Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Sesli Dinle
        0:00 / 0:00

        Uzunca bir süredir, Türkiye’de yargının hiç olmadığı kadar yıpratıldığını, siyasi atamalarla, parti teşkilatından isimlerin hakim ve savcı olarak görevlendirilmesi yoluyla, yargıda ciddi sorunlar oluştuğunu söyleyip duruyoruz.

        Daha birkaç hafta önce, birkaç eski hakimle sohbet ederken yeni atanan hakimlerin pek büyük bölümünün bir davayı ele alma konusunda nasıl yetersiz, nasıl acemi olduklarını, yargılama usullerini dahi bilmediklerini konuşuyorduk.

        Fakat biz ne dersek diyelim, hiçbir sözümüz yargının ne hale getirildiğini, yargının kendisi kadar net bir şekilde ortaya koyamazdı.

        Ve işte yargının bitişinin en net ifadesi yine yargıdan geldi.

        Hemen hemen 40 yıla yakın bir süredir gazetecilik yapıyorum.

        Bu sürenin 35 yıldan fazlasını yönetici, 30 yılını ise köşe yazarı olarak geçirdim.

        Bu nedenle de şahsen binlerce dava ile muhatap oldum, mağdur veya müşteki sıfatıyla mahkemeye çıktım, bir o kadarını belki de daha fazlasının dosyasını haber yapma maksatlı okudum.

        Emin olun 40 yıl içinde böylesi bir dava tutanağını, böylesi bir rezaleti ne gördüm ne duydum ne de rastladım.

        Aktarayım, siz de görün, Türk yargısının geldiği daha doğrusu bile bile getirildiği yere hep birlikte ağlayıp, hep birlikte “Fatiha” okuyalım.

        Şanlıurfa’da bir mahkeme. Bir davanın 2. celsesi. Aynen yazıyorum:

        “Belirli gün ve saatte celse açıldı.

        Davacı vekili …. ve davalı vekili ….. duruşmaya katıldı. Açık duruşmaya devam olundu.

        Bilirkişisinin raporunu sunduğu görüldü okundu.

        Raporun son derece yetersiz olduğu anlaşıldı.

        Davacı vekilinden soruldu: Biz masrafını yatıracağız, dosyanın yeni bir bilirkişiye gönderilmesi talep ederiz dedi.

        Bu sırada davalı vekilinin kahvede oturur, garsonla muhatap olur gibi ‘Çok iyi yaparsınız’ diye söz almadan lafa atladığı duyuldu.

        Davalı vekiline düzgün ve nazik davranması gerektiği söylendi.

        Zaten davalı vekilinin içeri girerken kabadayı bir tavırla ‘Selamun aleyküm’ diyerek geldiği, hiç müsaade istemeden yayıla yayıla oturduğu görülmüştü.

        Davayı vekili ihtar edildiği halde kabadayı üslubuna devam etti.

        Davalı vekili mahkeme hakimine hitaben elindeki telefonu sert şekilde masaya vurarak ‘Beni sinirlendirme’ dedi.

        Davalı vekiline bir avukata yakışır şekilde oturması gerektiği söylenmesine rağmen kabadayı davranışlarına devam etti.

        Mahkeme hakimi davalı vekiline ‘Sen dua et burası adliye’ dedi

        Davacı vekiline mahkeme hakimi ‘Gördünüz değil mi elindeki telefonu nasıl sehpaya vurdu’ dedi.

        Davacı vekili ses etmedi.

        Davalı vekili layık olmadığından beyanı alınmadı.

        Dosya incelendi.

        G.D.

        …..’’

        Sevgili okurlar, şaka gibi ama ne yazık ki yukarıdaki bu satırlar Türk milleti adına karar verecek olan bir mahkemenin resmi zaptı.

        Bunu bana ileten yargı mensubuna, “Şaka mı?” dedim.

        Çünkü inanılır gibi değil.

        Hakim, avukata “Sen dua et burası adliye” diyor.

        Üstelik bunu bir de tutanağa geçirtiyor.

        Celsenin hali ise zaten içler acısı.

        Yargının durumu bu…

        Bitik.

        Başka kurumların da çok farklı olmadığını biliyoruz ama bu başka bir şeye benzemez.

        Bir ülkede yargı bitti ise ülke bitmiştir, devlet bitmiştir.

        Ama tabii siz de bana “Yahu sen ne diyorsun. Bir yandan savcı olarak casusluktan yargılanan biri, hakim olarak daha üst göreve atanıyor. Yargı zaten bitmişti” derseniz ona da itiraz etmem.

        Sadece derim ki, “Tabuta bir çivi de Şanlıurfa’da çakılmış”.

        Başta da dediğim gibi, size bana kalan sevabına bir “El Fatihaaaa”.

        Sırayla değil parayla galiba

        Sırayla değil parayla galiba
        0:00 / 0:00

        İktidar mensuplarının ve destekçilerinin sürekli olarak muhalefeti milli olmamakla suçladığı bir ülkede...

        Birisi bana anlatır mı acaba!

        - Dün en ağır kelimelerle suçlayıp, Türkiye’deki darbenin arkasındaki güç ve finansör olduğu ülkelerin liderlerini törenle karşılayıp, memleketin varlıklarını satın almaları için kendileri ile pazarlık yapmak...

        - Kaşıkçı cinayeti nedeniyle en ağır şekilde suçladığımız ve 15 failinin Türkiye’de yargılanmasını istediğimiz bir cinayetin dava dosyasını kapatıp, cinayeti örtbas etmekle suçladığımız ülkeye yollamak...

        - Cinayetin arkasındaki isim olarak gündemde tuttuğumuz kişiyi en üst düzeyde ağırlamak...

        - Türkiye’nin ve İran’ın bölünmesi gerektiğini resmi ağızlarından defalarca beyan etmiş bir ülkenin liderine Türkiye’deki kamu şirketlerini pazarlamak...

        Nasıl bir milliliktir?

        Diyebilirsiniz ki, “Önemli olan ülkenin çıkarlarıdır”.

        O zaman bana buradaki ülke çıkarını anlatınız lütfen.

        Ve bu ülkeleri suçlarken, bu çıkarlar farklı mıydı onu da bir zahmet anlatırsınız arada.

        Madem ülke çıkarları, Türkiye’ye böylesi laflar etmemiş, böylesi bir kötülüğü düşünmemiş Mısır ve Suriye ile niye kavga ettik, onlarla niye barışmıyoruz bunu da bir izah eder misiniz!

        Acaba biri ile barışmak için, yeniden dostmuş gibi görünmek için önemli olan ulusal çıkarlar mı, yoksa o ülkelerin parası olması mı!

        Suriye ve Mısır’ın da etrafa dağıtacak bol parası olsa şimdi Esad ve Sisi de en görkemli şekilde ülkemizi ziyaret edecek miydi!

        Millilik böyle bir şey mi!

        Bu sorulara bir yanıt alabilirsem sonra da “Vizeler kalkacak dediniz yıllarca. Şimdi Avrupa ülkelerine vizeleri kaldırıp duruyorsunuz ama onlar bize uygulamaya devam ediyor. Bu mudur ulusal onur” diye soracağım.

        Yanıtlarını gerçekten çok merak ediyorum.

        Şaşırtıcı olan ders alınması

        Şaşırtıcı olan ders alınması
        0:00 / 0:00

        Hep bu zamanlarda başlıyor, sonra artıyor.

        Geçen yıl da böyle olmuştu.

        İlki bugünlerde çıkmış, sonrası felakete dönüşmüş, tarihimizin en ağır orman kaybını yaşamıştık.

        Geçen yıl da ilk orman yangını Haziran sonunda Marmaris civarında olmuştu.

        Yangın sezonunu uçaksız karşıladığımızı o günlerde galiba ilk ben yazmıştım.

        Bu yıl da sorduk, “Uçak var mı, hazır mıyız” diye.

        Bu yıl da aynı zamanlarda başladı yangınlar ve ilk yangın geçen yıldan daha etkili bir giriş yaptı.

        Geçen yıldan kalan tepkiler de.

        Size şunu söyleyeyim.

        Bu yıl Bakanlık geçen yıl gibi hazırlıksız ya da yanlış hazırlıklı değil.

        Çok net.

        Sosyal medyadaki iddiaların aksine bu yıl hem helikopter var hem uçak.

        Havadan müdahale yine söylenenin aksine sabahın erken saatlerinde, gün doğumunun hemen ardından başlıyor.

        Uçaklar sabah 05.45 gibi ilk müdahaleyi yapıyor.

        Nereden mi biliyorum?

        Çünkü bölgedeki tanıdıklardan, dostlardan anı anına bilgi geliyor.

        Hiçbiri de iktidar destekçisi falan değil.

        Eksik var mıdır!

        Mutlaka vardır.

        Hata yapılıyor mudur!

        Mutlaka yapılıyordur.

        Yangın sürüyor mu!

        Sürüyor, daha da sürebilir.

        Başka yangınlar çıkar mı!

        Kesinlikle çıkar, çıkacaktır.

        Ama belli ki, geçen yıldan bir nebze de olsa ders alınmış ve daha hazırlıklı gibi görünüyoruz.

        Benim için asıl şaşırtıcı olan, ders alınmış olması…

        Bu yüzden de haksızlık yapmayalım.

        Keşke her konuda ders almayı bilmiş olsalardı.

        Hangisi doğru

        Hangisi doğru
        0:00 / 0:00

        Dün ana muhalefet partisi lideri Kemal Kılıçdaroğlu da yangın bölgesine gideceğini açıkladı.

        Hızlı ve doğru bir tavırdı.

        Hemen arkasından CHP'nin önemli isimlerinden Erdoğan Toprak'tan bir sosyal medya paylaşımı geldi.

        İddiasına göre CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu'nun uçağının yangın bölgesine en yakın meydan olan Dalaman'a inişine hava muhalefeti gerekçesiyle izin verilmemişti.

        Buna mukabil Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın uçağına izin verilmişti.

        "Pes" diye düşündük.

        Böyle bir rezalet olamazdı.

        Demek ki, seçim dönemi gelince CHP lideri hiçbir alana indirilmeyecekti. Bu kadarı da olmazdı.

        Ancak hemen ardından CHP liderinin kendi ekibinden bir sosyal medya paylaşımı geldi.

        Dalaman'a inişe izin verilmediği iddiası palavraydı, CHP liderini taşıyan uçak Dalaman'a iniş izni zaten istememişti, çünkü CHP lideri yangın bölgesine Aydın'dan karayolu ile gidecekti. Dalaman iddiası CHP liderinin danışmanı Deniz Demir'e göre asparagastı.

        Ancak işin vahimi asparagas iddianın sahibi CHP Genel Başkan Yardımcısı idi.

        Hep söylediğim gibi, önümüzdeki seçimi iktidara kazandırabilecek tek bir güç var.

        O gücün adı CHP.

        Onlar da belli ki ellerinden geleni artlarına koymayacaklar.

        NE ZAMAN ADAM OLURUZ?

        NE ZAMAN ADAM OLURUZ?
        0:00 / 0:00

        Önce insan olabildiğimiz zaman.

        Diğer Yazılar