaset endişesi

        Galatasaray'da siyaset endişesi
        0:00 / 0:00

        Galatasaray Spor Kulübü seçimleri ile ilgili yazacağım diye söz verdim.

        Madem söz verdik yazalım.

        Tam 1 yıl önce Galatasaray Başkanlık koltuğuna oturan Burak Elmas, burnunun dikine giderek kimseyi dinlemeden, kimseye kulak asmadan yönetmeye çalıştığı kulüpte, ciddi bir başarısızlığa ve daha önemlisi tutarsızlığa imza attıktan sonra genel kurul tarafından ibra edilmeyerek başkanlıktan düşürüldü.

        Ben de o gün “Elmas’ın son seçimdeki rakipleri yeniden aday olur, iyi ihtimalle Dursun Özbek başkan seçilir” dedim.

        Çünkü Galatasaray’da tam bir kırk katır mı kır satır mı durumu vardı.

        Hiçbir tecrübesi olmayan Eşref Hamamcıoğlu, sürekli saylamaktan öte bir şey yapmayan Metin Öztürk arasında Dursun Özbek ehveni şer olabilirdi.

        Bu yüzden de pek çok Galatasaraylı Özbek’e aday ol dedi.

        İyi bir yönetim kurması için de destek sözü verdi. Açıkçası Özbek'e tüm muhalefetime rağmen, böyle samimi bir biçimde aday olsa, ben de çok karşı çıkmazdım.

        Ancak Özbek reddetti.

        Seçim kaybetmekten yorgunum, yine kaybetmek istemiyorum diyordu hep.

        Ancak ilginç bir şekilde Burak Elmas’ın Başkanlık döneminde dahi gayrimenkul projelerinin hep içinde oluyor, olmaya çalışıyordu.

        Sonra davalar açıldı, eski Adnancı Fırat Develioğlu peş peşe davalarla genel kurul kararlarını iptal ettirdi, seçimi iptal ettirdi sonunda seçim Haziran ayına kaldı. Develioğlu'nun arkasında siyasi güçlerin olduğu kesin gibiydi.

        Bu arada Burak Elmas kafası karışık bir tavır sergiliyor, kendisine aday olması için “dışarıdan” baskılar geldiğini söylüyordu.

        Ama yine de olmadı.

        Burak Elmas’ın aday olmayacağı kesinlik kazanınca Elmas’a “Aday ol” diyen dış güçler bu kez Dursun Özbek’i öne sürdüler.

        Özbek’in ise şartı vardı.

        “Tek aday olmak.”

        Eşref Hamamcıoğlu çekilmeyi kabul etmedi.

        Metin Öztürk ise bu teklifin üzerine atladı.

        Dursun Özbek’le birleşti.

        Birleşmekle kalmadı, neredeyse tüm ekibini de Dursun Özbek’in yönetimi haline getirdi.

        Benim çok sevdiğim ve çok iyi bir Galatasaraylı olarak gördüğüm Ali Yüce haklı olarak bu duruma tepki gösterdi ve Dursun Özbek’in yönetim kurulu listesine girmekten vazgeçti.

        Çünkü Ali Yüce çok iyi bir Galatasaraylı idi ve tezgahı görmüştü.

        İşin özü şudur.

        Ekibinde çok sevdiğim, çok düzgün ama kulüp tecrübesi olmayan dostlarımın da olduğu Eşref Hamamcıoğlu, hem kendi, hem ekibi çok tecrübesiz olduğu için bu kulübü yönetmekte zorluk çeker.

        Tecrübe kazanması Galatasaray’a bir maliyet getirir.

        Galatasaraylılarla yola çıkıp, doğru düzgün bir yönetim kurmuş olsa idi Dursun Özbek “ehveni şer” bir aday olurdu.

        Ama Özbek Galatasaray Başkanlık yolculuğuna bu kez Galatasaray’dan değil Ankara’dan çıktı.

        Galatasaraylıların adayı olmayı kabul etmedi ama Ankara’nın, siyasetin adayı olmayı kabul etti.

        Ve şimdi bunu lehinde bir durum olarak da pazarlıyor, kendisinden duymadım ama ekibi “Eşref Ankara’dan randevu dahi alamaz. Ankara olmadan sorunları çözemeyiz” diyor.

        Daha önce yaptığı gibi medya desteğini de satın almış durumda.

        Menajer grupları ve BİP bağlantılı medya Özbek'in borazanı oldu bile.

        Buna karşın Galatasaray’da geniş bir kitle Florya arazisinin rantının göz kamaştırdığını, havalimanının ortadan kalkması sonrası artacak imar durumu ile birilerinin buradan nemalanma isteğinden söz ediliyor.

        Benim gördüğüm şudur.

        Zamanında, Galatasaraylıların isteği doğrultusunda aday olsa idi Özbek bu seçimi rahat kazanırdı.

        Ama şimdi adaylığa siyaset eliyle itilmiş olması zaten kabarık olan siciline yeni bir satır olarak yazılıyor.

        Geçmişte yanında olan en yakın çalışma arkadaşları bile bugün karşısında hizalanıyor.

        Galatasaraylılar siyaset ile Galatasaraylılık arasında bir seçim yapmaya hazırlanıyor.

        Benim tavrımı soracak olursanız.

        Hiç ama hiç ilgimi çekmiyor olan biten.

        Seçimlerde Türkiye’de olmayacağım.

        Böylelikle kırk katır ile kırk satır arasında kalmayacağım.

        Sadece Galatasaray için üzülüyorum.

        Ama biliyorum ki, bir gün gelir Galatasaray’ı kurtarırız.

        Yeter ki siyasetin elini bu kulübe sokmayalım.

        NE ZAMAN ADAM OLURUZ?

        NE ZAMAN ADAM OLURUZ?
        0:00 / 0:00

        Galatasaraylılar, rakip kulüplerin başarısız başkanlarının duruşlarını kutlamak zorunda bırakılmadığı zaman.

        Diğer Yazılar