Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Sesli Dinle
        0:00 / 0:00

        Türkiye’de olacak bitecekleri öngörmek için medyum ya da alim olmaya hiç gerek yok.

        Biraz zeka, biraz izan yeterli.

        Önceki gün, İstanbul’un en lüks alışveriş merkezlerinden birinde daha silahlar patladı.

        Yabancı uyruklu iki grubun tartışması, silahlı çatışmaya dönüşmüş, silahlar patlamış.

        İran uyruklu Alman vatandaşı yaralanırken, kurşunlardan biri de yan masalardan birinde oturan Ukraynalı mı, Lübnanlı mı olduğunu kesin olarak öğrenemediğim birine isabet etmiş.

        Bir okurum da şöyle bir şey yazmış.

        “Fatih Altaylı İstanbul’da yabancı kökenli mafyalar oluşacağını, bunların sokaklarda çatışacağını 10 yıl önce yazmıştı. Adam medyum galiba.”

        Türkiye’nin göçmen politikası ve vatandaşlık pazarlama politikasının sonuçlarının böyle olacağını öngörmek için ne medyum olmaya gerek var, ne de uzman olmaya.

        Çok basit bir akıl yürütme ile sonucun böyle olacağını öngörmek mümkündü.

        Ve oldu.

        Her gün bir alışveriş merkezinde, bir kafede, bir lokantada böyle olaylar olmaya başladı.

        Yabancılardan oluşan mafya grupları İstanbul’un çeşitli bölgelerinde birbirleriyle çatışır oldular.

        Gün geçmiyor ki, bir yerlerde yabancı uyruklu birisi öldürülmesin.

        Bazı gettolar var ki, içine girmek polis için bile mümkün değil.

        Sadece Esenyurt, Beylikdüzü, giderek Küçükçekmece hatta Bahçeşehir gibi çevre semtler değil, Fatih ilçesinin Aksaray, Çapa, Beyazıt, Laleli gibi bölgeleri de bunların çoğunlukta olduğu yerler haline gelmeye başladı.

        Organize suç hızla yükseliyor.

        Bizim yerli ve milli mafyalarımızı arar hale geliyoruz.

        Çevre ülkelerin organize suç örgütlerinin cenneti haline geldik.

        Uyarıyoruz ama takan yok.

        Haftalardan beri bu duruma dikkat çekip “Korkuyoruz” diye yazıyorum.

        Sorumlular ya da sorumsuzlar pişkin pişkin sırıtıyor.

        Gelenler yetmezmiş gibi Ukrayna’dan çıkarılan Neonazi örgütlerin mensupları Türkiye’ye dolduruluyor.

        Peki bunlar ne iş yapacak burada?

        Bu eli silahlı adamlar bankada memur, devlet dairesinde uzman mı olacaklar!

        Tabii ki, hayır.

        Bildikleri işi yapacaklar.

        Ve bakın bir kez daha öngörüyorum.

        Bugün İstanbul’da olanlar rantın olduğu her yere yayılacak.

        Yakında Antalya, hemen öncesinde Bodrum.

        Her yer bu yabancı suç örgütlerinin mücadele alanı olacak.

        Ve biz tüm bunların arasında yaşayacağız.

        Ya masa var ya yan masa.

        Hani şu Lübnanlının vurulduğu yan masa.

        O masada siz de olabilirdiniz, ben de, çocuklarımız da, eşlerimiz de, sevdiklerimiz de.

        Bir ülkenin yaşanmaz veya yaşanamaz hale getirildiğinin en iyi göstergesidir o yan masa.

        Yan masada vuruluyorsanız, memleket bitmiştir.

        Elinize sağlık, memleketi bitirmiş bulanmaktasınız.

        İbadethane açarak hangi sorun çözülmüş

        Yine bir Alevi açılımı içindeyiz.

        Zannedersin ki, memlekette Alevilerin tek sorunu ibadet edecek yer bulamamak.

        Devlet eli ile cemevi yapıyoruz.

        Onu yaparken de “ibadet” kelimesini ağzımıza almadan, “kullanacaklara” diyerek.

        Yıllar önce bir tanesinin açılışına gitmiştim.

        Olayı anlatayım en iyisi.

        1994 yılı idi.

        Tunceli’ye devlet eliyle gıda ambargosu uygulanıyordu.

        Kente giriş çıkışlar yasaklanmıştı.

        Yiyecek içecek sayıyla veriliyordu.

        Resmi değildi elbet, gizli bir ambargo idi.

        Kent, devletin zulmü altındaydı.

        Olay kulaktan kulağa duyulunca, Diyarbakır’a gitmiş, oradan otomobille Tunceli’ye binbir zorluk, binbir engelleme ile ulaşmıştık.

        Kentin girişinde yolu kesen Emniyet Müdürü bizi kente sokmamış, daha sonra garnizon komutanı ve Vali Atıl Üzelgün ile uzun bir pazarlık sonucu kente girebilmiş, Tunceli’nin dramını haber yapmıştık.

        Bunu o zaman Hürriyet gazetesinde dizi yapmış, Show TV’de yayınlamıştık ve epey bir mesele olmuştu.

        Bizim haberden sonra ambargo kaldırılmış, hayat nispeten normale dönmüştü.

        Birkaç hafta sonra “devlet” Tunceli ile barışmak için Tunceli’de bir cemevi inşa etmeye karar vermişti. Dönemin OHAL Valisi Ünal Erkan aramış, “Cemevi temeli atacağız. Sizin de bu gelişmeye katkınız büyük. Gelir misiniz” demişti.

        Ben de gitmiştim.

        Devlet, törenle Tunceli’ye bir cemevi yapmıştı.

        Ben de Ünal Erkan’a “Sayın Valim, keşke cemevi değil fabrika temeli atsaydık. Bunca eğitimli insanın olduğu bir kentte öncelik onda olmalıydı” demiştim.

        Yani diyeceğim o ki, cemevi temeli atmakla memleketin sorunları pek çözülmez.

        Yıllardır sorduğum ve her “sözde” Alevi açılımında gündeme getirdiğim bir soruyu bir kez daha sorayım iktidarımıza.

        Bırakın cemevini, memevini de şunu söyleyin bana.

        Devri iktidarınızda kaç Alevi bakan, kaç Alevi müsteşar, kaç Alevi kamu kurumu başkanı, kaç Alevi bakan yardımcısı, kaç Alevi'yi kamu kuruluşuna genel müdür yaptınız!

        İbadet demeden ibadethane açarak Alevi sorunu çözülmez.

        Camii yaparak memleketin sorunları çözülmediği gibi.

        NOT: Yukarıda "memevi" derken Richard Dawkins’ten hareketle sosyolojik gen manasındaki “mem” kast edilmemiştir.

        En az bir büyük

        En az bir büyük
        0:00 / 0:00

        Meraklı okurlar üç günlük yokluğumda sormuşlar, “Neredesin abi” diye.

        Uzakta değildim.

        Üç lise arkadaşımla Göcek’e gittik.

        Kafa çekip kafa dinlemeye.

        Evet, doğru okudunuz.

        Kafa çektim.

        Şuna dikkat ettim, birileri bana bir şey söyledikçe benim içimden hep tersini yapmak geliyor.

        Mesela sakal bırakmak teşvik edilince ben sakalımı kısalttım.

        “İçmeyin” denildikçe daha çok içer oldum.

        Çünkü üst perdeden talimatvari tavsiyeye illet oluyorum.

        Neyse.

        Göcek’te idim.

        Göcek’te orman içinde görülen dev inşaat vinçleri.
        Göcek’te orman içinde görülen dev inşaat vinçleri.

        Maşallah Göcek artık “Göcekova” olmuş.

        Denizde Rus yatları, karada Ruslar.

        50 metreden başlayıp, 165 metreye kadar uzanan oligark yatları, bu yatların destek tekneleri.

        Karada da epey bir Rus ya da Slav.

        Emlak fiyatları bayağı bir yukarı çıkmış.

        Emlakçılar skype ile ev gezdirip, ev satıyorlar Ruslara.

        Başka ülkelerden turistler de var ama çoğunluk açık ara Ruslarda. Zaten artık turist değil, yerleşik olmuşlar.

        REKLAM

        Bu arada Göcek’i görmediyseniz gidip bir an önce görün çünkü pek yakında olmayacak.

        Körfeze bakan ve SİT alanı diye bildiğimiz tepelere devasa vinçler kurulmuş.

        Olsa olsa birkaç villa yapılır diyebileceğiniz yerlere muhtemelen TOKİ Blokları gibi bir şey yapacak olmalılar yoksa o devasa vinçler niye kurulsun.

        Duyduğumuz kadarı ile Sarsala başta olmak üzere pek çok koya da imar izinleri verilmeye başlanmış bile.

        Giderken zorlukla yer bulduğumuz Boeing 777 full dolu idi.

        Dönüşte Airbus A 330’da tek boş koltuk yok idi.

        Gün boyu tüm uçuşlar böyle.

        20 metre yatlar artık sandal olmuş.

        Türkiye belli ki çok zenginleşmiş.

        15 yıl önce 40 metreden büyük yatı olan Türk zengin sayısı üçü beşi geçmezken şimdi adını sanını duymadığınız. Ne iş yaptığını bilmediğiniz bir sürü zenginin devasa yatları koyları doldurmuş.

        Türkiye zenginleşmiş zenginleşmesine ama belli ki gelir adaletsizliği de artmış.

        3 gün tüm anlamıyla boş boş oturup, okul anılarını konuştuk. Galatasaray geyiği yaptık.

        Memleketin haline üzüldük.

        Şunu da fark ettik.

        Eskiden iki kadeh rakı ile memleket kurtaracak kıvama gelirdik.

        Artık zor.

        En az bir büyük lazım.

        NE ZAMAN İNSAN OLURUZ?

        NE ZAMAN İNSAN OLURUZ?
        0:00 / 0:00

        Sol sağa kayınca sağın daha sağa kaydığını aptallar da anladığı zaman.

        Diğer Yazılar