Bodrum pahalı olmalı
Bugün siyaseti bırakıp, değişik bir yere bakmak istiyorum.
Bodrum’a.
Türkiye’nin dünya çapında yükselen sahil ve tatil beldesine.
Gençler bilmez ama bizim kuşak ve bizden yaşlılar hatırlayacaklardır, 1980’lerin sonuna kadar Bodrum, çok da popüler olmayan, ulaşımı zor, uçakla gidilemeyen, daha çok gençlerin ve düşük gelir gruplarının tercih ettiği bir tatil beldesi idi.
Ve aslında şöhretini iki adama borçludur.
Bunlardan ilki hiç kuşkusuz Cevat Şakir Kabaağaçlı ya da Bodrum’daki adıyla Halikarnas Balıkçısı’dır.
Daha önce babası Şakir Paşa’yı öldürdüğü için hapis yatan Cevat Şakir, 1925 yılında askeri isyana teşvik ettiği bir yazısı nedeniyle İstiklal Mahkemesi’nde yargılanan ve idama mahkum olacakken Kılıç Ali sayesinde idamdan kurtulup, Bodrum’a sürgün edilen Cevat Şakir.
Cevat Şakir, Azra Erhat’la beraber, Bodrum’u sürgün yeri olmaktan çıkarıp, yeni bir çehreye ve üne kavuşturan kişidir ve yine Erhat ve Eyüboğlu ile birlikte bugün Mavi Yolculuk diye bilinen tekne gezisinin de mucidi ve isim ailesidir.
Bu arada Bodrum Müzesi’nin kuruluşunda 1960 yılında buraya çok önemli bir eser kazandıran ünlü sualtı arkeoluğu Georghe Bass’ı da anmak gerekir.
Halikarnas Balıkçısı Cevat Şakir’in 1973’teki ölümünden sonra bayrağı devralıp, Bodrum’u tanıtma görevini üstlenen ise rahmetli Zeki Müren’dir hiç kuşkusuz.
Bodrum Paşası olarak tanınmasının sebebi de Bodrum’a olan aşkıdır.
Tabii Bodrum’un merkezindeki evinde, dünyaca ünlü konuklarını ağırlayan Ahmet Ertegün’ü de.
Bizim kuşağın Bodrum sevgisi de Zeki Bey’inki ile yakın dönemlerde, 1970’lerin sonunda başlar aslında.
1970’lerin sonunda Galatasaray Lisesi talebesi iken okul tatillerinde gitmeye başladığımız Bodrum’da ne kalacak doğru düzgün bir otel vardı ne lüksün L’si.
Bir barlar sokağı, Zeki Müren’le şöhret olmuş, Han ve Mavi gibi birkaç popüler bar, bolca temiz, güzel pansiyonlar.
Bin bir zorlukla gidilen ilçede o zamanki kafamızla Bodrum Kalesi içinde partiler düzenler, birkaç gün keyif yapardık.
Sonraki yıllarda, gece akşam yemekten çıkıp “Hadi Bodrum’a gidelim” diye arabalara atlayıp Sabah Bodrum’a vardığımız günler şimdi sanki başka galaksiler kadar uzak.
O zamanların Bodrum’u popüler olmaktan o kadar uzak ve o kadar ucuzdu ki, dağı taşı ucuz kooperatif evlerine dönüştürülüyordu.
Daha sonra 1980’lerin 2. yarısında Fuat Imsık Bodrum’a bir havaalanı yaptı.
Belki de Türkiye’nin ilk özel havalimanını.
Imsık Havalimanı. Havalimanından başka her şeye benzeyen bu havalimanına pervaneli, süper dandik uçaklarla seferler düzenlemeye başladı.
Berbat yollardan 10 saat süren yolculuktansa, düştü düşecek gibi duran uçaklarla Bodrum’a gitmek daha iyiydi.
Sonra Imsık Havalimanı’nı bildik bir isim satın aldı.
İşadamı ve efsanevi Fenerbahçe Başkanı Ali Şen.
Ve kendine ait MAŞ Air ile buraya seferler düzenledi.
Evet, yanlış okumuyorsunuz. AK Parti’den önce de Türkiye’de özel havacılık vardı hatta özel havalimanı işletmeciliği de vardı.
Ali Şen daha sonra buradaki haklarını THY’ye sattı.
Imsık Havalimanı arazisinin bir bölümünün sahibi olan köylü teyze ile olan dava süreci sonrası kapandı. Ardından burayı Savunma Sanayi Müsteşarlığı satın aldı. Şimdi askeri havaalanı olarak hizmet veriyor bildiğim kadarı ile.
Bu arada Bodrum’un giderek popüler hale gelmeye başlaması üzerine DHMİ buraya bir havalimanı inşasına karar verdi.
1994 yılında Bodrum Milas havalimanının temeli atıldı.
1997’de hizmete girdi.1998’de uluslararası terminal ilave edildi.
Havalimanın devreye girmesi ile Bodrum’un kaderi de değişmeye başladı.
Küçük ilçe, yerli turistlerin ve düşük gelirli Avrupalı, özellikle de İngiliz turistlerin mekanı olmaya başladı.
İlçe merkezindeki tek marinayı Zeytinoğlu grubu işletiyordu ve o zaman böyle dev yatlar falan pek olmadığı için genelde küçük tekneler ve mavi tura çıkacak yatlar marinaya bağlanıyordu.
Bodrum’un kaderi, Türkbükü’nun keşfi ile değişmeye başladı.
Yolu izi olmadığı için kimsenin pek uğramadığı Türkbükü genelde teknelerin sığındığı bir koydu ve sahilde de bu teknelere hizmet veren bir iki yer ve tekneciler için kurulmuş Ship Ahoy adlı mekandan ibaret bir yerdi.
Fakat buraya peş peşe küçük butik ama lüks oteller açılmaya başlandı.
Palmira, Maki.
Ardından Bodrum’un eskilerinden Ayla Emiroğlu Maça Kızı’nı Türkbükü’ne taşıdı ve yanlış hatırlamıyorsam 2000 yılında Türkbükü’nde Maça Kızı Oteli açtı.
Bu kadar net hatırlamamın nedeni ise kızımın hayatında ev dışında kaldığı ilk yerdir Maça Kızı. Zannederim ilk müşterisiydik otelin.
Maça Kızı aslında o günlerde Ayla Hanım’ın tarzına uygun, hafif bohem, “Bobo” denilen bohem burjuva tarzında bir yer olarak kurulmuştu.
Ama iş Ayla Hanım’ın oğlu Sahir Erozan’ın Washington’dan dönüp, otelin başına geçmesiyle değişti.
Sahir, okumaya gittiği Washington’da Cities adlı bir restoran açmış ve burayı Amerikan başkanlarının bile geldiği en popüler mekanlarından biri haline getirmişti.
Sahir, 2000’lerin ortasında bir gün ani bir kararla Washington’ı bıraktı ve gelip annesinin yanına, Maça Kızı’nın başına geçti.
Bunu yaparken Bodrum’un talihini de değiştireceğini bilmiyordu muhtemelen.
Ama zaten Bodrum için kader ağlarını örmüştü ve ilçeye Allah yürü ya kulum demişti.
Maça Kızı Ayla Hanım’ın ve Sahir Erozan’ın vizyonu ile bambaşka bir yere taşınırken, beldede bir sağlıklı yaşam oteli de açılmıştı.
Dünyada lüksün simgesi olan ve Türkiye’ye şimdilerde Sinpaş’ın elinde doğa katliamına dönüşen Marmaris Kızılkum’daki bir otelle girmeyi planlayan süper lüks otel zinciri Mandarin Oriental Kızılkum projesinin olmayacağını görerek Bodrum’da Vedat Aşçı ve Ezcacıbaşı projesi ile gelmeye hazırlanıyordu.
Proje tamamlandığında sadece Türk değil, pek çok varlıklı yabancının da Bodrum’daki adresi oldu.
Yine aynı zamanda Bodrum’da Jefi Kamhi Yalıkavak Marina’nın inşaatını başlatmıştı. Marina daha sonra Mübariz Mansivov tarafından satın alınıp Palmarina olacak ve dünyanın en lüks marinalarından birine dönüşecekti.
Gölköy ile birleşerek Göltürkbükü adını alan bölgenin tam karısında ise Büyükelçi Onur Öymen’in başarılı işadamı oğlu yine dünya çapında bir proje yürütüyor ve Kaplankaya Canyon Ranch adı altında süper lüks bir otel ve siteyi yaparak, dünya zenginlerine pazarlıyordu.
Bu arada Kate Moss ve Naomi Campbell gibi iki ikonik isim de yaz kış demeden Bodrum’a geliyorlar, hazlı hayatlarının yarattığı tahribatı Türkbükü’nde az önce bahsettiğim sağlıklı yaşam ve detoks merkezinde gidermeye çalışıyorlardı.
Tabii onların bu seyahatleri de Bodrum’u dünyaya tanıtıyordu.
Bu arada benim gibi birkaç salak da Bodrum’daki belde belediyelerine ve Bodrum belediye başkanlarına ilçeyi büyütmemelerini, yolları genişletmemelerini, kapasiteyi sınırlı tutmalarını Fransa’daki süper lüks tatil beldelerinden örneklerle anlatmaya çalışıyorduk.
Nicelik değil, nitelik artmalıydı Bodrum’da.
Sonuç olarak 2010’larda Bodrum giderek değişti.
2010’ların sonunda artık dünyanın önemli turistik dergilerinde, pahalı yatçılılık yayınlarında hakkında övgü dolu sözler yazılmaya başlandı.
Buna bağlı olarak fiyatları yükselmeye başladı.
Araya iki yıllık pandemi krizi girmese, Bodrum çoktan bambaşka bir yer olacaktı ama şimdi yine o yolda ilerliyor.
Ben de bu gelişmeleri görerek 2 sene önce Bodrum’la ilişkimi kesmeye karar verdim ve kestim de.
Ancak bu yıl iki kez, biraz da zaruretten Bodrum’a gittim.
Bunlardan ilki Nisan ortasında idi.
Brezilyalı büyük şef Alex Atala, Maça Kızı’na yemek yapmaya gelecekti ve Carlo Bernardini “Hadi gel” deyince kıramadım gittim.
İlkin Riccio iken, bambaşka bir konseptle, sanki bir süper yatmış gibi işletilerek Carlo’nun yönetimde müthiş bir yere dönüşen ve kapalı gişe çalışan Villa Maça Kızı’nı gördüm.
Ve geçen hafta da çok sevdiğim bir arkadaşımın oğlunun düğünü için gittim.
Aslında bu yazıyı da bu gezi izlenimlerim için yazıyorum.
Yazıda da belirttiğim gibi, Bodrum’un dünya jet setini çeken bir yere dönüşmesinde Maça Kızı’nın ve Mandarin Orinetal’ın rolü çok büyük.
Sonra buna Kaplankaya da eklendi ve şimdi de Four Seasons geliyor.
Doğan Grubu'nun yapmaya çalıştığı Nikki Beach gibi uluslararası konseptler burada tutmuyor.
Dünya yerel olanı tarcih ediyor.
St. Tropez ya da St. Barhts Nikki Beach varken, niye Bodrum’dakine geleyim diyor adamlar. Haklılar.
Maça Kızı, artık yıl boyu açık olmak için yenilikler yapıyor ve bunlardan biri de sürekli olarak dünyaca ünlü şefleri getirip, yemek yaptırmak. Bana sorarsanız Maça Kızı’nın kendi şefi Aret Sahakyan’ın gelen ünlü şeflerden eksiği yok fazlası var ama yenilik yeniliktir.
10 odalı Villa Maça Kızı ise bütün sezon dolu ve müşterileri Fortune 500’den. Oranın mutfağı da Carlo Bernardini’ye emanet.
Mandarin Oriental ise çok doğru bir şey yapmış ve İstanbul’un ünlü Lucca’sını Mandarin Oreintal’in içine taşımış.
Hem bir plajını Lucca Beach haline getirmiş hem de Lucca’ya özel bir restoran bar yapmış.
Gitmedim ama Beach’i müthiş olmuş.
Lokantası ise Bodrum’un en iyisi olabilir.
Cem Mihrap müthiş bir iş çıkarmış.
Üstelik de lokantası Bodrum ölçeğinde makul fiyatlara sahip.
Açık söyleyeyim, St. Tropez Club 55, Voile Rouge’dan eksiği yok.
Zaten müşterisi de oralara gidenler gibi görünüyor.
Peki Bodrum pahalı mı?
Evet pahalı.
Türkiye ölçeğinde pahalı.
Ama bir yandan Türkiye’ye ucuz turist geliyor, Türkiye’ye gelen turist sadece 650 dolar bırakıyor diye ağlaşıp, sonra da Bodrum pahalı demek manasız.
Bodrum pahalı olacak.
İstanbul pahalı olacak.
Kapadokya pahalı olacak.
Bunlar benzersiz yerler.
“Yunan adaları daha ucuz.”
Doğru ama hangi Yunan adaları.
Gidin bakalım Mikonos’a daha mı ucuz daha mı pahalı görürsünüz.
Bodrum’un eşdeğeri Mikonos, İbiza, St. Tropez, Cap Ferrat, Juan les Pins, Marbella.
Kıyaslayacaksınız oralarla kıyaslayın.
Bodrum pahalı olmalıydı ve oldu. Çünkü yukarıda saydığım yerlerin çoğundan daha güzel bir denizi var.
Doğası ise ne yazık ki, katlediliyor. Ahmakça.
Bizler gitmeyeceğiz oralara. Ortadireğin ya da sabit gelirlinin tatil yeri olmayacak artık. Ama her Fransız da gidip St. Tropez'de tatil yapmıyor zaten.
Ama orası Türkiye’ye değer katacak.
Başka Bodrumlar da olacak. Dediğim gibi, Kapadokya mesela.
Bunlar pırlantalarımız.
Ona göre davranmak lazım.
Buraları nasıl korumamız, buraları nasıl ele almamız gerektiğini ise başka bir gün yazalım.
Pazar pazar canınızı sıkmayalım.