Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Sesli Dinle
        0:00 / 0:00

        Cumhur İttifakı, ayakta kalmak ve gücünü koruyabilmek için anlaşılması en güç konularda bile anlaşma zemini yaratır, ilkelere en aykırı tutumlarda bile anlayışlı olma çabası güderken, Millet İttifakı temelli altılı masa, en basit konularda bile tartışıyor, restleşiyor. Taraflar birbirini eleştiriyor, tutum ve tavırlara karşı çıkabiliyor. Üstelik de masanın oy oranı en düşük üyesi, masanın oy oranı en yüksek üyeleri çatır çatır pazarlık ediyor.

        Kimilerine göre bu bir zaaf.

        Bana göre ise bu altılı masanın en güçlü yanı bu tartışma ortamı.

        Gençler pek hatırlamaz ama biz buna eskiden “demokrasi” derdik.

        “Çoğunlukçuluğa” alıştırılmış bir toplumun unuttuğu bir kavram olan “çoğulculuk” tam da bu.

        Güçlü olanın, sayısı çok olanın istediği yapması ve yaptırması değil, sayısı az olanın haklarının sayısı çok olan karşısında korunması.

        Bu durum aslında gelecek açısından teminat.

        Seçim sonrası 6’lı masanın kazanması halinde, masadaki partilerin her birinin hassasiyetlerinin dikkate alınacağı, buna bağlı olarak da kazanılmış haklardan da, Cumhuriyet’in temel ilkelerinden de geri adım atılmayacağının da garantisi.

        REKLAM

        Cumhur İttifakı'nın yapısının da, Millet İttifakı ya da 6’lı masa yapısının da kendine göre avantaj ve dezavantajları var.

        Cumhur İttifakı tek karar alıcı ile uyum hızlı hareket etmenin avantajına sahip ama bu aynı zamanda yanlış yapma ve rabbim bizi affetsin noktasına gelip, çark etme dezavantajını da beraberinde getiriyor.

        Millet İttifakı ise diğeri kadar hızlı hareket edemiyor ama yanlış karar alıp, kırıp döküp başa dönme olasılığı daha düşük.

        Biri çoğunlukçu, diğeri ise çoğulcu.

        Tabii bu yapılar pek tartışılmıyor Türkiye’de ve her şey Cumhurbaşkanı’nın kim olacağı üzerinden konuşuluyor.

        Kılıçdaroğlu adının yavaş yavaş geri çekildiğini, diğer isimlerin yeniden gündeme geldiğini hissediyoruz.

        Dün de Meral Akşener’in Mansur Yavaş’a “Aday olduğunuzu söyleyin, biz de destekleyelim” dediği iddiası ortaya atıldı.

        Peki bu doğru mu!

        Büyük oranda doğru ama tam olarak böyle değil.

        Millet İttifakı’nda ciddi bir Mansur Yavaş rahatsızlığı var.

        Yavaş’ın isminden, kimliğinden, güçlü aday olarak gösterilmesinden kaynaklanan bir rahatsızlık değil bu.

        İttifak, özellikle de İyi Parti, Mansur Yavaş’ın “bekleyen” tavrından rahatsız.

        Yavaş’ın “Ben talip değilim ama siz bana gelirseniz bakarız” tavrının alçakgönüllü bir kabullenişten çıkıp “kibirli bir beklentiye” dönüştüğünü düşünüyorlar.

        Meral Akşener bu durumdan artık sıkıldı ve Mansur Yavaş’a “Mansur Bey, biraz sorumluluk alın ve eğer bir adaylık arzunuz var ise bunu dile getirin. Siz bir şey söylemeden ne biz ne de bir başka parti sizi aday göstermek için harekete geçemez. Siz Başkanlığı istediğinizi en azından beyan edin. Biz de sizin isminizi masada tartışalım. Bizim size gelip biz sizi uygun gördük dememizi beklemeyin” mesajı iletti.

        Kelimeler tam bu olmayabilir ama mesaj tam bu.

        Anlayacağınız Mansur Yavaş’ın nazı aşık usandırma noktasına gelmiş olabilir.

        Ama ben şahsen Yavaş’ın tavrının gerçek olduğunu, Cumhurbaşkanlığı için çok hevesli olmadığını düşünüyorum.

        HDP'ye meşruiyet verilmiştir

        HDP'ye meşruiyet verilmiştir
        0:00 / 0:00

        Adalet Bakanı başkanlığındaki AK Parti heyetinin, HDP’lilerle neşeli görüşmesinin Cumhur İttifakı’nda çatlağa neden olabileceği düşüncesi, Devlet Bahçeli’nin dünkü konuşması ile yerle bir oldu.

        HDP ile PKK’yı aynı kefeye koyan partinin genel başkan olarak “Görüşülebilir” diyerek raconu kesti. “Görüşmek uzlaşmak değildir” diyerek de gerekçelendirdi.

        Yarın bu uzlaşma olursa ne der onu kestirmek zor.

        Bu durumun doğal sonucu şudur.

        HDP’ye meşruiyet verilmiştir.

        Her siyasi oluşum, HDP ile görüşebilir.

        Artık Millet İttifakı’na yönelik olarak HDP ile görüşüyorlar suçlaması yapılamaz, “CHP-HDP-PKK” demek artık mümkün değildir çünkü bunu dediğiniz anda “AKP-HDP-PKK” da demek olur.

        Bahçeli AK Parti'nin içini dizayn ediyor

        Bahçeli AK Parti'nin içini dizayn ediyor
        0:00 / 0:00

        Peki Bahçeli, kendi seçmeninin olası tepkisine rağmen nasıl böyle bir tavır aldı?

        Nedeni çok basit.

        Bahçeli, "milli beka" ittifakı olarak gördüğü Cumhur İttifakı’nı bozmak istemiyor.

        Bahçeli çok iyi biliyor ki, AK Parti içinde çok güçlü bir “Anti MHP” grup var.

        AK Parti’nin en çekirdek kadrosunu oluşturan bu grup, AK Parti-MHP ittifakından çok rahatsız. Bu ittifakın partinin ilkelerine aykırı olduğunu, AK Parti’yi milliyetçi bir çizgiye oturttuğunu, bu durumun partinin “Milliyetçiliği ayaklar altına alan” kuruluş felsefesine aykırı olduğunu düşünüyorlar.

        Bunu da sık sık, her ortamda dile getiriyorlar.

        Ama aşırı güçlü lider Erdoğan partisindeki bu yaygın düşünceye karşın, MHP ile işbirliğini sürdürüyor.

        Cumhur İttifakı aslında bir AK Parti-MHP ittifakı değil.

        Bir Erdoğan-Bahçeli ittifakı.

        Bahçeli de aslında AK Parti içindeki bu milliyetçilik karşıtı kliğin galip gelmesini istemiyor.

        Bu yüzden de sürekli olarak “kızılcık şerbeti” içiyor.

        Buradaki son noktanın neresi olduğunu tahmin etmek ise zor.

        Çetin Altan'dan bir tahılla beslenme hikayesi

        Çetin Altan'dan bir tahılla beslenme hikayesi
        0:00 / 0:00

        Ekmek Üreticileri Sendikası Başkanı Cihan Kolivar’ın Habertürk ekranında programın sahibi Afşin Yurdakul dahil herkesi şoka uğratan sözleri beni 40 yıl öncesine, talebelik günlerime götürdü.

        Galatasaray Lisesi’ni yeni bitirmiş, Boğaziçi Üniversitesi’nde okuyorum.

        Mektepten ağabeyim, rahmetli Çetin Altan’ı ziyarete gittik.

        Yanlış hatırlamıyorsam şimdi yayıncılık yapan Alpagut Gültekin’le beraber. Galiba Nilgün Uysal da orada.

        Çetin Abi’nin ofiste oturuyoruz, o da bize anlatıyor.

        Türkiye eleştirileri yapıyor.

        Lafı bir ara 1. Dünya Savaşı günlerine getirdi.

        Liman Von Sanders’in 1. Ordu Komutanlığına gelişine.

        Kendine özgün ses tonu ve anlatımıyla başladı anlatmaya, hiç unutmuyorum, unutmak ne kelime gözümün önünden sahne gitmiyor.

        Liman Paşa gelmiş Selimiye Kışlası'nı geziyor.

        Askeri kıtaları denetleyecek, silahları görecek, askerin durumu hakkında bilgi alacak. Herkes hazır, Babası Yahudi olan Prusyalı Paşa’yı bekliyor.

        Liman Von Sanders geliyor arabadan iniyor ve “Bana önce askerlerin kullandığı helaları gösterin” diyor.

        Herkes şaşırıyor. Kimsenin aklına tuvaletleri görmek isteyeceği gelmediği için helaları bok götürüyor.

        “Efendim pistir” diyorlar.

        “Daha iyi. Göreyim” diyor.

        Önde Prusyalı, arkada Osmanlı paşalar helaya dalıyorlar.

        Prusyalı Paşa ilk helada gördüğü dışkıya uzun uzun bakıyor, elindeki tahta çubuk ile şöyle bir karıştırıp kıvamını kontrol ediyor. Sonra diğer tuvaletleri geziyor.

        Çıkıyor.

        Ve herkesi toplantıya çağırıyor.

        “Beyler” diyor, “Helalara bakmama şaşırdınız. Ama o hela çok şey anlatıyor. Bakın gördüğüm kadarı ile sizin asker tahılla besleniyor. Üç boğumlu kule gibi yapıyorlar. Tahıl ile beslenen asker iyi savaşamaz. Askere protein vermek lazım. Bu askerin tayınına et katın. Yoksa savaşı kaybederiz.”

        Bu hiyakeyi ben Çetin Altan’dan dinledim.

        Sonra kendisine “Ama abi Savaşı Almanlar kaybetti. Filisin Cephesi'nde Liman Von Sanders’in hataları ile mağlup olduk. Çanakkale’de ise tahıl ile beslenen çocuklar, etle beslenen Prusyalıya rağmen savaşı kazandılar” dedim.

        Haliyle okkalı bir küfür etti.

        Onu da yazmayayım.

        Yani Kolivar aslında Liman Von Sanders'in izinden gitmiş.

        Sözleri zırvalık.

        Bu sözlerden dolayı gözaltına alınması ise zırvalığın zirvesi

        Her saçmalayanı gözaltına alsak, bırak sokağı siyasette kimse kalmaz.

        Bayağı bir sektör

        Bayağı bir sektör
        0:00 / 0:00

        İçişleri Bakanı Soylu, uyuşturucu ile mücadeleyi anlatırken her hafta 5 bin uyuşturucu satıcısının yakalandığını söyledi.

        Müthiş bir sayı.

        Haftada 5 bin.

        52 hafta ile çarparsak yılda 260 bin uyuşturucu satıcısı eder.

        Sektör hala ayakta olduğuna göre en az bir bu kadarı da hala işbaşında demektir.

        Bu durumda Türkiye'deki uyuşturucu sektöründe üç aşağı beş yukarı 500 bin kişinin istihdam edildiğini varsayabiliriz.

        Bu ne demek biliyor musunuz!

        Türkiye'de uyuşturucu sektörünün boyutu otomotiv sektörüne eşdeğer.

        Otomotiv Sanayicileri Derneği OSD'nin verilerine göre Türkiye'de otomotiv sektöründe çalışanların toplam sayısı 500 bin civarında.

        Uyuşturucu sektörü de hemen hemen aynı büyüklükte.

        Tabii muhtemelen uyuşturucu satıcısı olarak yakalananların büyük bölümü tutuklanmayıp serbest bırakılıyordur.

        Bunun oranını da sayısını da tam olarak bilmiyoruz.

        Ama yine de yarı yarıya olsa bile sektör 390 bin civarında bir istihdama sahip olur ki, bu bile felaket demektir

        NE ZAMAN İNSAN OLURUZ?

        NE ZAMAN İNSAN OLURUZ?
        0:00 / 0:00

        Duydum diye değil okudum diye eleştirdiğimiz zaman.

        Diğer Yazılar