Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Sesli Dinle
        0:00 / 0:00

        Dün Türkiye’nin çok konuştuğu bir cinayetin karar duruşması vardı.

        Pınar Gültekin’i vahşice hislerle öldürüp, parçalayan ve bidonlara saklayan “katil” önce müebbet hapse mahkum oldu.

        Sonra belirsiz bir "ağır tahrik" indirimi ile cezası düşürüldü.

        Gencecik bir kızın, öldürüp, parçalanmasını ve varillerde betonlanmasını hafifletecek ne gibi bir tahrik görmüş mahkeme heyeti acaba...

        Şimdi yaklaşık 11 yıl hapis yatıp çıkacak deniyor ama ben size söyleyeyim, 5 yıla kalmaz aramızda.

        Bir kadın cinayeti daha, komik bir ceza ile kapatıldı gitti.

        Şimdi herkes kızıyor, sövüyor, kararı verenlere. Zırva bir tahrik unsuru ile cezadan büyük bir indirim yapanlara bedduanın bini bir para.

        Ama ben size bir şey söyleyeyim, bu kararı, bir gün önce yapılan Adalet Bakanlığı’ndaki atamalardan bağımsız düşünemezsiniz.

        İktidarın beğenmediği, işine gelmeyen, hoşlanmadığı, kendi yaklaşımına ters gördüğü kararları alan, alamasa bile muhalefet şerhi koyduran, iktidarın isteği doğrultusunda alınan kararlara uymayan tüm hakimler ve savcılar “sürgüne” tabii tutuldu.

        REKLAM

        En prestijli görevlerden, olabilecek en düşük seviyeli görevlere atandılar.

        En gözde kentlerden, en ücra kentlere yollandılar.

        Ve ertesi gün Pınar Gültekin’in katili ile ilgili karar geldi.

        Siz bu kararı veren yargıçların, İstanbul Sözleşmesi’nden üstelik de hukuksuz ve Anayasa’ya aykırı bir şekilde çekilen bir iktidarın, bir kadın katiline yüksek ceza verilmesinden mutsuz olacağını bilmediğini mi zannediyorsunuz.

        O hakimlerin, “Yahu şimdi ağır bir ceza verirsek, durduk yerde birilerini kızdırabiliriz. En iyisi kanuna göre cezayı verelim, kafamıza göre de ağır tahrik indirimi yapalım” dememesi sizce mümkün müydü!

        Elbette ki değildi.

        Zaten demediler de. Uydurdular bir tahrik, geçtiler.

        Çünkü asıl tahrik edilen adaletti.

        Sürgünle tahrik edilmişlerdi.

        Ama adalete karşı, dürüstlüğe karşı, hakka, hukuka karşı.

        Bir parodiye 5 yıl, öldürüp, yakıp, üzerine beton dökmeye 23 yıl ceza ancak yargının siyasetin anlayışına esir hatta köle düştüğü zamanların yargısıdır.

        Onurlu, hukuka bağlı, adalete inanmış hakimlerin sürgün edildiği, ezildiği yerde, yargıdan adalet bekleyemezsiniz.

        Çünkü Adalet birkaç onurlu yargıcın değil, bir milletin meselesidir.

        Adaleti olmayan bir ülkenin geleceği olmaz.

        Adil hakimine zulmeden ya da bu zulme seyirci kalanın da!

        Bugün her şeye rağmen adil kalmaya çalışan hakimler için o sürgünler bir onur madalyasıdır.

        Boyun eğip tahrik yaratanlar içinse o kararlar bir utanç vesikası.

        Kayyum Allah'ın sıfatıdır haberiniz var mı!

        Kayyum Allah'ın sıfatıdır haberiniz var mı!
        0:00 / 0:00

        Kayyum rezaletlerinin bini bir para, hepsi peş peşe geliyor.

        Milletin, devletin malına “emin olarak” atanan kayyumlar başına atandıkları şirketleri soyuyor, soğana çeviriyor.

        Her şeye kaim ve muktedir koskoca bir iktidar, el koyduğu şirketleri, belediyeleri yönetecek hırsız olmayan bir tane bile adam bulamıyorsa ortada ciddi bir sorun var demektir.

        Duyduğum son rezalet Kayseri’den.

        FETÖ suçlaması ile el koyulan Boydak grubunun başına atanan kayyum, milyonlarca doları Slovakya’da sahibi olduğu şirketlere aktararak buharlaştırmış.

        Bahse konu miktar yaklaşık 360 milyon TL.

        Bu bilineni,

        Eşeleyince kim bilir daha neler çıkar altından.

        Bilmiyoruz.

        Bildiklerimiz ise şunlar.

        Daha önce şirketin fotoğraf çekimleri için kız kardeşine 1 milyon TL ödemişti.

        Yine birkaç yıl önce yeni kurdurduğu bir şirketin organizasyonuna sponsorluk için 7 milyon TL, Rıdvan Dilmen’in şirketine 4 milyon TL ödemişti.

        Dediğim gibi kim bilir daha neler var ve bunlar kayyum.

        Peki bu inançlı arkadaşlar “kayyum” kelimesinin anlamını biliyor mu acaba!

        Kayyum, İslam Ansiklopedisi’ne göre Allah’ın 99 sıfatından biri.

        Öyle ki, yine aynı kaynağa göre üzerinde Allah’ın kayyum sıfatındaki koruyuculuktan ve her şeye hakim olma gücünden dolayı kayyumun altında yaşayanlar büyük bir rahatlık ve huzur duyarlar.

        Ancak bu “Müslüman” kardeşlerimiz Allah’a ait bu sıfata bile zerre saygı duymadıkları için olsa gerek kayyumluğu bile hırsızlığa çevirebiliyorlar.

        Ve sonra da din edebiyatı yapıyorlar.

        Yahu Allah’ın adına bile bunu yapanlar, size bana ne yapmaz bir düşünsenize.

        Ve tabii bunları bu görevlere atayanlar.

        Hiç mi hicap, hiç mi utanç duymuyorsunuz?

        Bu mudur elinizdeki insan kaynağı?

        Bu kadar mı kısır bir ortamdasınız?

        Yazık!

        Çip

        Çip
        0:00 / 0:00

        Çok değil birkaç hafta önce CİMER'in cılkı çıktı demiştim.

        Ardından da Cimer’den bir açıklama yapılmış ve uygulamanın değiştirileceği bilgisi paylaşılmıştı.

        Ne kadar haklı olduğumu ise dün ortaya çıkan bir örnekle bir kez daha gördük.

        Sokaklarda yaşadığını söyleyen bir vatandaş Kadıköy Belediyesi’ni CİMER'e şikayet ediyor.

        Gerekçe şahane.

        Belediye’nin aşevinde fakir fukaraya dağıtılan çorbadan içmiş.

        Ve çorbada çip olduğu ve kendisine bu yolla çip takıldığı iddiası ile CİMER’e başvurmuş.

        Buraya kadar olabilir.

        Belli ki, ortada bir meczup var.

        Saçma sapan bir şikayette bulunuyor.

        Vahamet bundan sonrası.

        Çorba yoluyla kendisine çip takıldığını iddia eden bu evsiz yurttaşın şikayetini inceleyen CİMER yetkilisi şikayeti ciddiye alıyor ve İstanbul Valiliği’ne iletiyor.

        Valilik, konu Cumhurbaşkanlığı’ndan geldiği için meseleyi ciddiye alıyor Kadıköy Kaymakamlığı'na iletiyor.

        Kadıköy Kaymakamlığı da konu Valilik’ten geldiği için konuyu ciddiye alıp Kadıköy Belediye Başkanı’na “Bu olay nedir?” diye soruyor.

        Rezalete bakar mısınız!

        Koskoca devlet, silsile-i meratip içinde bu zırvalık ile uğraşıyor.

        Yazışma üzerine yazışma yapıyor.

        Şimdi benim merak ettiğim şudur.

        Acaba bu şikayeti yapan mı daha meczup, yoksa bu saçmalığı bir devlet meselesi haline getirip, koskoca bir kentin en üst makamına ileten mi!

        Keşke bu konu ile ilgili Kadıköy Belediye Başkanı’na vatandaşa çip takmaktan suç duyurusunda bulunup dava açsalardı.

        Hep beraber çok gülerdik.

        Memleketin halini çok daha iyi anlardık!

        Dünden kalanlar

        Dünden kalanlar
        0:00 / 0:00

        Dün Biarritz’deki Hotel du Palais’den söz ettim.

        Ama hikayesini anlatmayı unuttum.

        Hotel du Palais, Fransa’ın en lüks ve en şık otellerinden biri.

        Bir ara Şef Alain Ducasse’ın yönettiği restoranı için “Dünya’nın en şık restoran salonu” denirdi.

        Hotel du Palais’nin hikayesi ise ilginç.

        Meşhur İmparatoriçe Eugenie’yi bilirsiniz, en azından duymuşsunuzdur.

        İmparator 3. Napolyon’un İspanyol asıllı eşi.

        Hani şu bizim Padişah Abdülaziz ile fingirdeşen imparatoriçe.

        Bak şimdi laf lafı açıyor.

        Önce bu hikayeyi anlatalım biraz.

        Bilirsiniz, Osmanlı padişahları seferler dışında payitaht dışına çıkmayı pek sevmezlerdi.

        Hacca giden padişah bile yoktur bu yüzden.

        Hele hele ülke dışına gezi için gitmek söz konusu bile değildi.

        Bunun tek istisnası Padişah Abdülaziz’dir.

        Fransa imparatoru 3. Napolyon’un daveti üzerine Sultan Abdülaziz 1867 yılında bir Fransa ziyareti yapmıştı.

        Padişahın epey sükse yaptığı bir gezinin en önemli dedikodularından biri ise İmparatoriçe Eugenie ile Abdülaziz’in karşılaştıkları anda birbirilerine vurulmaları idi.

        Özellikle İmparatoriçe, Abdülaziz’in heybetinden, mistik doğulu havasından çok etkilenmişti.

        Bu etki o kadar büyüktü ki, iki yıl sonra Süveyş Kanalı’nın açılış törenine gitmek için yola çıkan Eugenie, önce İstanbul’a uğradı.

        Sultan Abdülaziz, İmparatoriçe’yi denizde karşıladı, hediyeler verdi, Beylerbeyi Sarayı'nı da kalması için İmparatoriçe’ye tahsis etti.

        Ve bir gece saltanat kayığı ile Beylerbeyi Sarayı’na giderek, geceyi orada geçirdi.

        Artık aralarında ne oldu bilmiyoruz.

        Neyse lafı uzatmayalım, işte bu Hotel du Palais, aslında 3. Napolyon’un Eugenie için yaptırdığı bir villa.

        1854 yılında, Eugenie ülkesi İspanya’ya yakın olsun diye yapılmış.

        Tahttan indirilen 3. Napolyon’un ölümünden sonra Eugenie bu villayı bir bankaya satmış, Banka da burayı otel ve kumarhaneye çevirmiş.

        1903’te bina bir yangın geçirmiş.

        Yanan bölümleri yeniden yapılmış.

        Sonra binanın çoğunluk hissesi Biarritz Belediyesi’ne geçmiş ve hala da öyle.

        5-6 yıldır renove ediliyordu.

        Geçen sene bitti ve tekrar açıldı.

        Bu arada yine dün bahsettiğim “Nouvelle Cuisine”in kurucu babası şef Michel Guerard’ın lokantasının bulunduğu bölge de İmparatoriçe Eugenie’nin adıyla anılan “Eugenie Les Bains” diye bir kasaba ve burası da İmaparatoriçe Eugenie için 1861’de kurulmuş.

        Michel’in eşi toprağı bol olsun Christine’in işlettiği SPA oteli de, Eugenie’nin özel banyosu olarak yapılmış.

        Yani dünden kalan diyeceğim o ki, burada Sarayların, İmparatoriçelerin bile özel plajları yok.

        Torunları falan da ortalıkta dolaşıp, “Burası bizim malımızdı. İsteriz de isteriz” falan diye zevzek zevzek konuşmuyor.

        Özil

        Özil
        0:00 / 0:00

        Mesut Özil...

        Fenerbahçe'yi sosyal medya hesaplarından silmiş, takibi bırakmış.

        Çünkü Fenerbahçe artık kendisini istemiyor.

        "Çocukluk aşkım" dediği Fenerbahçe'yi artık takip etmiyor ama yıllar önce kovulduğu Arsenal'i hala takip ediyor.

        Şaşırdım mı!

        Asla.

        Ben bunun böyle biri olduğunu söylediğimde Fenerbahçeliler çok kızmıştı.

        Şimdi onlar da gördü.

        Ben size söyleyeyim.

        Mesut Özil'in İslami imajı da bence aynı Fenerbahçe aşkı gibi.

        Endonezya'da ticaret yapmak, İslam dünyasında iş kotarmak için.

        Yoksa İngiltere'de iken adı uyuşturucu alemleri ve seks partileri ile anılan birinin İslam'la ne işi olur.

        Ama yakında bir partiden milletvekili adayı olursa da hiç şaşırmam.

        NE ZAMAN ADAM OLURUZ?

        NE ZAMAN ADAM OLURUZ?
        0:00 / 0:00

        Televizyonlarda cin çıkarılan bir ülkede televizyonda bilim programı yapmaya devam etme gücünü bulduğumuz zaman.

        Diğer Yazılar