Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Sesli Dinle
        0:00 / 0:00

        Size ciddi bir şey söyleyeyim.

        Boş verin bugün Ekrem İmamoğlu’nun selde nerede olduğunu, Vali'nin İl Başkanı ile birlikte fotoğraf vermesini, çizmeli ve çizmesiz kedileri ve başka her türlü zırvalığı.

        Bugün ilginç bir gün.

        25 Aralık günü Guyana’dan fırlatılan 10 milyar dolarlık James Webb teleskopunun ilk anlamlı fotoğrafı dün ABD’de yayınlandı.

        Evrenin büyük patlamadan çok kısa sonra neye benzediğini böylelikle görmüş olduk.

        James Webb teleskopunun Dünya'ya ulaştırdığı bu ilk görüntü evrenin büyük patlamadan 100 milyon yıl sonraki halini gösteriyor.

        Yani ilkel yıldız ve galaksi oluşumlarının, evrenin ilkel dönemini.

        Aslına bakarsanız, evrenin bundan daha eski halini de biliyoruz.

        Mikrodalga kozmik arka plan ışımasını gözlemleme yolu ile 2009 ve 2013 yıllarında COBE ve WNAP evrenin daha eski, büyük patlamadan 380 bin yıl sonraki halini görüntülediler ama burada galaksiler ve yıldızlar görüntülenemiyordu.

        Webb ise bunları görüntüledi.

        İlkel yıldızları ve galaksileri.

        Webb’in neyin fotoğrafını çektiğini de NASA şöyle açıklıyor.

        REKLAM

        Kol boyun uzaklıktaki bir kum tanesini.

        James Webb uzayda böyle küçük bir noktaya odaklanmış ve o noktaya sığan galaksilerin ve yıldızların fotoğrafını çekmiş.

        Evrenin 13 milyar 300 milyon yıl önceki halini.

        Ve bunu bir günden az süren bir pozlama ile başarmış.

        “Benzer bir işi Hubble teleskopu ile yapmaya kalksaydık haftalar sürerdi” diye açıklamış NASA.

        Tabii unutmayın ki, James Webb teleskopu kızıl ötesi dalga boylarını görüntüleyen bir teleskop.

        Fotoğrafta bazı galaksilerin hafif eğik görülüyor olmasının nedeni ise arkada kalan galaksilerden gelen ışığın öndeki galaksiler tarafından bükülmüş olması ya da galaksilerin kütle çekimlerinin “kütle çekimsel mercek” görevi görüyor olması, birbirlerinin ışığını bükmesi.

        Doğrusunu isterseniz bu hafta Teke Tek Bilim’de bu heyecan verici konuyu ve fotoğrafı konuşmayı planlıyoruz.

        Evrenin büyüklüğü ve eskiliği karşısında buradaki tüm tartışmalarımız o kadar anlamsız kalıyor ki…

        Evrenden utanıyorum!

        İmamoğlu, Koç ve tutku

        İmamoğlu, Koç ve tutku
        0:00 / 0:00

        Evrenden Dünya’ya ve oradan da kendi çöplüğümüze dönmemiz gerekirse.

        İstanbul’da yine bir afet var, yine Ekrem İmamoğlu yok.

        Konu bu.

        İstanbul’da afet olduğu zaman İmamoğlu’nun İstanbul’da olmamasını ve seçimin üzerinden birkaç ay geçmişken tatilde olmasını ilk eleştiren bendim seçildiği yıl.

        Zorlu ve tartışmalarla dolu bir seçimin hemen ardından tatil yapması garibime gitmişti.

        O da “Çok yoruldum bu seçim kampanyasında” diye yanıtlamıştı eleştirileri.

        Üzerinden 3 yıl geçmiş.

        Bugün tatilde olmasını çok garipsemiyorum doğrusu.

        Olabilir.

        AK Partili belediye başkanlarının da tatilde ya da kent dışında olduğu çok felaket gördü İstanbul.

        Olabilir.

        Organizasyonu iyi yaptıysan, doğru yaptıysan, ille de çizme giyip şov yapmak gerekmez.

        Ancak ben ortada başka bir sorun görüyorum.

        İmamoğlu hırslı ve yüksek hedefleri olan bir siyasetçi olarak biliniyor ve görülüyor.

        Ancak bu yüksek hedeflere uygun bir “tutkusu” yok sanki.

        Hedef başka bir şeydir, tutku başka bir şey.

        Siyaset dışı bir alandan örnek vereyim.

        Spordan.

        Ali Koç diye bir adam var.

        Türkiye’nin en köklü, en zengin sanayici ailesinin 3 varisinden biri.

        Hiç yoksa şahsi serveti 3-4 milyar dolardır.

        Aile varlığını ise hesaplayamayız bile.

        Büyük bir tutku ile Fenerbahçe’ye bağlı.

        4 yıl önce Fenerbahçe Başkanı seçildi.

        Yani İmamoğlu’nun İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı seçilmesinden 1 yıl önce.

        Ve bugün bayram.

        Ali Koç’un 50 metrelik teknesi Göcek’te demirli.

        Ali Koç ailesi ile birlikte teknesinde ya da dünyanın herhangi bir noktasında tatil yapıyor olabilirdi.

        Ama Ali Koç teknesinde değil.

        Göcek’te değil.

        Gökova’da değil.

        Yunan Adaları’nda değil.

        İonya Denizi'nde değil.

        Sardunya’da değil.

        Ali Koç Fenerbahçe tesislerinde.

        Fenerbahçelilerle bayramlaşıyor.

        Fenerbahçe’nin hakkını yediğini düşündüğü eski Federasyon ve eski Fenerbahçe 2. Başkanı Nihat Özdemir’e çatıyor.

        Transferi takip ediyor.

        Belki yarın teknesinde olacak bilmiyorum.

        Ama o an orada.

        Çünkü tutkusu var.

        Başarılı bir Fenerbahçe başkanı olacak mı, olmayacak mı bilmiyoruz.

        Ama çok tutkulu olduğunu, takımına aşık olduğunu kuşkusuz biçimde biliyoruz.

        Canı istese İngiltere’de en büyük takımı alır ama o Fenerbahçe’ye tutkulu.

        Ekrem İmamoğlu’nda eksik olan o tutku bence.

        Yoksa muhtemelen altyapı konusunda çok önemli işler yapmış olmalı ki, Üsküdar’ı, Eminönü’nü, Dolapdere’yi bu kez sel basmadı. Ama yine eleştiriliyor.

        Çünkü insanlar o tutkuyu görmek istiyor bir siyasetçide ve İmamoğlu'nda göremiyor. Bu yüzden de kendini kandırılmış hissediyor.

        Hele Türkiye’nin en tutkulu siyasetçisine rakip görüyorsan kendini.

        Ondan bile tutkulu olmak gerekiyor.

        Açıkla Deutsche Welle

        Açıkla Deutsche Welle
        0:00 / 0:00

        Alman Deutsche Welle, Uber'in lobi faaliyetleri ile ilgili bazı bilgiler ele geçirmiş ve bunları yayınlamış.

        Şirketin Türkiye faaliyetleri ile ilgili olarak da bilgiler var.

        Hangi siyasetçi ile iş yapmış, hangi eski büyükelçi ile lobicilik için anlaşmış, hangi siyasetçi yakınlarına ulaşıp iş kotarmaya çalışmış.

        Deutsche Welle haberinin bir yerinde benim de adımı geçirmiş.

        Uber'in dosyalarında benim de iki yazımdan bahsediliyor ve benim için “İktidara yakın gazeteci” deniyormuş.

        İktidara yakın cümlesine güldüm.

        Diğerine sinirlendim.

        Bu tipik bir istihbaratçı karalama taktiğidir. Üç doğrunun yanına, bir yalan ekle.

        Deutsche Welle de şöyle yapmış.

        Benim hangi yazım ve ne yazmışım açıklasınlar.

        Bu köşede Uber lehine tek satır yazılmadığı gibi, tam aksine Uber aleyhine pek çok yazı kaleme alındı.

        O dönemi yani hatırlayanlar hayatta.

        Çok değil üzerinden 4 yıl falan geçti.

        Uber’in Türkiye’de yasa dışı faaliyette bulunduğuna, vergi kaçırdığına, Türkiye’nin kaynaklarından haksız biçimde faydalandığına, Uber'in korsanlığına izin verilmemesi, taksi sorununun belediyelerin yapacağı ihalelerle çözülmesi ve buradan belediyenin milyar dolarlık gelirler elde edebileceğine ilişkin onlarca yazım var.

        Yazın Google’a ya da başka bir arama motoruna hepsi çıksın karşınıza.

        Öyle ki o tarihte Uber’in Türkiye’de olmasından memnun olanlar benim taksi plakası sahibi olduğumu ve bu yüzden Uber’e karşı çıktığımı bile söylediler.

        Ekşi Sözlük’te bile Uber’e karşı çıkmamla ilgili entry’ler var.

        Dahası o dönemde Uber’den gelen tüm randevu taleplerine olumsuz yanıt vermişim.

        Sadece eski Büyükelçi olarak tanıyıp, saygı duyduğum Namık Tan aradığında kendisi ile Uber’in lobisini yaptığını bilmeden konuşmuşluğum var. Öyle ki, Tan’ın sözleri üzerine “Herhalde siyasetçiler bu Uber’le anlaşmış ki, Namık Tan bana böyle bir telefon açtı” diye düşünmüştüm.

        Ama Uber’ın yasa dışı korsan taşımacılık işine yine de karşı çıkmaya devam etmişim.

        Tüm bunlara rağmen şimdi “Fatih Altaylı’nın iki yazısı”.

        Ulan olsa olsa aleyhlerine yazdığım iki yazıdan söz ediyorlardır.

        Başka ne olacak.

        Ama DW’yi bu iki yazının ne olduğunu açıklamaya davet ediyorum.

        Yok öyle üç çamur beş kuruş.

        Savunma Sanayii ihracatı ve TBMM

        Savunma Sanayii ihracatı ve TBMM
        0:00 / 0:00

        SADAT’ın yurt dışında çeşitli ülke ya da örgütlere silah sattığı itirafının gündeme taşınmasına Dışişleri kaçamak bir yanıt verdi.

        Belli ki, böyle bir şey vuku bulmuş, buluyor, daha da bulacak…

        Bu da beni eski bir yazıma geri döndürdü.

        Türkiye’nin yabancı ülkelere silah satışı aynen ABD ve diğer ülkelerde olduğu gibi TBMM iznine bağlanmalı.

        Bugün de kafanıza göre satamıyorsunuz ama TBMM onayına gerek yok.

        Basit bir bürokratik onay mekanizması var ve üst düzey yetki Milli Savunma Bakanlığı’nda.

        Ancak bunun böyle olmaması lazım.

        Çünkü savunma sanayii ürünlerinin satışları aynı zamanda uluslararası ilişkilerin bir parçası ve bir ülkenin uzun vadeli uluslararası ilişkilerinde belirleyici rol oynuyor.

        Bunu Ukrayna-Rusya savaşında gördük, yaşadık.

        Bu yüzden de bu ülkelere silah sevkiyatı ile ilgili olarak TBMM bilgi sahibi olmalı, izin makamı olmalı.

        Bu iki dudak arasında olmayacak kadar önemli bir iş.

        SADAT gibi “tartışmalı” organizasyonlar da, ciddi resmi veya özel kurumlar da silah satışında belirli kısıtlar içinde hareket etmeli.

        Mesela Baykar.

        Evet, herkes Baykar’ın ürünleri ile gurur duyuyor, mutlu oluyor ama savaşın tam ortasında Baykar’ın Ukrayna’ya SİHA hibesi bir şirket ile bir devlet arasındaki ilişkiye bırakılmayacak kadar ülke stratejisi açısından önemli bir mesele.

        Bu yüzden bu konuda TBMM en üst yetkili organ olmalı.

        Bunu daha önce de söyledim.

        Yine söylüyorum.

        Hep söyleyeceğim.

        Önemlilerin ülkesinde değerli bir cenaze

        Önemlilerin ülkesinde değerli bir cenaze
        0:00 / 0:00

        Geçen hafta bir cenazeye katıldım.

        Eski Dışişleri Bakanı ve eski Büyükelçi İlter Türkmen’in cenazesine.

        Çok değerli bir diplomat, çok kıymetli bir ağabeyimdi.

        Cenaze benim için iki kere üzücüydü.

        Hem İlter Ağabeyin kaybı hem de kadirbilmezlik nedeniyle.

        Cenazede büyük bir kalabalık yoktu.

        Ama o önemli değil.

        Önemli olan şunlar:

        Cenazede Dışişleri’nden tek bir kişi yoktu.

        Bakan Çavuşoğlu’nun çelengi vardı ama bir üst düzey Dışişleri mensubu yoktu.

        İstanbul devlet protokolünden kimse yoktu.

        Siyaset dünyasından sadece İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu vardı.

        Hadi Türkiye artık böyle bir yer diyelim.

        Peki ya mensubu olduğu Galatasaray camiası!

        İlerleyen yaşına rağmen İnan Kıraç oradaydı.

        İzzettin Doğan ağabeyimiz oradaydı.

        Ama kulüp yönetiminden bir Allah'ın kulu yoktu.

        Muhtemelen İlter Türkmen’in Galatasaraylı olduğundan haberleri bile yoktu.

        Galatasaraylılar Derneği’nden yani meşhur Cemiyet’ten de kimse yoktu.

        Görebildiğim kadarıyla çelenkleri bile yoktu. (Vardıysa bile ben göremedim.)

        Ama belki de böylesi daha iyiydi.

        Gerçekten sevenleri vardı.

        Gerçekten saygı duyanları vardı.

        Bu vesile ile eşi Füsun Hanımefendiye bir kez daha başsağlığı diliyorum.

        Önemli adamların ülkesinde, değerli bir adamın yitirilmesine bu kayıtsızlık çok da şaşırtıcı değil!

        NE ZAMAN İNSAN OLURUZ?

        NE ZAMAN İNSAN OLURUZ?
        0:00 / 0:00

        Çürümüş insanlar kurumları da çürütmediği zaman.

        Diğer Yazılar