Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Sesli Dinle
        0:00 / 0:00

        CHP'li Aykut Erdoğdu'nun başına tatsız bir olay geldi.

        Eşine yalan söylemiş.

        Eşine yalan söylerken, sevgilisini karalamış.

        Son derece sıradan bir durum aslında.

        Böyle çok hikaye duymuşsunuzdur.

        Sonra boşanıp, bir zamanlar paçayı kurtarmak için çamur attığı sevgilisi ile evlenmiş.

        Bu da vakayı adiye sayılır.

        Ama eski eş, sevgili iken karalanan ama daha sonra eş olan kadınla ilgili sözleri kayıt altına alıp sonra da ifşa edince ortaya dört dörtlük bir felaket, aldatanlar siyasetçi olunca da ortaya tam bir felaket çıkmış.

        Daha da felaketi ise Parti Disiplin Kurulu üyesi yeni eşin "Dolarla milletvekilliği satıyorlar" sözü olmuş.

        Aykut Erdoğdu, pek çok evli erkeğin hatta daha ender de olsa kadının başına gelmiş ve gelebilecek bir şeyi yaşıyor.

        Ama Aykut Bey siyasetçi.

        Ve özellikle iddiaların son bölümü çok vahim.

        Bu yüzden de elini çabuk tutup, bir an önce hatta dün istifa etmeliydi.

        Tabii "Dolarla milletvekilliği satıyorlar" diyen eşi de.

        Hatta Parti Disiplin Kurulu üyesi olarak dolarla milletvekilliği satılıyor deyip parmağını kıpırdatmadığı için de ayrıca bir daha istifa etmeliydi.

        Kitap değil ama "Case Study" yazıyorlar

        Kitap değil ama "Case Study" yazıyorlar
        0:00 / 0:00

        “Bir ekonominin en kötü yönetim şekli nasıl olur” diye bir ders bir gün bir üniversitede okutulur mu bilmiyorum ama böyle bir ders koyulursa eğer Türkiye’nin son birkaç yıldaki, özellikle de son dönemdeki hali muhtemelen “case study” ya da “vaka analizi” olarak mutlaka o dersin kitabında yer alacaktır.

        Önce yıllarca güçlü TL diye diye, 1 dolar 1 TL olacak diye kasıla kasıla, tüm uyarılara rağmen devam edeceksin.

        Bu durumda kaçınılmaz bir şekilde ülkenin tüm üretimini dışa bağımlı hale getirecek, ucuz zannettiğin ithalata ölesiye bağımlı hale gelecek, dünyayı saran para bolluğunda dış borcu tüm Cumhuriyet tarihinin toplamının 4 katına çıkaracaksın.

        Sonra işler tersine dönmeye başladığı zaman Hazine’nde biriktirilmiş ne varsa satacaksın.

        Bomboş rezervlerle krize yakalandığın zaman gereğini yapmayacaksın.

        Baktın olmuyor, güçlü TL laflarından vazgeçip güçsüz TL daha iyi bahanesine sığınacaksın.

        Tüm dünya faiz arttırırken faiz indireceksin.

        Faiz indiriminin yanlış olduğu bir günde ortaya çıkınca, kontrol edemediğin bir gizli faiz türü yaratıp “KKM” diye bir şey icat edeceksin.

        Buna rağmen paran değer kaybetmeye devam edince kimsenin ne olduğunu anlamadığı garip bir enstrüman bulacaksın.

        Hiçbir işe yaramayınca bu kez ekonomi ile bağdaşmayan bir kontrol mekanizmasını kredi kontrolü yoluyla uygulamaya sokacaksın.

        Kısa süre içinde onun da hiçbir işe yaramadığını göreceksin.

        Bu arada 6 ay içinde TL’nin değeri bir aşağı bir yukarı oynayıp duracak.

        Dolar 18 TL’den 11 TL’ye düşecek, sonra yeniden 17,5 olacak, sonra 16’ya inecek.

        Buna da ekonomi diyeceksin.

        Yahu bu ülkede istikrar lafını en fazla kullanan, kullanmayı bırak ağzından düşürmeyen iktidar, ekonomide istikrarın önemini bu kadar mı bilmez!

        Bakın beyler, akşamları kimlerle oturup ekonomik kararları konuşuyor, alıyorsunuz bilmiyorum ama önemli olan doların ya da euro’nun kaç TL olduğu değildir.

        Önemli olan bu değerin olabildiğince sabit kalmasıdır.

        1 dolar ister 1 lira olur, ister 1000 TL.

        Çok önemli değildir.

        Önemli olan bu fiyatın sabit olmasıdır.

        Düşünün ihracat yapıyorsunuz.

        Dolar 18 lira iken bir maliyet hesabı yapıyor, işçiliği, ham maddeyi, enerji maliyetlerini hesaba katıyor ve bir fiyat veriyorsunuz.

        İhracatı gerçekleştiriyor paranızı tahsil ediyorsunuz ve o gün alınan bir kararla dolar hızla değer kazanıyor.

        Zarara bakar mısınız!

        Maliyeti en pahalısından, tahsilat en ucuzundan.

        Aynı şey ithalatçı için de geçerli.

        Adam dolar 18 lira iken sipariş vermiş, ödemeyi yapmış.

        Ürün gelmiş.

        Satacak.

        Ama kur düşmüş.

        İndirim yapabilir mi!

        Yapamaz.

        En pahalı halinde almış.

        Bugün dolar ucuz diye sineye çekip ucuza satsa, doların yarın kaç lira olacağı belli değil.

        Sattığını yerine koyma ihtimali yok.

        Satmayıp bekletse stokçu diye peşine düşecekler.

        Bir ekonomi asla böyle yönetilmez, yönetilemez.

        Bir gün inip bir gün çıkan öbür gün bir daha bunu yapan bir kurdan hiç kimse memnun olmaz.

        Yok yok yanlış söylemeyeyim.

        Böyle bir şeyden sadece kurun ne zaman düşüp ne zaman yükseleceğini bilen biri memnun olabilir.

        Çok değil sadece 1 milyon dolarını cuma satıp, pazartesi alarak bir hafta sonunda 1 milyon TL kazanır.

        1 milyar dolar ile bu kazanç 1 milyar TL olur.

        Gerçek sanayici, üretici ise batar.

        Önce öğrencilerin borcunu affedin

        Önce öğrencilerin borcunu affedin
        0:00 / 0:00

        Geçen gün öğrenci affı ile ilgili Celal Şengör’ün görüşlerini aktardım.

        Tam olarak katılıyor muyum, katılmıyor muyum emin olamıyorum.

        Ama emin olduğum bir şey var.

        Öğrencilere bir af getirilecekse eğer bu başarısız öğrencilerden önce başarılı öğrencilere getirilmeli.

        Üniversiteyi bitirmiş, hayata atılmaya hazırlanan ya da atılmış öğrencilere getirilmeli.

        Lafı uzatmadan söyleyeyim, öğrencilerin kredi borçları affedilmeli.

        Bugün yüz binlerce öğrencinin Kredi ve Yurtlar Genel Müdürlüğü’ne kredi borcu var.

        Dar gelirli ailelerin çocukları, üniversite eğitimlerini sürdürebilmek için devletten cüzi de olsa krediler kullanırlar.

        Mezun olduktan sonra da bu kredileri geri ödemeye başlarlar.

        Ancak ülkenin hali ortada.

        Genç işsizliği yüzde 30’larda.

        Mezun olan gençlerin büyük bölümü iş bulamıyor.

        Hala aileleri ile birlikteler.

        İş bulan şanslıların aldığı ücretler ise ortada. Çoğu yoksulluk sınırının altında olan asgari ücrete bakıyor.

        Hal böyle olunca, bu çocukların aldıkları kredileri geri ödemeleri oldukça zor.

        Zaten ödeyemiyorlar da.

        Ödeyemeyince de “Devlet baba” ile karşılaşıyorlar.

        Ama bu şefkatli bir baba olmuyor, tam aksine güçlü ve laf dinlemez bir mafya babası gibi gençlerin üzerine geliyor.

        Çocuklar hayata borçlu atılıyor, hacizlerle boğuşuyorlar.

        Madem gençler için bir şey yapmak istiyorsunuz.

        O zaman bu çocukların kredi borçlarını affedin.

        En azından faizsiz bir biçimde beş yıl, on yıl erteleyin.

        Bu evlatlarımızın yıllardır milyar dolarlar akıttığınız, evlenmeleri için çeyiz hediye ettiğiniz, hastanelerde beleşe baktığınız Suriyeliler kadar değeri yok mu!

        Hadi Suriyeliler kadar yok.

        Peki milyarlarca dolarlık vergi borçlarını affettiğiniz, milyarlarca euro’luk kira borçlarını 25 yıl ertelediğiniz 5-6 müteahhit kadar ederi yok mu!

        Arkanıza bir Volkswagen minibüs park ederek gençlerin sorunlarını çözdüğünüzü zannetmeye devam mı edeceksiniz!

        Sınırda OHAL varmış, haberimiz yokmuş

        Sınırda OHAL varmış, haberimiz yokmuş
        0:00 / 0:00

        Yaklaşık 28 yıl önceydi.

        Sana 1994.

        Doğu ve Güneydoğu’daki OHAL zamanları.

        Devlet, Tunceli’de gayrı resmi bir gıda ambargosu uyguluyordu.

        Kentte gıda satışları kontrol altına alınmıştı ve kısıtlanmıştı.

        Çünkü devlet burada satılan gıdaların, dağdaki teröristlere gittiğine inanıyordu ve bu yüzden de Tunceli halkı açlığa mahkum edilmişti.

        Ancak bu gayrı resmi ve gayrı yasal gıda ambargosu bir yandan da gizleniyor, inkar ediliyordu.

        Tunceli halkı ise inim inim inliyordu.

        İddiaları araştırmak ve gerçekten bir ambargo var mı yok mu görmek üzere Tunceli’yi gitmeye karar verdim.

        Teke Tek’in yapımcısı ve çok sevgili dostum Fatih Aksoy’la birlikte Diyarbakır’a gittik.

        Oradan bir otomobil kiralayıp, Tunceli’ye doğru yola çıktık.

        Dönemin OHAL Valisi Ünal Erkan, “Gitmeyin” dedi.

        Dinlemedik.

        Yola çıktık.

        Her birkaç kilometrede bir durdurularak, sürekli aracımız aranarak, türlü tehdit altında Tunceli’ye vardık.

        Tunceli’nin girişindeki köprünün üzerinde iki Shortland dedikleri zırhı araç ve önlerinde bir polis aracı bizi bekliyordu.

        Onların önünde ise Tunceli Emniyet Müdürü.

        Gayet kibarca “Fatih bey, rica ediyoruz geri dönün” dedi.

        Anayasa’dan, seyahat özgürlüğünden söz ettim.

        Güldü.

        Biz tartışırken Vali Atıl Üzelgün aradı.

        Bizi Garnizon Komutanlığı’na davet etti.

        Orada Vali ve Garnizon Komutanı ile buluştuk.

        Sonunda uzlaştık.

        Kente girdik.

        Bir dedikodu olan gıda ambargosunu belgelediğimiz gibi, kentteki acılara da ışık tuttuk.

        Birkaç hafta sonra Ünal Erkan aradı.

        Program için teşekkür etti.

        Ve beni devletin Tunceli’de yaptıracağı Cemevi’nin temel atma törenine davet etti.

        Bu meseleyi işlediğimiz Teke Tek o yıl Uluslararası İnsan Hakları Raporu’nda yer aldı.

        Bunu niye mi anlattım?

        Dün bir milletvekilini, bu ülkenin bir kentine sokmadılar.

        Uzun pazarlıklar sonucunda ancak gece vakti Ümit Özdağ Hatay’a girebildi.

        Teröristlerin, Suriyelilerin, kaçakçıların elini kolunu sallayarak girebildiği kente bir milletvekili nasıl giremez demeyeceğim.

        Diyeceğim odur ki, ülkenin bir bölümünde farklı bir OHAL ilan edilmiş.

        Sanki 1990’ların başındayız.

        Veri yok ki, açıklasınlar

        Veri yok ki, açıklasınlar
        0:00 / 0:00

        Sağlık Bakanlığı’nın COVID verilerini haftalardır açıklamaması eleştiriliyor.

        Ben size söyleyeyim niye açıklayamadıklarını.

        Çünkü ellerinde gerçek veri yok.

        Son birkaç hafta içinde pek çok arkadaşım, tanıdığım COVID’e yakalandı.

        Bir teki bile kayıt altına alınmadı.

        Bir tekine bile bir işlem yapılmadı.

        Sağlık Bakanlığı’ndan bir teki bile aranmadı.

        Bir tekine bile temaslıları sorulmadı.

        Bir tekine bile ilaç yollanmadı.

        Bir teki bile karantinaya alınmadı.

        Hepsine tek söylenen “Evinizden çıkmayın” cümlesi oldu.

        Sağlık Bakanlığı artık COVID hastalarını takip etmiyor, verilerini toplamıyor, filyasyon yapmıyor, temaslı taraması yapmıyor.

        Bu yüzden de ortada bir veri yok.

        Olmayınca da açıklayacak bir şey de yok.

        Çok zorlarsanız palavradan bir şeyler açıklarlar belki ama o da inandırıcı olmaz.

        Avrupa’da da vakalarda büyük artış gözlemleniyor ama buralarda da durum farklı değil.

        Önlemler kaldırılmış vaziyette.

        Ne maske var ne kapalı yerlerde bir kısıtlama.

        Her yerde COVID’e artık grip hatta nezle muamelesi yapılmaya başlanmış.

        Tek dikkat edilen şey, ülkeye dışardan vaka gelmemesi.

        Ama ona bile fazla ciddi bakan yok.

        NE ZAMAN ADAM OLURUZ?

        NE ZAMAN ADAM OLURUZ?
        0:00 / 0:00

        Herkesi aptal zannetmediğimiz zaman.

        Diğer Yazılar