Huysuz bir adam
Hıncal Uluç, 2 aydan fazla bir süredir ciddi sağlık sorunları ile boğuşuyor.
Önce bacağını kırdı.
Uzun bir kararsızlıktan sonra doktorlar kendisine önce bir kalça protezi taktılar bir de kalp ameliyatı yaptılar.
Ancak yarım asıra yakın bir süredir zaten türlü sağlık sorunu ile boğuşan yorgun bedeni bu ameliyatlardan sonra bir türlü toparlayamadı ve şu anda yoğun bakımda yaşam mücadelesi veriyor.
Bacağını kırdığı günün ertesi, olay henüz duyulmamışken, yazılmamışken hastaneye kendisini ziyarete gittim.
Gittiğim gibi kıçıma baka baka döndüm.
Yardımcısı benim geldiğimi haber verdi ve sonra utana sıkıla gelip, “Fatih Abi, görüşmek istemiyor” dedi.
Ben de “Geçmiş olsun dileklerimi ilet o zaman. Telefonum sizde var. Olmaz ama bir ihtiyaç olursa haber verin” diyerek ayrıldım.
Kızdım mı?
Hayır…
Bozuldum mu?
Hayır…
Üzüldüm mü?
Belki biraz…
Sonuçta Hıncal Abimizdi bizim.
40 yıl önce Cumhuriyet Gazetesi Spor Servisinde başladığımda Uluç ile yollarımız kesişti.
O zaman da değişik bir adamdı.
Kendisi ile ilk kapışmalarımızı orada yaşadık.
Onun egosantrik Galatasaray yazılarına, ağır yanıtlar verdim birkaç kez.
Sonra çok iyi dost olduk.
Fikirlerimiz hiç uyuşmazdı.
Sonra 80’li yılların ikinci yarısında Gelişim yayınlarında birlikte çalıştık.
O yayın yönetmeni idi, ben yazı işleri müdürü.
O zaman da sürekli kapışır, sürekli tartışırdık.
Sonra yollarımız ayrıldı.
Gerilimli dostluğumuz hep sürdü.
Ben onu eleştirirdim, o da bana ölçüsüz biçimde saydırırdı.
Köşelerde çok itiştik.
Çok şey öğrendim ondan.
Çok şeyi de nasıl yapmamam gerektiğini onun yaptıklarına bakarak öğrendim ya da öğrenmeye çalıştım.
Haddimi aşacak bir değerlendirme yapmak istemem ama iyi bir gazeteciydi.
Gençliğinde öncü idi.
Bakmayın şimdi kendisini küçümseyenlere.
Erkekçe gibi efsane bir dergiyi yaratmıştı.
Gelişim Spor gibi Türkiye’nin en iyi spor dergisinin yayın yönetmenliğini yapmıştı.
Spor yazarlığına da, köşe yazarlığına da yeni bir yaklaşım getirmişti.
İyi veya kötü.
Ona ben karar veremem.
Ama bana uymayan çok yönü vardı.
Dostlarına çok kötü davranır, en sert, en acımasız eleştirileri dostlarına yöneltirdi.
30 sene önce kendisine “Abi o kadar ölçüsüzsün ki, öldüğünde tabutunu taşıyacak 4 kişiyi zor bulacağız” demiştim.
Yanımızda rahmetli Temel Özalak vardı.
“Bir sen bir ben diğer ikisi kim olacak?” demişti.
Bir sürü iyi yönü, bir sürü hatası vardı.
Hepimiz gibi.
Ama en büyük ayıbı Defne Joy Foster’e yapmıştı, “Su testisi su yolunda kırıldı” diyerek.
Eski Hıncal Uluç o lafı söylemek bir yana söyleyeni yerden yere vururdu.
O gün anladım ki, “Yaşlanmış, artık bırakması lazım”.
Sonrasında bir kez görüştük.
Mustafa Cengiz yeni Galatasaray Başkanı seçilmişti.
Hıncal Abi de bizi Fatih’te, Özkilis’te kebap yemeğe davet etmişti.
Huysuz adamla bir daha görüşemedik.
Şimdi bakıyorum da, yoğun bakım yatağında herkes arkasından sallıyor.
Hayatta iken hakkında çok olumsuz şey yazmışımdır, çok eleştirmişimdir.
Ama şimdi susarım.
Sıradan insanların öfkesini, eleştirisini anlarım da, bizim meslek erbabının yanıt verebilecek pozisyonda iken Hıncal Abi deyip, ölüm döşeğinde iken gömenini hiç ama hiç anlamam.
Hele sen Sevgili Cüneyt.
Sen hatırlar mısın bilmem ama ben dün gibi hatırlıyorum.
Zannederim 1991 yılıydı.
Sen 32. Gün’de yeni başlamış genç bir muhabirdin.
Sabah Gazetesi’ne, Hıncal Uluç ile röportaja gelmiştin.
Seni ilk görüşümdü.
Bir meslek büyüğünle röportaj yapıyor olmanın heyecanı içindeydin.
Elbette Hıncal Uluç da o günkü Hıncal Uluç değil.
Sen de o günkü Cüneyt Özdemir değilsin.
Ama söyle bana sevgili dostum.
Yazdığın o satırlar, gerçekten içine sindi mi!