Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Sesli Dinle
        0:00 / 0:00

        Kabak çekirdeğinin, bir yılda yüzde 150 zam görmesinin hangi mantıkla olabileceğini sordum.

        Bir kuruyemiş üreticisinden yanıt geldi.

        Geçen yıl üreticiden 20 TL’ye alınan kabak çekirdeği, temizlenip kavrulduktan sonra 30 TL’ye pazarlama firmalarına satılıp, onların da üzerine kendi kârlarını eklemesi ile birlikte üç harfli zincirlerde 50 TL, kuruyemişçilerde ise 80-90 TL’ye tüketiciye ulaştırılıyormuş.

        Bazı lüks kuruyemişçilerde ise fiyat benim de sözünü ettiğim 100-110 TL'yi bulabiliyormuş.

        Ancak bu yıl kabak çekirdeği rekoltesi geçen yılın yüzde 20’si civarında gerçekleşmiş.

        Bu da geçen yıl çiftçiden 20 TL’ye alınan kabak çekirdeği fiyatını 60-65 TL seviyesine çekmiş.

        Bu da nihai tüketiciye ulaşan kabak çekirdeği fiyatını 200 TL civarına taşımış.

        İşçilik, enerji, taşıma ve depolama maliyetlerindeki artışlar göz önüne alındığı zaman bu artış normal, hatta oransal olarak düşükmüş.

        Doğru.

        20 TL’ye üreticiden alınan kabak çekirdeği benim kuruyemişçide 120 TL ise, 65 TL’ye üreticiden alınan kabak çekirdeğinin benim kuruyemişçide en 390 TL olması lazım.

        Aslında tüm ürünlerde benzer bir vaziyet var.

        Bunun tek nedeni ise ülkenin “yönetilmiyor” olması.

        Savunma sanayii ile övünmek, Togg'la keyiflenmek iyi hoş da, hayat bundan ibaret değil.

        Tarımdan söz eden yok mesela.

        Kabak çekirdeği ilginç bir gösterge aslında.

        Fiyat artışlarında üretim düşüşü büyük etken.

        Tarımsal girdi maliyetlerindeki kontrolsüz artış ve belirsizlik de daha büyük etken.

        Ne bir üretim planlaması var ne bir üretim öngörüsü.

        Derdini anlatmaya çalışan üreticiye Bakan düzeyinde fırça, aşağılama.

        Kimse bugün üretip sattığı ürünü, yarın kaça mal edeceğini bilmiyor.

        Ekonomi politikasını ciddiye alamadığı, güvenemediği, bilmediği için de var olduğu söylenen enflasyonu değil, var olacağına inandığı enflasyonu fiyatlara yansıtıyor.

        Geçen ay 27 TL’ye satılan bir mutfak malzemesinin, bu ay 79 liraya satılmasını gerektirecek ne bir kur artıyı söz konusu ne de emtia fiyat artışı.

        Tek neden belirsizlik, güvensizlik.

        Pahalılığı birtakım terör örgütlerine bağlamak ise ülkeyi küçük düşürmekten başka bir şey değil.

        Üstelik çok övünülen Tarım Kredi Kooperatifleri’ndeki fiyatlar da terör bağlantılı denilen ama aslında çoğuna iktidara çok yakın isimlerin sahip olduğu üç harfli market zincirlerinden çok da aşağı değil.

        Çok açık ki, bugünkü hayat pahalılığının asıl nedeni, yönetim beceriksizliği ve bunun artık aşikar hale gelmiş olması.

        Herkes biliyor ki, sonsuz basınca dayanacak bir düdüklü tencere yok.

        Altındaki ateşi söndürmedikçe bir yerde patlar.

        Bugünkü durumun nedeni herkesin patlamaya hazır olmaya çalışması.

        Ateşi söndürmeyi düşünen ise yok.

        Sadece düdüğü susturmaya çalışıyorlar.

        Kiralık akıldan dertsizi yok

        Kiralık akıldan dertsizi yok
        0:00 / 0:00

        Sisi ile el sıkışma ve mango suyu muhabbeti sonrası, Esad ile barışmaya da iktidarın küçük ama güçlü ortağından yeşil ışık geldi.

        Büyük ortak da bizim yıllardır söylediğimiz ama her söylediğimizde hakarete uğradığımız ve ilkesiz olmakla suçlandığımız “Dış politikada kalıcı küslük ve koşulsuz dostluk olmaz" cümlesini terennüm etmeye başladı.

        Bunlar olumlu gelişmeler.

        Ama birinde 9, diğerinde 11 yıllık yanlış politika ve inadın diyetini halk ve ülke ödüyor.

        İktidar ise daha önce küslüğün rantını yedi, şimdi ise barışmanın rantını yemeye hazırlanıyor.

        Akıllarını kiraya vererek kolay yaşam yolunu seçmiş olanlar ise şimdi patronlarından daha hızlı bir dönüş ile dün sövdüklerini, bugün övüyorlar, dün doğru dedikleri politikanın tam tersine bugün de doğru diyorlar.

        Rabia heykelleri Irak’taki Saddam heykellerinden daha hızlı bir şekilde indiriliyor, indirilemeyenlerin altına “4 çay” yazılıyor.

        Bu durumu alkışlayanların, yarın 180 derecelik bir dönüş daha olsa onu da öveceklerinden ve doğru bulacaklarından kuşkumuz yok.

        Acı olan ise bu ilkesizlikte komşuluk yapmak.

        Benim merak ettiğim ise şu.

        Yarın, bugün terör örgütü olarak tanımlanan bazı oluşumlarla ya da en azından o oluşumların bazı kanatları ile aynen Sisi ve Esad gibi hızlı bir barışma sürecine girilirse, bu yancılar ona da alkış tutacaklar mı!

        Yoksa o iş çoktan oldu da, bizim mi haberimiz yok!

        Siz hiç korkar mısınız!

        Siz hiç korkar mısınız!
        0:00 / 0:00

        Dün Celal Şengör’ün sert uyarısını yazıp, İstanbul’u bekleyen deprem tehlikesine bir kez daha dikkat çekince pek çok okurun tepkisini de çektik.

        “Bunu yazarak eline ne geçti? Ne yapalım yani gidecek yerimiz, çıkacak evimiz mi var? Niye bizi korkutuyorsunuz! Bizim elimizden ne gelir ki! Bundan ne çıkarınız var?” diyen okurlar oldu.

        Sizin elinizden gelen çok şey var ama siz bunun farkında değilsiniz.

        Deprem gerçeğini göz önüne almayan, yaşadığınız kentleri depreme hazırlamayan, sizin, çocuklarınızın, torunlarınızın hayatlarını kurtaracak planlamayı ve dönüşümü yapmayıp bu parayı abuk sabuk yerlere harcayan, doğru düzgün afet planlaması yapmayan, yapamayan, deprem toplanma alanlarını bile üç kuruş rant için imara açanlara hesap soracaksınız.

        Sizin elinizden gelen bu ve bundan daha güçlü hiçbir şey yok.

        Dün deprem sonrası pek çok İstanbullu kendini sokaklara attı.

        Toplanacak yer bulabildiniz mi!

        Tabii ki bulamadınız.

        Yer olmadığı için, kavşak göbeklerinde toplanan insanlar gördüm.

        Olası bir İstanbul depreminde içecek su, yiyecek tek kap yemek, sıçacak bir yer bulabilecek misiniz hiç düşündünüz mü!

        Şehir hastaneleri şahane, çok güzel.

        Peki bir deprem anında herkes o hastanelere ulaşabilecek mi, ulaştırılabilecek mi!

        Kent içinde hastane olmasının ne kadar önemli ve değerli olduğunu hatırladınız mı!

        Celal Şengör, dünyanın en önemli deprem bilimcilerini Türkiye'ye getirdi.

        Dünyanın en iyi üniversitelerinin, jeoloji alanındaki, jeofizik alanındaki anıt isimlerini.

        Bir tek kamu yöneticisi, bir tek bakan ya da belediye başkanı kendilerini davet edip görüşmedi. Parayla değil, bedavaydı.

        Çünkü bilginin önemli olduğu bir yönetim anlayışımız yoktu bu ülkede.

        Ve siz buna tek kelime etmediniz.

        Çünkü siz de elinizdeki gücü bilmiyorsunuz. Kullanmıyorsunuz.

        Sonra Celal’e ve bana kızıyorsunuz, “Bizi korkutuyorsun” diye.

        Güldürmeyin beni.

        Sizi zangır zangır titreyen binalar, çatlayan duvarlar, 7 büyüklüğünde depremler korkutamıyor.

        Biz mi korkutacağız?

        NE ZAMAN İNSAN OLURUZ?

        NE ZAMAN İNSAN OLURUZ?
        0:00 / 0:00

        Korkusuzluğun cesaretten değil, aptallıktan veya cehaletten kaynaklandığını bildiğimiz zaman.

        Diğer Yazılar