Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Sesli Dinle
        0:00 / 0:00

        Kusura bakmayın ama aşağıda okuyacağınız satırlar, utana sıkıla yazdığım bir yazı olacak.

        Hiç niyetim olmayan ama umumi arzu üzerine konu üzerindeki fikirlerimi son kez belirteceğim bir yazı.

        Gerisi kendi bilecekleri iş.

        Galatasaray Spor Kulübü Derneği bu hafta sonu bir kez daha seçime gidiyor.

        İki aday var.

        Eşref Hamamcıoğlu ve Dursun Özbek.

        Bana göre ikisini toplasan tek bir aday bile etmiyor ama ne yazık ki, durum bu.

        Bu seçim aslında Galatasaray’ın karşı karşıya bulunduğu açmazı ve Galatasaraylıların içine düşürüldüğü ilkesizliği gösteriyor.

        Yakın zamana kadar “Dursun Abi” diyerek Dursun Özbek’in çevresinde gruplaşan genel kurul üyelerinin büyük bölümü bugün Dursun Özbek’in karşısında ve “İktidarın emriyle aday oldu. Ankara’nın adayı, Galatasaray’ı satmaya geliyor” diyerek Özbek’in başkanlığına karşı çıkıyor, Dursun Özbek’in başkanlığı döneminde Dursun Özbek’e demediğini bırakmayan ahlaksız ve satılmış sözde taraftar grupları ise bugün Özbekçi.

        Tabii genel kurul içinde de geçmişte Özbek’i devirmek için uğraşıp, şimdi Özbek başkan olsun diye uğraşanlar var.

        Çok küçük bir azınlık ise pozisyonlarını koruyor.

        Özbek’in siyasi istek üzerine aday olmasına tepki o kadar büyüktü ki, Eşref Hamamcıoğlu seçimi aslında güle oynaya kazanacaktı.

        Ancak çok büyük bir hata yaptı.

        Adnan Öztürk’ü her ne hikmetse yanına aldı, Sportif A.Ş.’nin başına koyacağını açıkladı.

        Bu durum camiada büyük tepkiye neden oldu.

        Adnan Öztürk’ün geleneksel ikircikli tavırları, şimdiye kadar Galatasaray’da hep ortalıkta gezip, taş üstüne taş koymamış olması, Galatasaray’ı kendi kişisel PR aracı olarak kullanıp, Galatasaray’a asla bir katkı yapmaması ve kendisine umut bağlayanları bile en kritik anda sağlık gerekçeleri falan diyerek yüzüstü bırakması ve seçimin iptal sürecinde Burak Elmas’la bir araya gelip planlar yapması zaten yeterince tepki toplamasına neden olmuştu.

        Bunun üzerine Hamamcıoğlu ekibine girdikten sonra Ünal Aysal ve İnan Kıraç ile bir araya gelmesinin kendisi tarafından piyasaya sızdırılması ve ardından söylediği Galatasaray Eğitim Vakfı ile kulübün birleşeceğine dair yalanlar kendisine olan güven kırıntılarını ortadan kaldırdığı gibi, Kıraç’ın arkasında olduğu izlenimini vermek için sızdırdığı görüşmeye rağmen İnan Kıraç tarafından sert biçimde yalanlanması zaten berbat Galatasaray repütasyonunu iyiden iyiye yerle bir etti.

        Hamamcıoğlu’na da büyük yük haline geldi.

        Normalde Hamamcıoğlu’na oy atacak pek çok kişi sadece Adnan Öztürk’ün varlığı nedeni ile Özbekçi oldu.

        Hamamcıoğlu ve Öztürk’ün ortak noktası olan “kibirleri” ise zaten herkesin yaka silktiği bir konu.

        Dursun Özbek ise ilk gün adayım diye ortaya çıksaydı sorun yoktu.

        Ancak çıkmadı. Çıkmayacağını söyledi.

        Çünkü Ankara’dan, bir Bakan tarafından aranmış ve “Çıkmayın. Burak Elmas çıkacak. Sizi Federasyon'a alacağız” denmişti.

        Ancak Elmas’ın yeniden aday olması için şartlar çok da uygun görünmeyince Özbek’e “Aday ol” talimatı geldi.

        “Ol” dediler o da oldu.

        Ardından büyük bir hata daha yaptı.

        Hiçbir tecrübesi olmayan ve kazanma şansı da bulunmayan Metin Öztürk’ü yanına aldı.

        Hem de tüm kadrosu ile birlikte.

        Bu kendi ekibinde çatlaklara neden oldu.

        Erden Timur ve Ali Yüce listesinden çıktı.

        Daha önceleri kendisine karşı çıkanların desteğini alabilmek için Terim’i yeniden getirebileceği imajı yaratmaya çalıştı.

        Yönetim listesini oluşturabilmek için yönetimine almak istediği kişilere karşı siyasi baskı kurdurdu.

        Arkasındaki siyasi desteği olumlu bir şey olarak gördüğü için de bununla övündü, gizlemedi.

        Geçmişte Galatasaray’ın varlıklarını yok pahasına elden çıkaran ve bunun kendi döneminin zararını kapatan kendisi değilmiş gibi, onun sattığı sonraki yönetimin ise geri aldığı Florya arazisi üzerinden yeni projeler anlatmaya başladı.

        Belli ki, bu arazi onun ve destekçilerinin iştahını kabartıyordu.

        Galatasaray’ı bir kez daha bir spor kulübü gibi değil, babasından miras bir Gayrimenkul şirketi gibi görüyordu.

        En acısı ise kulübün mali durumunu nasıl toparlayacağını soran Galatasaraylılara cebinden cüzdanını çıkarıp sallaması oldu.

        Daha vahimi ise karşısındaki hazirunun sallanan cüzdana alkış tutması idi.

        Cüzdanı sallarken daha önce başkanı olduğu kulübe yüksek faizle borç verdiğini ve bu borcu kulübünün varlıklarına haciz koydurarak icra yoluyla tahsil ettiğinin unutulduğunu zannediyordu.

        Ve belli ki, cüzdanı alkışlayanlar bunu unutmuştu.

        Dahası bankalar birliği anlaşması ve yeni spor yasası nedeniyle kimsenin kulübe cüzdanını açamayacağını bilmiyor olmalarıydı.

        Aslında kendine ait tek bir projesi dahi olmayan Özbek'in tek dayanağı Erden Timur. İyi bir Galatasaraylı olan Timur'un Galatasaray için geliştirdiği projeleri, kendi projeleri gibi pazarlıyor. Özbek gölgesi altında Erden Timur'a yazık oluyor.

        Sonuçta Galatasaray bu şartlar altında cumartesi günü seçimini yapacak.

        “Belki bizi kurtarırlar” diyerek siyasetin ve gözünüze sokulan cüzdan anlayışının kulübe girmesine onay verecek ve Türkiye’nin kaderini paylaşacaklar.

        Ya da “Bunların bu kulübü yönetmesi mümkün değil ama hiç değilse bağımsızlığımızı koruruz. Aç yatarız ama onurlu dururuz. Batıya açılan penceremizi açık tutarız” diyerek ve Hamamcıoğlu’nun sıkışınca Dursun Özbek gibi davranmayacağını umarak sıkıntılı bir dönemi göğüslemeye hazır olacak.

        Eğer bir Galatarasay kalır ise, umarım bir daha böyle bir seçim yaşamak zorunda kalmaz.

        “Hiç umurumda değil, kendileri bu hale getirdiler bu işi” demek çok isterdim ama ne yazık ki umurumda.

        Hem çok umurumda.

        Çünkü ne Türklüğümden vazgeçebiliyorum, ne Galatasaraylılığımdan.

        İkisinin de hali yüreğimi paralıyor.

        Şurası kesin.

        Tribünlere oynayanlar, kulüpleri de ülkeleri de batırırlar.

        Tribün desteği elbette iyidir ama doğruyu yapıp başarı elde ederek gelirse, tribünün istediğini yaparak değil.

        Nokta.

        Yoksa yine Tasarruf Bonosu mu!

        Yoksa yine Tasarruf Bonosu mu!
        0:00 / 0:00

        Dün yeni bir ekonomik karar geleceği açıklandı.

        Sonra da kimsenin anlamadığı bir karar geldi.

        Faize faiz dememek için, yeni bir enstrüman icat edildi diye gördü herkes meseleyi.

        Aslında ortada yeni olan bir şey yok.

        Gelire endeksle senet dedikleri ama ne olduğunu henüz kendilerinin de anlatamadığı "şey”in benzeri Türkiye’de denendi, uygulandı.

        Hem de iki kez.

        Adı “Tasarruf Bonosu” idi.

        İlki İsmet İnönü’nün Cumhurbaşkanlığı döneminde.

        2. Dünya Savaşı sırasında, 1941 yılında çıkarılan bir kanunla.

        Devletten 5 liralık bonoyu 4 lira 75 kuruşa alıyordunuz.

        6 ay sonra bonoyu götürüp 5 TL’nizi geri tahsil ediyordunuz.

        Adı konmamış peşin faiz.

        İkincisi ise 1961 yılında seçimlerden hemen önce Darbe Hükümeti’nin çıkardığı tasarruf bonoları.

        Bu bonolar tam bir felaketti.

        Detaylarını burada anlatmayacağım bir biçimde, halka “cebren” yani “zorla” satıldı.

        Büyük sıkıntılara neden oldu, bir süre sonra kağıt borsası oluştu, büyük değer kaybetti ve Banker Kastelli ve benzerlerinin doğmasına neden olan bir piyasa yarattı.

        Çocukluğumda dönemi geldiğinde bu bonoların kuponlarını keserek harçlık kazanmaya çalıştığımı hatırlarım hala.

        Bunların genel sonucu, ekonomiyi olduğundan daha kötü hale getirip, uzun vadeli sorunlar yaratmalarıdır.

        Kimseye de faydası olmamıştır.

        En pahalı kelime

        En pahalı kelime
        0:00 / 0:00

        Faize faiz dememek için icat edilen kur korumalı mevduatın faizi son gelişmelerle beraber yüzde 70’e yaklaştı.

        Faize faiz dememek için 50 puan fazla faiz veren tek ekonomi bizimki olsa gerek.

        Kur korumalı mevduata dönüşen döviz mevduatı pek yok.

        Sadece TL mevduatlar bu yolla kendini korumaya aldı.

        Bunun da toplam miktarının 1 trilyon TL civarında olduğunu biliyoruz.

        Kurdaki son artışla beraber kur korumalı mevduata ödenecek paranın yaklaşık yüzde 14'lük faiz artı kur farkı olarak yüzde 70'i bulacağı hesaplanıyor.

        Yani 1 trilyon liralık mevduata 700 milyar ödenecek.

        Bunun 98 milyar TL'si bankalar tarafından, geri kalan 602 milyar TL'si ise Hazine tarafından ödenecek.

        Yani faize faiz dememek için, zenginlerin bankada tuttuğu paraya, fakirlerin vergisinden 602 milyar TL verilecek.

        Bu biraz pahalı bir kelime olmadı mı sizce de!

        NE ZAMAN ADAM OLURUZ?

        NE ZAMAN ADAM OLURUZ?
        0:00 / 0:00

        Cambaza bakmadığımız zaman.

        Diğer Yazılar