Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Sesli Dinle
        0:00 / 0:00

        Çanakkale Köprüsü beni bir kez daha yalancı çıkardı.

        Günlük 45 bin araç geçiş garantisi verilen köprünün yapımı gündeme geldiği zaman ve ihalesinden önce “Buradan 45 bin araç falan geçmez. 3-4 bin araç belki. Bu sayıya ancak senede bir iki kere o da bayramlar yaza denk geldiğinde ulaşabilirsiniz” demiştim.

        Yanıldım.

        Arife günü köprüden geçen araç sayısı ancak ve ancak 14 bini biraz geçmiş.

        Yani verilen garantinin üçte biri bile değil.

        Trafiğin en yoğun olduğu arife günü.

        Osmangazi Köprüsü’nde ise durum bu kadar kötü değil.

        Söylendiğine göre garanti sayılarına ulaşılmış.

        Ancak garanti sayılarına ulaşılması daha sizin cebinizden para çıkmasını engellemiyor.

        Çanakkale Köprüsü’nde devletin araç başı belirlediği ücret 17.7 Avro.

        Bayramda bile araç geçmedi ama geçişin en yüksek olduğu arife günü için bile 31 bin çarpı 17.7 avrodan en iyi günde sizin cebinizden 548 bin avro ödenecek müteahhitlere.

        Ama sakın ola ki, “En azından Osmangazi Köprüsü’nde garanti sayıya ulaşıldı. Orada vatandaşın cebinden para ödenmeyecek” diye sevinmeyin.

        Osmangazi’de de geçeni de, geçmeyeni de size geçiriyorlar.

        Çünkü bu köprüde devletin garanti ettiği geçiş ücreti dolar enflasyonu ile birlikte şimdi 40 doların üzerinde.

        Hadi 40 diyelim. Bugünkü kurdan 680 TL yapıyor.

        Araçlar ise 180 TL verip geçiyor.

        Aradaki fark Hazine’den yani sizin benim cebimden ödeniyor.

        Günde garanti edilen 45 bin araç geçse 22 milyon 500 TL size bana giriyor.

        90 bin araç geçse size bana giren 45 milyon TL oluyor.

        Yani geçse bir dert geçmese bir dert.

        Tam bir sarma.

        Bu duruma argoda güzel tabirler vardır.

        Ama burada söylersek ayıp olur.

        Dilara kaza ile ölmedi

        Dilara kaza ile ölmedi
        0:00 / 0:00

        Dilara Gül.

        23 yaşında.

        Dün İstanbul’da, Şişli’de bir otomobilin kendisine çarpması sonucu hayatını kaybetti.

        Dilara, kullandığı elektrikli scooter’a bir otomobilin çarpması sonucu öldü.

        Kaza anının görüntüleri her yerde.

        Genç kız üzerinde durduğu scooter ile yolun sol şeridine geçip, diğer yöne dönmek isterken, otomobil kendisine hızla çarpıyor ve genç kadın yola savrularak hayatını kaybediyor.

        Peki size bir şey sormak istiyorum.

        Bu satırların yazarı olan ben, aylar yıllardır bu elektrikli scooterların yarattığı tehlikeye dikkat çekmiyor muyum!

        Elinizi vicdanınıza koyun söyleyin.

        Defalarca uyarmadım mı!

        Dünyanın pek çok büyük kentinde bu araçlar yasak.

        Kırda, bayırda, trafiğin olmadığı alanlarda kullanabiliyorsunuz.

        Ama asla ve asla bununla trafiğe çıkamıyorsunuz.

        Londra’da var mı?

        Yok.

        Yasak.

        New York’ta var mı?

        Araç ve yaya trafiğinin yoğun olduğu Mahnattan’da yok.

        REKLAM

        Yasak.

        Paris’te var mı?

        Sadece yaya yollarında ve çok düşük süratle, yayaları rahatsız etmemek koşulu ile.

        İstanbul’da ise her yerde.

        Hadi onu geçtik.

        Torpilli, muhtemelen iktidar partisine yakın birtakım şirketlere bunları kurma ve kiralama izni verdiniz!

        Yıllardır burada bas bas bağırıyorum.

        “Bu scooterlar trafiğin içinde gidiyorlar. Buna binenlere en azından bir kask takma zorunluğu getirin” diye.

        Getirildi mi!

        Söz konusu bile olmadı.

        Sonuç!

        Dilara.

        23 yaşında, kazandığı burs için ABD’ye dans okumaya gitmeye hazırlanan bir genç kız ölüp gitti bu dünyadan.

        Kafasında bir kask olsaydı, muhtemelen bugün yaşıyor olacaktı.

        Anladınız mı niye aylar yıllardır burada bağırdığımı.

        Buradaki bir kaza değil, bir cinayet, taksirle ölüme sebebiyet vermektir.

        Taksir sahibi ise sürücü değil, kural koymayan kamu otoritesidir.

        Dilara’yı öldüren ve daha pek çoğumuzu öldürecek olan burnunun ucundaki tehlikeleri görmekten aciz kamu yönetimidir!

        Yetmez ama

        Yetmez ama
        0:00 / 0:00

        Bir camiden alınıp, başka bir camiye atansaydı da zerre şaşırmazdım aslında.

        Türkiye’de özellikle de AK Parti döneminde normal olan buydu.

        Suçlu bürokratlar hakkında işlem yapılmıyordu.

        Dünyanın her yerinde suçu ve suçluyu ortaya çıkarabilmek, suçla mücadele edebilmek için “tanık koruma programları” uygulanırken, Türkiye’de “sanık koruma programları” uygulanıyordu yıllardır.

        Medeni dünyada tanıklar, yeni kimlik ve görev yerleri izlenemeyecek hale getirilirken, Türkiye’de aynı işlem sanıklar için yapılıyor, sanıkların izi kaybettiriliyordu.

        Bunu tren kazalarında, görevi ihmalden meydana gelen olaylarda, pek çok yolsuzluk iddiasında hep görmüştük.

        Beklenen oydu bu yüzden.

        İmamın de izi kaybettirilecekti.

        Hatta bu yönde dedikodular bile çıktı başlangıçta.

        Ama tam doğru bilgi Sağlık Bakanı Koca'dan geldi.

        Bakan Koca, Konya Selçuklu Kayalar Camii İmamının Sağlık Bakanlığı’nın da talep ettiği gibi soruşturma bitene kadar açığa alındığını söyledi.

        "Başka yere atanmadı mı?" diye sordum.

        REKLAM

        "Hayır, açığa alındı" dedi.

        Ve bununla ilgili resmi yazıyı paylaştı.

        Tabii bana göre bu sadece bir başlangıç.

        Ben hala bu meselenin savcılığın konusu olduğunu ve bu imamın halkı kin ve düşmanlığa tahrikten, bir meslek grubunu hedef göstermekten, suça teşvikten, suçu ve suçluyu övmekten, şiddeti övmekten yargılanması gerektiğini düşünüyorum.

        Umarım Sağlık Bakanlığı bu işin sonuna kadar takipçisi olur.

        Ben kendi adıma olacağım.

        Taliban'dan da öğretmen getirin

        Taliban'dan da öğretmen getirin
        0:00 / 0:00

        Cübbeli Ahmet diye bildiğimiz Ahmet Mahmut Ünlü olmasa rezaletten haberimiz bile olmayacaktı.

        Meğer yurt dışından gelen Vahabi İmamlar, Türkiye’de camilerde ellerini kollarını sallaya sallaya vaaz verirmiş.

        Ve bu durumu bilen Diyanet İşleri Başkanlığı da meğer bu rezalete göz yumarmış.

        Cübbeli Ahmet Hoca bunu söyledikten sonra tehlikenin boyutuna da dikkat çekmiş.

        “Bunlara göz yummaya devam edersiniz Türkiye’de bir iç savaşa zemin hazırlarsınız.”

        Bu son günlerde yapılan ikinci iç savaş olasılığına dikkat çağrısı.

        Açık söyleyeyim, yakın zamana kadar ben Türkiye’de bir iç savaş olasılığı hiç ama hiç görmedim.

        Şimdi de zayıf bir olasılık olarak görüyorum.

        Türk milletinin, Anadolu’yu yüz yıllardır yurt edinmiş insanların ortak ferasetinin zaman zaman gerilimler yaşasa bile bir iç savaş çıkarmayacak kadar düzgün bir millet olduğunu düşündüm.

        Tüm unsurları ile.

        Ama artık Türkiye bildiğimiz Türkiye mi! Yeni Türkiye’yi ne kadar biliyoruz?

        Milyonlarca Suriyeli, yüz binlerce Afgan.

        Gruplar halinde Türk vatandaşı yapılmış yüz binlerce Mısırlı, Suriyeli ve diğer ülkelerden gelmiş önemli bölümü İhvancı ve bazıları daha radikal örgütlere mensup siyasal İslamcı.

        Ve din adına tüm bunlara hoşgörü ile bakan, alnı secdeye değdiği için hoşgörü ile baktığı, işbirliği yaptığı gruplardan yediği kazıklardan akıllanmamış bir iktidar.

        Önce Ümit Özdağ böyle bir tehlikeden söz etti.

        Siyasi kişilik diyerek, ırkçı diyerek duymazdan geldiniz.

        Şimdi de ülkenin dini kılcal damarlarına hakim biri söylüyor.

        Üstelik de muhalif değil.

        Tam aksine iktidara yakın.

        Hayırdır inşallah demek isterdim ama belli ki hayır değil.

        En azından bu uyarıya kulak verin.

        Yabancı Vahabi imamların camilerimizde vaaz vermesi meselesine dönersek.

        Bazı okullarda Taliban’ın eğitim bakanlığından gelmiş öğretmenlerin görev yaptığını da duyarsak şaşırmayacağız artık.

        Ne de olsa memleketin çivisi çıktı değil, çivisi kalmadı.

        NE ZAMAN İNSAN OLURUZ?

        NE ZAMAN İNSAN OLURUZ?
        0:00 / 0:00

        Nezaket zafiyet zannedilmediği zaman.

        Diğer Yazılar