Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Sesli Dinle
        0:00 / 0:00

        AK Parti’nin en başarılı olduğu alan gibi görünen sağlıkta da artık çöküş başladı.

        Gelin bir kamu hastanesine gidelim.

        İçeride yüzlerce Suriyeli, Afganlı göçmen.

        Randevu ile gelen Türk vatandaşlarının doktora, hekime ulaşması bile mümkün değil.

        Hadi ulaştılar.

        Canından bezdirilmiş, tehdit ve tehlike altında çalışmaktan bunalmış, yoğunluktan fenalık geçiren bir hekimle performans kriterinden ötürü birkaç dakikalık kısa bir görüşme.

        Sonrasında doktorun radyolojik tetkik isteği ile odadan çıkma.

        Ardından haftalar hatta aylar sonrasına verilen bir radyoloji randevusu.

        Giderek artan katılım payları.

        Bulunmayan ilaçlar.

        Eczanelerin ilaçlar için istediği giderek artan ve ödenemeyecek noktaya gelen fark ücretleri.

        Bu tablonun anlık ve görünün yüzü.

        Görünmeyen yüz ise daha tehlikeli.

        “Giderlerse gitsinler” denilerek hakarete uğrayan doktorlar, devlete olan saygılarından olsa gerek bu “Gitsinler” emrini ciddiye almışlar.

        Gidiyorlar.

        Hem de giderek artan bir süratle.

        2012 yılında yani 10 yıl önce yurt dışında çalışabilmek için Türk Tabipler Birliği’nden iyi hal kağıdı alan doktor sayısı 59 olmuş.

        Ancak “Giderlerse gitsinler” emrinden sonra sayılar patlamış.

        2021’da 1405 hekim yurt dışında çalışabilmek için TBB’ye başvurmuş.

        2022’nin sadece Mayıs ayındaki başvuru sayısı 200’ü aşmış durumda ve TBB verilerine göre bu yıl da 1709 hekim Türkiye’yi terk edecek.

        Ve tahmin edeceğiniz üzere, gidecek olanların büyük bölümü de en iyiler olacak muhtemelen.

        Uzun vadede Türkiye’de yaşamayı düşünüyorsanız, çocuklarınızın ve torunlarınızın bu ülkede yaşayacağını ümit ediyorsanız bu sayılar sizi korkutmalı.

        Yok eğer bana ne bu ülkeden diyorsanız.

        Vurun arkalarına rahvan gitsinler!

        Yeni "Yetmez ama evet" ortaklığı

        Yeni "Yetmez ama evet" ortaklığı
        0:00 / 0:00

        Siyasal İslamcıların ve her kritik dönemeçte İslamcılarla “Yetmez ama evet” işbirliğine giren liboşların çıkarcı romantizmi göçmen sorununu perdelemeye, gündemden düşürmeye yetmiyor.

        Hatta tam aksine onların göçmen yanlısı tavrı ve onlardan korkan “dandik muhalefetin” bu konudaki tavırsızlığı, Zafer Partisi ve liderinin yükselmesine ve bu yükselişten gaza gelerek giderek daha radikal bir göçmen karşıtı söylem tutturmasına neden oluyor.

        Göç dalgasının kontrol dışı kaldığı ilk günden bu yana bunun uzun vadede büyük bir sorun hatta ulusal güvenlik ve beka sorunu olacağı konusunda siyaseti uyaran benim gibiler ise kuyruğu dışarıda, kimi fondaş sözde aydınlar tarafından “faşistlikle” suçlanıyoruz.

        Ancak ülke dengelerini bozacak oranda göçe karşı dünyanın her yerinde tepki var.

        Suriyeli göçünde Türkiye, Avrupa’ya kendini siper ettiği için bu göçün ağır tablosu ile karşı karşıya kalmayan ve sadece Almanya’ya yılda 100 milyar avroluk bir fatura çıkarması muhtemel bu göçü Türkiye’ye üç beş milyar avro atarak çözen Avrupa Birliği ise şimdi göç gerçeği ile yüzleşmek zorunda kalıyor.

        REKLAM

        Ve Türkiye’nin Suriyelilerle yaşadığını, şu anda Avrupa Ukraynalı mülteciler sayesinde hissetmeye başladı.

        Rusya’nın Ukrayna’ya saldırısı sonrası 3.5 milyon Ukraynalı Polonya’ya geçti.

        Ve daha birkaç ay geçmeden Polonya’da ve tabii tüm Avrupa’da rahatsızlıklar başladı.

        Türkiye’nin 11 yıldır çektiği göçmen sorununa, birkaç ay dahi katlanamayan AB üyesi Polonya’da birkaç gün önce göçmen karşıtı büyük bir gösteri yapıldı.

        On binlerce Polonyalı ellerinde Polonya bayrakları ile yollara ve meydanlara çıktı.

        Sloganları ise “Burası Polonya, Ukrayna değil” idi.

        Ve ne Polonya medyasında ne de Avrupa medyasında bir tek kişi bile çıkıp “Polonyalı faşistlerden göçmen karşıtı eylem” demedi.

        Üstelik de, Polonya’ya kaçan Ukraynalı göçmenler ne toplu taşıma vasıtalarında Polonyalı kızların eteklerinin altını videoya alıyor, ne Varşova’da gettolaşarak kendi kültürlerini buralara yayıyor, ne Leh alfabesini tanımayarak, Polonya’da Ukrayna’nın Kiril alfabesini kullanıyor, ne de suç çeteleri oluşturarak asayiş sorunu yaratıyordu.

        Polonya’daki bu göçmen karşıtı gösteriler ne yazık ki, Türkiye’de haber bile olmuyor.

        Çünkü toplumda büyük bir rahatsızlık yaratan göçmen meselesini, küçük ama azgın bir azınlık yok sayıyor ve yok saydırıyor.

        İlginç olan toplumda yarattığı tüm sıkıntıya ve karşıtlığa rağmen, tek bir oy için her şeyi yapmaya hazır görünen iktidar bu konuda halktan gelen tepkileri duymazdan geliyor.

        Bu da “Bu göçmen işinin arkasında bir iş var” duygusunu güçlendiriyor.

        Sözde liberallerin bu konudaki tavrı da üzerine koyulduğu zaman sanki bir dönemin “Yetmez ama evet” işbirliği benzeri yeni bir işbirliği izlenimi doğuyor.

        Rezilliğin arşı alası

        Rezilliğin arşı alası
        0:00 / 0:00

        Sedat Peker yine sarstı.

        Yine vahim bir iddia.

        Aslında iddia da değil, daha ötesi... İtiraf ve tanıklık.

        Ve ne yazık ki, yine sıfır tepki.

        Bu iddia Türkiye Cumhuriyeti’nde benim duyduğum en rezil olaylardan birini anlatıyor.

        Türkiye’de Dışişleri Bakanlığı dahil önemli bakanlıklar ve başbakanlık yapmış biri, üstelik de ana muhalefet partisi lideri olduğu dönemde o sıralarda henüz 26 yaşında olan bir suç örgütü üyesi ya da liderinin şantajına maruz kalıyor.

        Şantaj yapan suç örgütü üyesi ile pazarlık yapıyor ya da yaptırıyor.

        Bu pazarlık sonucunda bu kişiye 5 milyon dolar rüşvet veriyor.

        Dahası yine bu pazarlık sonucu suç örgütü üyesi hapisten salıveriliyor.

        Aracı ise o zamanlar Mesut Yılmaz’ın en yakın işadamı olan ve her iktidara yakın olmayı başaran Mehmet Cengiz.

        Adı geçen bir diğer kişi ise Kamuran Çörtük.

        Bu benim hayatımda duyduğum bir devlet adamının, bir siyasetçinin içinde olduğu en rezil işlerden biri.

        Ve ilginçtir, kimsede bir şaşırma falan yok.

        Bu çok açık biçimde toplumsal çürümüşlüğün işareti.

        Peker tarafından dile getirilen magazin ve seks mevzuları bile bu rezillikten daha fazla ilgi topluyor, tepki görüyor.

        Ben ise bu olayda adı geçen hemen herkesle zaten o dönemlerde papaz olmuşum.

        Mesut Yılmaz’ı en fazla eleştiren gazeteci olmuşum, Kamuran Çörtük ile defalarca karşı karşıya gelmişim, hakkımda davalar açmış. Aleyhinde yazdıklarım arşivlerde duruyor.

        Mehmet Cengiz ile vaziyetimiz ise malum, neredeyse yumruklaşacak hale gelmişiz.

        Yani anlayacağınız bu satırların yazarının durduğu yer başından beri belli.

        Sonunda bu yere gelenlere de hoş geldin diyoruz.

        Geç olsun ama güç olmasın.

        Son söz olarak şunu da söylemek isterim.

        Ertuğrul Özkök’ü çok eleştirdim, çok ağır yazılar yazdım hakkında.

        Ama Sedat Peker’in bahsettiği olayda adı geçen kişilerden prim aldığını hiç ama hiç zannetmiyorum.

        Ama Peker bunu da belgelerse.

        Vah ki vah!

        Ağlatan gençler

        Ağlatan gençler
        0:00 / 0:00

        Üniversitelerin yönetimleri ne kadar tel tel dökülüyor ve üniversitenin evrensel anlamını bilmekten ne kadar uzaklaşarak umutlarımızı kırıyorsa, üniversiteli gençlerimizin en azından bir bölümü o kadar umutlarımızı yeşertiyor, korkularımızı azaltıyor.

        İstanbul Üniversitesi’nin mezuniyet töreninde pırıl pırıl bir genç kızımız çıkıp meydan okuyor.

        Üniversite yönetiminin baskısına, tepkisine rağmen bir adım geri atmıyor.

        Konuşuyor.

        Arkadaşları da ona destek veriyor.

        Bir başka üniversitede, okul birincisi mezuniyet töreninde okul yönetimine ve akademiyaya ders niteliğinde bir konuşma yapıyor.

        Üniversiter özgürlükten, akademinin siyasete değil, bilime kulak vermesi gerektiğinden olabildiğince nezaketle bahsediyor.

        Okul yönetiminin kendisini kürsüden indirme ve susturma çabasına kibarca kulak asmazken, törene katılan diğer öğrencilerin yoğun desteği ile yöneticiler konuşmasını tamamlamasına izin vermek zorunda kalıyorlar.

        Ve öğrenci sözlerini Atatürk’ün cümleleri ile tamamlıyor.

        A mıdır, B midir, Z midir, Y midir hangi kuşaktır bilmem ama çok umut veren bir gençlik geliyor.

        Güvenimizi arttırıyor.

        Bu satırları yazarken gözlerimi yaşartıyor.

        Ne yaşartması basbayağı ağlatıyor beni.

        Var olun çocuklar.

        Yok daha neler!

        Yok daha neler!
        0:00 / 0:00

        Yok daha neler dedim.

        Gerçekten dedim.

        Dışişleri Bakanlığı hiçbir geçerliliği olmayan bir genelge yayınlayarak belediye başkanlarının yabancı ülke temsilcileri ile görüşmelerini Dışişleri Bakanlığı iznine bağladı.

        Seçilmiş bir belediye başkanı, bir büyükelçi ya da başka bir ülkeden gelmiş bir bakan, bir siyasetçi ağırlamak için, bunlarla oturup konuşmak için Dışişleri Bakanlığı'ndan izin alacak.

        Böyle bir karar konsoloslar, büyükelçiler Güneydoğu Anadolu'da fink atıp, HDP'li belediyelerle sabah akşam görüşürken dahi alınmamıştı.

        Ama şimdi büyükelçiler CHP'li belediyelerle görüşmeye başlayınca "Görüşemezsiniz" diye kural getirmeye çalışıyorlar.

        Gücünü hiçbir yasadan almayan ve uyulmaması halinde hiçbir yasal müeyyidesi olmayacak bir karar.

        Bu kuraldan benim anladığım şudur.

        İktidar açısından CHP'li belediyeler, HDP'li belediyelerden daha tedirgin edici.

        Bu açıdan bakarsanız gelecekte neler olabileceğini de daha iyi anlarsınız.

        NE ZAMAN İNSAN OLURUZ?

        NE ZAMAN İNSAN OLURUZ?
        0:00 / 0:00

        Seçilmişleri atanmışlara yedirmeyiz diye gelenler, bürokrasi sofrasına seçilmişleri koymadığı zaman.

        Diğer Yazılar