Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Sesli Dinle
        0:00 / 0:00

        Ne zaman ekonomide işler iyi gitmiyor diyecek olsak, bir troll ordusunun “İhracatta rekorlar kırıyoruz. Cumhuriyet tarihinin en yüksek ihracat rakamlarına ulaştık. Bunu çekemiyorsunuz" nidaları ile karşılaşıyoruz.

        Keşke daha çok ihracat yapabilsek.

        Keşke yaptığımız ihracatın katma değerini yükseltebilsek.

        Keşke ihracattaki yüksek teknoloji ürünü payını yıllardır azaltacağımıza, yıllardır yükseltebilsek.

        Ama ne yazık ki, ülkenin gerçekleri bunu göstermiyor.

        İhracatın ithalatı karşılama oranı her geçen yıl azalıyor.

        Dış ticaret açığı bir türlü kapanmıyor.

        Bu iş trollükle olmuyor.

        Doğru, ihracatımız rekorlar kırıyor da…

        Peki ya ithalatımızın eli armut mu topluyor?

        Ne yazık ki, ihracatımızın kırdığı her rekora karşılık, ithalatımız daha iyi derece ile bir başka rekor kırıyor.

        Gelin son iki ayın ihracatını ve ithalatını karşılaştıralım.

        İhracat rekoru kırdığımız Mayıs ayında Türkiye’nin ihracatı yüzde 15.2 artışla tam 18 milyar 973 milyon dolar olmuş.

        Peki aynı ay ithalatımız ne olmuş? O da yüzde 43.8 artışla 29 milyar 652 milyon dolara yükselmiş.

        İhracattaki artış ile ithalattaki artış arasındaki fark üç misli ithalat lehine.

        Bir aylık dış ticaret açığı 9 milyar Amerikan doları.

        Peki bu Mayıs ayına özel tedrici bir durum mu?

        Gelin Nisan’a bakalım.

        Nisan ayında da ihracatımızdaki artışın oranı yüzde 24.6, ithalatımızdaki artışın oranı ise yüzde 39.9.

        2022’nin ilk beş ayında bir önceki yılın aynı dönemine göre ihracat artışımız yüzde 20,4.

        İthalat artışımız ise yüzde 40.9.

        Evet, dedikleri gibi ihracat rekorlar kırıyor.

        Ama ithalat da rekorlar kırıyor.

        Ve aradaki makas ithalat lehine giderek açılıyor.

        Biriyle sabahtan akşama, akşamdan sabaha övünüp, diğerini ise hiç gündeme getirmemek vatandaşı enayi yerine koymaktır.

        Şu anda dua edilmesi gereken yer turizm ve turizmcilerdir.

        Ve ambargolar nedeniyle Türkiye’ye mahkum olan Rus turistlerdir.

        Turizm de olmasa

        Turizm de olmasa
        0:00 / 0:00

        Turizm demişken, Kültür ve Turizm Bakanı’ndan söz etmemek olmaz.

        Muhtemelen kabinenin AK Parti örgütü tarafından en istenmeyen Bakanı olan Mehmet Ersoy, bana göre kabinenin en başarılı ve işini en iyi bilen bakanı.

        Bu yıl Rus-Ukrayna savaşı ile çıkan krizi ve bu krizin Türk turizmine yönelik olumsuz etkisini çok başarılı bir şekilde negatiften, pozitife çevirmeyi başaran kişi ya da ekip Turizm Bakanı ve takımı oldu.

        Şu anda Antalya lebalep Rus turist dolu.

        Üç ay önce “Acaba bu yıl açmasak mı?” diyen tesislerin tamamı dolu.

        Fiyatlar düşmek bir yana yükselmiş vaziyette.

        Lüks tesislerde, Avrupa’daki tesislerin fiyatlarına yakın fiyatlı odalar ve villalar bile dolu.

        Bodrum gibi daha çok yerli zenginlerin tercih ettiği bölgelerde bile alışılmışın çok ötesinde bir Rus, üstelik de çok zengin Rus yoğunluğu var.

        Geceliği 30 bin Avro olan çok özel oteller bile sezon sonuna kadar tüm kapasitelerini satmış vaziyette.

        Üstelik sadece Rus değil, diğer Avrupa ülkelerinden de çok ciddi oranda turist Türkiye’yi tercih ediyor.

        Bu başarının en önemli mimarı ise Turizm Bakanı Ersoy.

        Rusya-Ukrayna krizi patladığı anda öncelikle turizm yatırımcılarını ve Bakanlığın dikkatini Avrupa’ya çevirdi. Turizm yatırımcılarını “tek seçenek Ruslar değil”e getirdi.

        Bir yandan diğer alternatifleri geliştirmeye çalışırken, Bakanlık olarak Rusya’ya da odaklandı.

        Diğer bakanlıklarla koordineli olarak ambargo koşullarına rağmen nasıl turizm yapılabilir planlarını geliştirdi.

        En önemli sorun olan taşıma meselesini THY ve yerli havayolu şirketleri ile birlikte çözdü.

        Daha önce var olmayan bir kapasite yaratarak Rus turistleri Türkiye’ye taşıma yollarını buldu.

        Yukarıdaki yazıda belirttiğim dış ticaret açığının en azından yaz aylarında kapanmasında Turizmcilerin ve Turizm Bakanlığının bu çabalarının payı büyük.

        Ancak tabii bunun bir de bedeli var.

        Belki siz de farkındasınız artık Türkler, Türkiye’de tatil yapamıyor.

        Fakir Uzakdoğu ülkelerine döndük.

        Tayland, Vietnam, Kamboçya gibi.

        En güzel tesislere sahibiz.

        Ama ortalama vatandaşlarımız o tesislere ancak garson, aşçı, temizlik görevlisi, kat görevlisi olarak girebiliyor.

        Ve bu ekonomik gidişatla yakın bir gelecekte girmemiz pek de mümkün görünmüyor.

        En azından bu tesislerde şimdilik yatırımcılarımız ve yöneticilerimiz yerli.

        Pek yakında onlar da yabancı olunca sakın şaşırmayın!

        Stabilite

        Stabilite
        0:00 / 0:00

        Eski Türkiye yeni Türkiye falan palavra.

        Türkiye aynı Türkiye ve filozofun söylediğinin aksine aynı suda iki kere yıkanabildiğiniz ender yerlerden biri.

        Yine bir operasyon.

        Yine dolandırıcılık iddiaları.

        Yine aynı isimler.

        Yine Erol Evcil.

        Değişti zannediyorsunuz, değişmiyor Türkiye.

        Yenileri de geliyor ama Erol Evcillerden, Jet Fadıllardan kurtulamıyoruz.

        O yüzden Türkiye'nin değişiminden çok da umutlu olmamak gerek.

        Ne olumlu yönde, ne olumsuz yönde.

        Serdar'ın deney tüpü

        Serdar'ın deney tüpü
        0:00 / 0:00

        Serdar Turgut’a kızsam mı gülsem mi bilemiyorum.

        Yok yok ekonomi ile ilgili “Ekonomi kötü ise lokantalar niye dolu, niye otomobil satılıyor, niye millet para harcıyor” şeklindeki yazılarına değil.

        Dini cemaatlerle ilgili yazılarına.

        Serdar, bu kez de İsmailağa cemaati üzerinden, devlet ve dini cemaatler ilişkisi üzerine bir yazı yazmış ve cemaatlerle devletin ve toplumun diğer kesimlerinin bir diyalog içinde olmasının yararlarından söz etmiş.

        Ben Serdar Turgut’un yerinde olsam, bu konularda pek de kalem oynatmazdım.

        Bu işlerle işi olmaz ama bu meselelerin gerçek hayattaki anlamını ve niyetini çözmekten uzak, “in vitro” bir bakışı vardır.

        Ve deney tüpü elinde patlamıştır.

        Aynı deneyi farklı cemaatler üzerinden yapmanın pek de alemi yoktur.

        O tüpün devletin elinde ve hatta Gülen vakasında olduğu gibi içinde patlamasını engelleyen tek şey laikliktir.

        NE ZAMAN İNSAN OLURUZ?

        NE ZAMAN İNSAN OLURUZ?
        0:00 / 0:00

        Edepli olmak zafiyet olmadığı zaman.

        Diğer Yazılar