Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Sesli Dinle
        0:00 / 0:00

        Sedat Peker’in aylardır anlattıklarını herkes gibi ben de merak ve ilgi ile izliyorum.

        Bu anlatılanlara karşı yaprak kımıldamamasını ise herkes gibi ben de garip buluyorum.

        Yine de anlattıkları tarihe not düşüyor.

        Söylediklerinin pek çoğu aslında bilinen, konuşulan, duyulan, dedikodusu yapılan ama belgesi olmadığı için yazılamayan şeyler.

        Belli ki, Peker’de bunların bazılarının belgesi de mevcut.

        Son tweet dizisinde anlatılanların aşk meşk tarafları çok konuşuluyor olsa da beni asıl ilgilendiren işin o tarafı değil.

        Bana göre kimseyi de ilgilendirmemeli.

        Sonuçta ortada bir kamu menfaati söz konusu değil.

        Ancak yine de bir konu galiba sadece benim ilgili çekti.

        “Tahsisli plaka” meselesi.

        Bir spiker kadın, siyasi gücü olduğunu düşündüğü sevgilisinden “tahsisli plaka” istiyor.

        O da gerçeği edinmek pahalıya mal olur diye sahtesini bastırıp sevgilisi kadının otomobiline taktırıyor.

        Böyle bir şeyi ilk kez duyuyorum, ilk kez görüyorum.

        Türkiye Cumhuriyeti Devleti başta PKK ve birtakım İslamcı terör gruplarının tehdidi altında olduğum için bana 25 yıl boyunca koruma tahsis etti.

        Bir gün bile aklıma “tahsisli plaka” istemek gelmedi.

        Bırakın istemeyi, teklif etseler “Ne haddime” diye reddederdim.

        Ama gelinen noktaya bakın ki, bir spiker bunu istiyor.

        Hadi bu da olabilir.

        Sevgilisi bunun sahtesini bastırıp veriyor.

        Bu ortaya çıkıyor.

        Tık yok.

        Kimseden tık yok.

        Ne bir araştırma, ne bir soruşturma, ne bir sahtecilik incelemesi.

        Bu işin bir boyutu.

        Bir başka boyutu ise kim olduğunu, ne iş yaptığını bilmediğim, adını bir otele çökme olayı nedeniyle duyduğum bir işadamına “tahsisli plaka” verilmiş.

        Daha bilmediğimiz kimlere verilmiş Allah bilir.

        Biz otomobilimizin muayenesini bir gün geç yaptırsak, trafik sigortasını üç gün geciktirsek cezayı yapıştırıp, otomobilimizi bağlayan devlet, kim bilir kimlere sahte plaka ile dolaşma hakkı vermiş.

        Yahu bu ülkenin gerçekten çivisi çıkmış be.

        Hakikaten bitmişiz.

        Emin olun okeye dönüyoruz.

        Edep aramıyorsanız adam haklı

        Edep aramıyorsanız adam haklı
        0:00 / 0:00

        Herkes adama kızdı ama ben çok da haksız bulmadım.

        Bahsettiğim kişi, AK Parti’nin yani iktidarın Elazığ Milletvekili Zülfü Demirbağ.

        Uzun süredir “iktidarın” yanında.

        AK Parti’nin pek çok önemli ismi gibi İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nden başlayan iktidara yakınlık, milletvekili olarak sürmüş.

        Ama artık isyanda.

        Yok yok memleketin haline değil.

        Kendi haline.

        “İstanbul Belediyesi’nden danışmanlık ve yönetim kurullarında üyelikler yaparken daha iyi para kazanıyordum. Milletvekili maaşı yetmiyor” demiş ve 40 bin TL milletvekili maaşını komik bulmuş.

        Haklı mı!

        Bence haklı.

        Mayıs ayı itibarıyla “yoksulluk sınırı”nın 20 bin TL olduğu bir ülkede 40 bin TL milletvekili maaşı azdır.

        Ben yıllardan beridir milletvekillerinin iyi maaş almaları gerektiğini söyledim hep.

        Ama liderin değil, milletin vekili olmaları kaydı şartı ile.

        Milletvekili olabilmek için milyonlar harcayanları ise hiç ama hiç anlamadım.

        Peki Batı’da bu milletvekili maaşları nasıl?

        İsterseniz ona da bir bakalım.

        Bizim milletvekili maaşı hemen hemen 2 bin 300 Avro’ya denk geliyor.

        Asgari ücret ise 260 Avro desek, hemen hemen 9 asgari ücret.

        Komşumuz Bulgaristan’da milletvekili maaşı 3000 Avro.

        Asgari ücret ise 311 Avro. O da 9,5 asgari ücret gibi.

        Daha gelişmiş ülkeler bakarsak.

        Mesela Almanya.

        Milletvekili maaşı 10 bin Avro. 1600 Avro olan asgari ücretin 6,25 katı.

        Fransa’da milletvekili maaşı 7200 Avro. Ortalama 1540 Avro olan asgari ücretin 4,6 katı.

        Yani anlayacağınız milletvekili şikayet ediyor ama ortada bir haksızlık yok.

        Sorun maaşta değil, sorun ülkenin halinde.

        Ve Türk milletvekilleri oransal olarak Fransız ya da Alman milletvekillerinden daha yüksek maaş alıyor.

        Ve tabii Türkiye’de milletvekilleri enflasyondan ötürü giderek daha fakirleşiyor.

        Ama sorun şu ki, en azından iktidar milletvekilleri bu ekonomi politikasını destekledikleri için, bu fakirleşmeyi de hak ediyorlar.

        Üstelik de maaşından şikayet eden Elazığlı vekil, çok değil birkaç ay önce “2 kilo yerine yarım kilo et alacağız, iki kilo domates yerine 2 domates alacağız" diyerek fakirlikle mücadele dersi veriyordu.

        Bu dersi verip, vatandaşın aldığından misli misli maaşı az bulan vekile maaştan daha fazla gereken şey edep.

        Bundan böyle o da 10 kilo et yerine 2 kilo alıversin.

        Bir kasa yerine 2 kilo domates alsın.

        Diplomasi zaferi

        Diplomasi zaferi
        0:00 / 0:00

        Türkiye’nin diplomatik zaferi sonucunda terör örgütlerine karşı tavır almayı kabul eden bir bu sayede Türkiye’nin NATO’ya girişlerine onay verdiği ülkelerden İsveç’te dün ne vardı biliyor musunuz!

        PKK gösterisi.

        Öcalan bayrakları ile yürüyüş.

        Ama şimdi adamlara bir şey demeye kalksak, "Söz vermiştiniz. Bu ne iş" falan diyecek olsak “Ne var canım, siz de devlet televizyonunda adamın mesajını okutmadınız mı, terörden mahkum kardeşiyle devlet televizyonunda röportaj yapıp yayınlamadınız mı?” deseler, verecek yanıtımız yok.

        Memlekete hoş geldin

        Memlekete hoş geldin
        0:00 / 0:00

        Tatilin ilk bölümünü bitirip dün itibarıyla memlekete döndüm.

        Oh be…

        Medeniyete kavuştum.

        Şişli’den gazeteye gitmek için taksi beklemeye başladım.

        Önümden bomboş en az 20 taksi geçti.

        Birine bile binmeyi başaramadım.

        Evet. Dünyanın tüm büyük metropollerinde taksi bulmak zordur ama taksiler dolu olduğu için zordur. Boş taksinin müşteri almadığı metropol yoktur İstanbul’dan başka.

        Ben taksi beklerken, ters yönden gelen bir motorlu kurye gelip çarptı.

        Gidonu bacağıma saplanacaktı.

        Süren çocuğa “Ne yapıyorsun evladım, delirdin mi tersten gelinir mi?” diye sertçe çıkıştım.

        Öyle bir küfür etti ki. Kulaklarıma inanamadım.

        Elimi kaldırdım, bir tane patlatacaktım.

        Durdum “Fatih Altaylı kurye çocuğu dövdü” haberleri canlandı gözümde.

        “Hadi git başımı belaya sokma” dedim.

        Sunturlu bir küfür daha yedim.

        Kim bilir belki de canımı kurtardım. Muhtemelen bıçak çekip bir tarafıma saplayabilirdi de!

        Ardından bir taksiye attım kendimi.

        Sürücü “Maslak tarafına gidiyorum. Yolum üzerindeysen bin. Yok değilsen in” dedi.

        İndim.

        Yürümeye karar verdim.

        Nargile kafeler arasında, tek kelime Türkçe duymadan, sanki bir Arap şehrindeymiş gibi gazeteye kadar geldim.

        Gazetenin yakınında karşıdan karşıya geçerken, duran bir otobüsün şoförünün camdan salladığı tükürükten bir vücut hareketi ile son anda kurtuldum.

        Gazetede işlerimi hallettikten sonra gazeteden otomobili alıp çıktım.

        100 metre gitmeden tek yönlü yolda tersten gelen bir otomobille burun buruna geldim.

        İnatlaşmamak, kavga etmemek için mecburen 50 metre geri geri gidip yol verdim.

        Kırmızı ışıkta bekleyip, U dönüşü yaparken ters yönden gelen bir martı ve üzerindeki iki kişiyle çarpışmaktan son anda acı bir fren yaparak kurtuldum.

        Eve giden tek yola park etmiş ve bütün yolu bloke ederek içindeki malları indiren kamyoneti 10 dakika kadar bekledikten sonra eve ulaşabildim.

        Tam eve girecekken kaldırımdaki köpek pisliğine bastım.

        Sonuçta hoş bulduk.

        Memlekete dönmek böyle bir şey işte.

        NE ZAMAN İNSAN OLURUZ?

        NE ZAMAN İNSAN OLURUZ?
        0:00 / 0:00

        Olan bitene şaşırmaya başladığımız zaman.

        Diğer Yazılar