Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Sesli Dinle
        0:00 / 0:00

        Dün Ümit Özdağ'ın Zafer Partisi'nin seçime girmesinin mümkün olmadığını ama bir parti ile birleşerek bunu yapabileceğini, bunun için de en güçlü olasılığın Genç parti olduğunu yazdım.

        Prof. Özdağ'dan bir mesaj geldi.

        Seçim işbirliği öngörümü reddetmiyor.

        Bir parti ile birleşme olasılığına hayır demiyor, Genç Parti ile işimiz olmaz diye bir beyanı da yok.

        Sadece oy oranları ile ilgili bir bilgi yollamış.

        Themis Araştırma Şirketi'nin bir anketini.

        Ankete katılanların 36,7'si kendini Atatürkçü olarak tanımlamış,

        Yüzde 17,1'i Milliyetçi.

        Yüzde 12,2'si ise Demokrat.

        Bu ankete göre Türkiye'nin 1 numaralı sorunu yüzde 42,5 ile hayat pahalılığı.

        Türkiye'nin en büyük ikinci sorunu ise yüzde 10,7 ile sığınmacılar.

        Onu da yüzde 10,6 ile Adalet izliyor.

        Siyasi tercihlerde ise 17-20 yaş arası gençlerde birinci parti yüzde 22,9 ile CHP, ikinciliği ise yüzde 17,4'lük oy oranları ise AK Parti ve Zafer Partisi paylaşıyor.

        Toplamda ise AK Parti'nin oy oranı yüzde 26,4, CHP'nin oy oranı yüzde 19, Zafer Partisi'nin oy oranı ise yüzde 5,4.

        Buna göre Zafer Partisi İyi Parti ve HDP'nin ardından 5. parti.

        Bu anket ne kadar doğrudur, ne kadar değildir bilemem.

        Ama Zafer Partisi'ne bir ilgi olduğu zaten aşikar.

        Fakat bu Zafer Partisi'nin bu haliyle seçime giremeyeceği gerçeğini değiştirmiyor.

        400'e değil bedavaya verecekler

        400'e değil bedavaya verecekler
        0:00 / 0:00

        Osmangazi Köprüsü ve İstanbul İzmir Otoyolu’nun yapımcısı ve işletmecisi olan firmalardan biri açıklama yaptı.

        “Bu iş göründüğü gibi değil. Zarar ediyoruz. Biri talip olursa 400 milyon dolara bu işi onlara devrederiz.”

        Okuyunca güldüm ister istemez.

        Şimdi size belki de bugüne kadar duymadığınız bir şey anlatayım.

        Osmangazi ve İstanbul-İzmir Otoyolu projesi aslında mevcut müteahhit ve işletmeci işi alsın diye organize edilmemişti.

        Bu köprü ve otoyolun YİD ihalesini kimin alacağı aslında iktidarın kafasında belliydi.

        Ancak Ankaralı bir grup müteahhit gizlice bir konsorsiyum kurarak, son derece gizli bir şekilde ihaleye hazırlandılar ve son anda ihaleyi alıverdiler. (İşi aslında kimlerin alacağını tahmin etmek zor değil sizler için.)

        O dönem bu müteahhit grubunun bir bakandan ağır zılgıt yediği konuşuldu iş çevrelerinde.

        Zaten bu grubun büyük bölümü daha sonra hiçbir kamu ihalesini alamadı.

        O kadar kızdırmışlardı yani.

        Ama bir şikayetleri yoktu.

        Bu işten büyük para kazandılar.

        Kendi tabirleri ile kazandıkları paraya inanamıyorlardı.

        Çünkü sadece işletmeden değil, asıl parayı inşaattan götürmüşlerdi.

        Özel olarak hazırlanan bu işin asıl ballı tarafı “fiyattı”.

        İşin gerçek maliyeti ile işletme bedeli ve süresine esas olan fiyat arasında büyük uçurum vardı.

        Diyeceksiniz ki, “Yahu yap işlet devret işinde maliyetten sana ne?”

        İş öyle değil ve bunu müteahhit camiasında bilmeyen yok.

        Maliyet daha baştan öyle yüksek gösteriliyor ki, hem geçiş ücretleri hem de geçiş süreleri bu “sözde maliyete” göre hesaplanıyor.

        Gerçekte kendini 5 yılda amorti edecek iş sanki 20 yılda amorti edecekmiş gibi görünüyor.

        İş kredi ile yapıldığı için, gerçek maliyetin 2 katından fazla bir kredi kullanılıyor.

        İşletmeci ile inşaatı yapan yüklenici firmalar aynı olduğu için zaten inşaat aşamasında kâr baştan realize ediliyor.

        Daha anlaşılır olması için diyelim ki, bu işin gerçek maliyeti 2 lira.

        Ama bu maliyet şişirilerek 6 lira gibi gösteriliyor.

        İşletmeci şirket buna göre kredi alıyor, inşaatçı şirkete buna göre ödeme yapıyor, devletten de buna göre işletme süresi ve fiyatı alıyor.

        Hal böyle olunca inşaatçı şirket daha baştan maliyetin iki katı olan kârı cebe indiriyor.

        İşletmeden kazanılacak para da ekmek kadayıfının üzerindeki duble kaymak oluyor.

        Ama şu anda olduğu gibi döviz kuru hızlı yükselip, sene başında belirlenen fiyat yıl içinde dolar bazında geri kalınca, duble kaymağın bir bölümü eriyor.

        Hal böyle olunca “400 milyon dolara satarım” demeye başlıyorlar.

        TL’nin değer kaybı yavaşlasa satar mı satmaz mı bir daha sorun.

        Üstelik bu durum sadece Osmangazi Köprüsü ve İstanbul-İzmir Otoyolu için geçerli değil, tüm YDİ ya da KÖİ projelerinde durum bu.

        3. Havalimanında da, Kuzey Marmara, Yavuz Sultan Selim Köprüsü ve Kuzey Anadolu Otoyolu’nda da, Kuzey Ege Otoyolu'nda da ve bilumum bu tip projelerde de durum farklı değil.

        Yani yarın öbür gün devlet “Bu kazık ne kadar daha girecek” diye çok da dert etmesin.

        Bedavaya bile bu işten çıkarlar.

        Ne de olsa 2 liralık işi 6 liraya yaparak kârlarını inşaatçı olarak çoktan ceplerine koydular.

        Şimdi borçlu görünen işletmeci şirketleri geri vermek için can bile atarlar.

        Abartılı beklenti

        Abartılı beklenti
        0:00 / 0:00

        TOGG, yani yerli ve elektrikli otomobil meselesi bile memlekette bölünme kaynağı oldu.

        TOGG’a inanalar ve TOGG’a inanmayanlar diye milleti bölmeye çalışıyor iktidar ve iktidar destekçileri.

        Bu konuda sicilim temiz Allah'tan.

        Türkiye’nin bir otomobil yapacaksa bunun elektrikli olması gerektiğini en başından beri söyleyenlerdenim.

        TOGG’a da iktidarın meseleleri ele alış biçimi açısından başta şüphe ile yaklaşsam da, sonrasında “Bu iş olur”u en net söyleyen ve toplumu bu işin olabileceğine iktidar sözcülerinden daha fazla inandıran da benim.

        TOGG yönetimi de bunun farkında olduğu için, bu konuda beni sıklıkla bilgilendirdi.

        Hatta fabrikayı ilk yazan ve tanıtan da ben oldum.

        Bu yüzden kimse “Bu herif TOGG’a karşı” diyemez.

        Benim TOGG’la ilgili tek çekincem yapılması değil, satılması yani pazarlanması ile ilgiliydi.

        Bu konuda da iyi bir ekip kurduklarını biliyorum ama rekabetin çok yoğun olacağı belli olan bu alanda dış piyasalarda ne yapacaklarını tahmin etmem mümkün değil.

        Asıl garibime giden ise bazılarının “TOGG fetişizmi” ve bunların bir otomobile yükledikleri misyon.

        İlk TOGG’lar bu sonbaharda inşallah montaj bantlarından çıkmaya başlayacak.

        Ancak çıkacak olan şey bir otomobil ve ilk yıl zaten çok çok az sayıda üretim olacak.

        Ve sonuçta bu otomobil Türkiye’nin her derdine derman olacak eşsiz bir şey değil.

        İyi bir şey ama her şey değil.

        Mesela şu kadarını söyleyeyim.

        Şu anda sadece Çin’de TOGG benzeri 450 farklı şirketin elektrikli otomobil yatırımı var.

        Yazı ile dört yüz elli.

        Üstelik dizayn olarak da, teknoloji olarak da TOGG’a hayli benzeyen araçlar.

        Bunlardan bazıları Avrupa pazarlarına açılmaya başladı bile.

        Bazıları Türk pazarına da giriyor.

        Üstelik TOGG’un önünü açması için yapılan vergi düzenlemesi TOGG’dan önce bunlara yaramaya başladı.

        Şu anda 1 milyon TL’nin altında fiyatla sipariş alıyor.

        Çin menşeli ama İsveç’te üretilen bir başkası Avrupa pazarına girdi bile.

        Türkiye için zemin yokluyor.

        Ve bekleyen bunun gibi 450 farklı üretici var.

        Yüzde 90’ı başarısız olsa bile 45 marka ayakta kalacak.

        Avrupalı üreticileri saymıyorum bile.

        TOGG elbette güzel bir otomobil, elbette bekliyoruz, istiyoruz.

        Ama ayaklar da biraz yere bassın lütfen.

        Bir şeye gereğinden fazla anlam yüklemek, o şeye fayda değil zarar verir.

        Bu arada unutmadan söyleyeyim.

        Zorlu Center’da sergilenen TOGG Sedan şu anda üretim hattına girecek bir otomobil değil.

        Sanki o da bu yıl geliyormuş gibi beklenti yaratmayın.

        Unutmayın gereksiz büyütülmüş beklentiler büyük hayal kırıklıkları da yaratır.

        Sonra o hayal kırıklığının suçunu da muhalefete atmayın!

        Bakan'a bile lafını yutturdular

        Bakan'a bile lafını yutturdular
        0:00 / 0:00

        Koskoca Bakan’a bile söylediği lafı yutturdular ya helal olsun.

        Ne güçmüş be!

        Datça yangınının üzerinden neredeyse 2 hafta geçti.

        Yangının sorumlusunun kim olduğu konusunda Bakan’ın ilk gün söylediği 2 cümleden sonra tık yok.

        Hani derler ya “Nerede bu devlet”.

        Hani nerede!

        Hani nerede uçanı, kaçanı, koşanı yakalayan otoritelerimiz.

        Ne bir açıklama ne bir araştırma ne bir araştırma sonucu ne bir rapor.

        Derin bir sessizlik.

        Açık bir unutturma, gündemden düşürme çabası

        Bakan Kirişci yangının söndürüldüğü gün “trafodan” diyor.

        Aynı günlerde bölgedeki Orman yetkililerinden “trafo veya elektrik hatları” açıklaması geliyor.

        Sonra birdenbire büyük bir sessizlik.

        Bakan susuyor, ormancılar susuyor, orman susuyor.

        Belli ki, lafta koskoca olan devletin gücü sadece sadece bir Ayyaş’a yetiyor.

        Ormanı yakmaktan sorumlu olan yarı meczup bir alkolikse yakalanıp anında teşhir ediliyor.

        Yok ama dönemin iltifata mazhar şirketlerinden biri ise, diller yutuluyor, sözler unutuluyor, havalar sönüyor.

        Farkındayız.

        Lafa geldi mi çok güçlüsünüz.

        İcraata geldi mi!

        Sizden büyük şirketler var.

        Ahhh Sayın Vahit Kirişci ah...

        Nasıl da sustunuz ama.

        Oysa siz Orman’ın Bakanı idiniz.

        Yakanın değil!

        NE ZAMAN İNSAN OLURUZ?

        NE ZAMAN İNSAN OLURUZ?
        0:00 / 0:00

        Mitomani siyasete egemen olmadığı zaman.

        Diğer Yazılar