Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Sesli Dinle
        0:00 / 0:00

        Sansür yasası TBMM’den geçti.

        Tarihte böyle yasalar olmuştur.

        İlk değil.

        İnşallah son olur.

        Bu tip yasalara genelde ya devrimler ya da karşı devrimler ihtiyaç duyar.

        Ya da diktatörlükler.

        Uzun soluklu, kalıcı olmazlar.

        Ama bir dönemi karartır, o dönemi yaşayanlara hayatı dar ederler.

        Farklılaşan, dijitalleşen, sosyalleşen medya Türkiye’de de iktidarın bu medyayı nasıl kontrol ederim, nasıl istediğim gibi yönlendiririm arayışına itmişti.

        Eskiden iş kolaydı.

        Devrimci ya da karşı devrimci, devlet kontrolündeki radyo ya da televizyonu basar, yayınları önce durdurur, sonra kendi istediği doğrultuda yaptırırdı.

        Gazetelerin önüne ise birer manga asker yollanır, matbaa durdurulur, sansür yapacak ekipler kurulur, sansürden geçmeyen haber kontrol altındaki matbaada basılamazdı.

        Ancak teknoloji işi zorlaştırdı.

        Gazetelere el koyup, iktidar kontrolündeki gruplara kamu kaynakları ile vermek yazılı medyayı, devlet televizyonunun yanı sıra özel televizyonları da ya yandaşa vermek ya da gelirlerini engelleyip, cezalar ile canından bezdirmek veya lisanslarını iptal etmek artık iktidarları kesmiyor.

        Çünkü binlerce, on binlerce internet sitesi, milyonlarca sosyal medya hesabı var.

        Bunları tek elden ön denetime tabi tutmak, mevcut basın yasasındaki maddeler ile hizaya getirmek mümkün değil.

        Başka bir şey denemek, farklı bir şey yapmak gerekiyordu.

        Bu “sansür yasası” tam olarak o başka bir şeydir.

        Bir denemedir.

        Çıkaranların işlerine yarar mı, istedikleri amaca hizmet eder mi emin değilim.

        Dahası ihtiyaçları olduğundan da çok emin değilim.

        Ve hatta yasa adil bir şekilde uygulanır ise, iktidar yanlısı yayınların bu yasadan olumsuz etkileneceğinden eminim.

        Bu son derece ağır sansür yasası muhalefetin cılız tepkilerine rağmen geçti Meclis’ten.

        Aklımızda kalan tek şey CHP’li Burak Erbay’ın yasayı protesto etmek için cep telefonunu kırmasıydı.

        CHP lideri ise yasa Meclis’ten geçer milletin hayatı karartılırken türban konusunda kazanımları kalıcı hale getirecek bir yasa hazırlama peşindeydi ve ardından ABD gezisine gitti.

        Bu yasa ile ilgili pek bir lafını, sert bir tepkisini duymadık görmedik.

        Ve yasa geçti.

        Peki bu yasa geçen hafta geçseydi ne olurdu!

        Söyleyeyim.

        Muhtemelen bu yasanın ilk kurbanı İstanbul Valisi Ali Yerlikaya olurdu.

        Değerli Valimiz geçen hafta İstanbul’da bir evde meydana gelen bir patlamadan sonra hemen bir açıklama yaptı.

        Patlamanın doğalgaz kaynaklı olduğunu söyledi.

        Bunu kötü niyetten yapmadı elbette. Kendisine öyle söylenmişti muhtemelen.

        Vali bunu söyleyince, tüm iktidar yanlısı basın ve iktidar kontrolündeki sosyal medya organizasyonları bu bilgiyi yaymaya başladılar.

        İGDAŞ “Yahu o evde doğalgaz bağlantısı bile yok” dedi ama iktidar gücünün yoğun gürültüsü altında herkes patlamanın doğalgazdan meydana geldiğine inandı.

        Al başına belayı.

        Yasa o gün yürürlükte olsa Vali Yerlikaya yanıltıcı bilgi paylaşmaktan, iktidar medyası ise yanıltıcı bilgiyi yaymaktan ötürü bir anda yasanın radarına girecek, yargılanacaktı.

        Patlamanın evdeki bir kişinin bomba imalatı yapmasından kaynakladığı ortaya çıkacak, valimiz bir terör faaliyetini saklamaya yönelik olarak yanıltıcı bilgi vermekle suçlanacak, medya da bunun suç ortağı olacaktı.

        İş mi bu!

        Ya da Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın da daha önce ifade ettiği “Abdülhamit Han’ı astılar” sözünü birisi söylediği zaman hakkında “Yanıltıcı bilgiyi vererek halkı kin ve düşmanlığa tahrik” ile suçlanabilecekti.

        Çünkü ne birinci ne de ikinci Abdülhamit’in asılmadığı, Abdülhamit Han olarak bayraklaştırılan Sultan 2. Abdülhamit’in 10 Şubat 1918’de 75 yaşında iken kalp yetmezliği nedeniyle öldüğü bilinen bir gerçekti. Keza “Sultan Abdülhamit döneminde hiç toprak kaybedilmedi” diye ısrar etmek de, en fazla toprak kaybeden hükümdar olduğu aşikar olan Abdülhamit Han hakkında yanıltıcı bilgi vermek ve yaymak olarak yargının konusu haline gelecekti.

        Ama tabii ki bunlar olmayacak.

        Bu yasa daha çok Sedat Peker ve benzeri sesleri susturmak, sokak röportajlarını engellemek, özellikle seçim atmosferinde Whatsapp, Telegram ve Signal gruplarını denetleyebilmek ve genel olarak herkesi korkutmak için kullanılacak.

        Yargının içinde bulunduğu durum dolayısı ile yaydığınız bilginin yanlış olup olmaması değil, bu yanlışın kimin işine yaradığına göre kişiler veya gruplar suçlanacak.

        İhtiyaca göre yasa belki başta yumuşak ama sonrasında sertleşen bir tutumla uygulanacak.

        Çeşitli iletişim gruplarında şimdiden bir panik olduğunu, pek çoklarının geçmiş mesajları sildiğini duyuyorum.

        Zaten yasanın amacı da bu idi.

        Bu korkuyu, bu paniği yaratmak.

        Benim ise emin olun umurumda değil.

        Gazeteci olarak zaman zaman yanlış haberim olmuştur.

        Genelde güç odakları tarafından yalanlanan pek çok haberim ilerleyen zamanlarda sapına kadar doğru çıkmıştır.

        Bildiğim yoldan dönmem.

        Doğru bildiğimi yazmaktan korkmam.

        Bundan önce korkmadım, bundan sonra da korkmam.

        Her zaman söylediğim gibi.

        “Bu da geçer yahu.”

        İntiharların suçunu eşlere yıkamazsınız

        İntiharların suçunu eşlere yıkamazsınız
        0:00 / 0:00

        Polis intiharları, “Azaldı” diye geçiştirilemeyecek, tartışmadan kaçırılamayacak, nedenleri üzerinde titizlikle durulamayacak kadar önemsiz bir vaka değildir.

        Geçen yılın ilk 5 ayında 37 olan polis intiharının, bu yılın ilk beş ayında 24’e indiğini söyleyerek övünmek doğru olmadığı gibi, Emniyet mensuplarının iddiasına göre bu sayı gerçekte 24’ten de fazladır ve gerçek sayı gizlenmektedir.

        Bilinen sadece geçen hafta 4 polisin intihar ettiğidir.

        Bunu evliliğe bağlamak ise korkunçtur.

        Evli tapu memurları intihar etmezken, evli polislerin intihar ettiğini söylemek bile zaten büyük bir sorunun varlığını kabul yoluyla inkar etmeye çalışmaktır.

        Emniyet teşkilatı mensuplarından çok sayıda, mektup, e-posta ve mesaj geliyor.

        Çokça sorunları var.

        Mesai saatlerinin uzunluğu, nöbetlerin yoğunluğu ve sıklığı, dinlemeden çalışılan dönemlerin giderek fazlalaşması en çok şikayet edilen konular.

        Maddi bir karşılığı da olmayan bu şartların ailevi sorunlar yaratması da ayrıca kaçınılmaz.

        Meseleyi aileye bağlamak ise sorunu değil, sonucu görmekten ibaret.

        Tabii en az bunlar kadar vahim olanı ise mobbing.

        Emniyet teşkilatı mensuplarından yağmur gibi e-posta ve mektup geliyor.

        Pek çoğu mobbingten şikayetçi.

        İktidar partisine yakın kişilerin taleplerini karşılamadığı için, amirleriyle fikri ya da siyasi anlaşmazlık içinde olduğu için, egemen düşünce tarzına yakın olmadığı için, hatta zaman zaman gözünün üzerinde kaşı olduğu için mobbinge uğrayan, taciz edilen, rahatsız edilen, sürülen, sicili bozulan ve doğduğuna pişman edilen polislerimiz var.

        Ama bir tanesi bile "Fatih Bey, eşimden bunaldım. Eşimden dolayı hayattan soğudum" demiyor.

        Tüm bunları görmezden gelerek “İntihar sayılarını yüzde 20, intihar oranını on binde yarım puan azalttık” diyerek ve konuyu neredeyse “Huysuz eş sendromuna” bağlayarak kapatamazsınız.

        Bir kez daha suçu genel manada "kadınlara", anlayışsız eşlere yıkamazsınız.

        Bu yolla sistematik kusurları gözlerden kaçıramazsınız.

        Bakanlıklar adından anlaşılacağı gibi “bakma” yeridir.

        Görmezden gelme yeri değil.

        NE ZAMAN İNSAN OLURUZ?

        NE ZAMAN İNSAN OLURUZ?
        0:00 / 0:00

        Göz çıkarmanın bahanesini kaş yapmaya çalışmak olarak göstermediğimiz zaman.

        Diğer Yazılar