Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Sesli Dinle
        0:00 / 0:00

        Üç harfli adı altında “cinleştirilen” ve korkutucu bir hale getirilen ucuz zincir marketleri geçmişte eleştirdiğimiz zaman, bunları koruyucu şemsiyesi altına alan, bu marketlerin halka hizmet ettiğini söyleyen bizzat bu marketleri savunan hep AK Parti iktidarı olmuştu.

        Çünkü bu marketlerin pek çoğunun sahibi, kurucusu, büyük ortağı AK Parti’ye ve AK Parti yönetimine yakın isimlerdi.

        Ben “Bu marketleri aşırı güçlü konuma getirdiniz. Eğer mahalle bakkalını yok ederseniz şimdi ucuz zannettiğiniz bu marketler fiyatları dikte edecek tekeller haline gelirler ve hem üreticiyi hem de tüketiciyi çok zor durumda bırakacak güce erişirler” dedikçe iktidar konuyu siyasallaştırıyor, bizi de halkın ucuz ürün alma hakkını engelleyen kişiler konumuna düşürüyor, “Eski Türkiye sermayesini korumaya çalışmakla” suçluyordu.

        İktidara göre bizim bu marketlere yüklenme sebebimiz, muhafazakar sermaye olmalarından ve iktidarı finanse etmeleriydi.

        Oysa bizim tek söylediğimiz bu marketlerin mahalle arasına, sokak arasına girmemesi, küçük esnafı, veresiye defteri tutan “bakkal amcaları” yok etmemesiydi.

        Tabii ki, iktidarın istediği yönde gelişti olaylar.

        Markasız, ucuz ürün satan bu marketler mahalle aralarına kadar yayıldı, piyasaya hakim oldu.

        Veresiye defterinin yerini de “kredi kartı” aldı.

        Artık bakkal amcaya değil, bankaya borçlanıyordu halkımız.

        Aradan 10 küsur yıl geçti.

        Dün bize karşı bu indirimli satış zincirlerini koruyan iktidar ve bileşenleri, şimdi bu zincirlere savaş açtılar.

        Türkiye’deki hayat pahalılığının nedeni olarak bu zincirleri gösteriyorlar.

        Patronları, kurucuları, sahipleri büyük ortakları mevcut iktidarın bir parçası olan zincirler ise şimdi canhıraş bir şekilde kendilerini savunmaya çalışıyorlar.

        Haklılar mı!

        Elhak haklılar.

        Faiz düşüreceğim diye yola çıkıp gerçek faizleri düşüremeyen ama kurları patlatan.

        Kurlara paralel olarak enerji maliyetlerini bir yıllık süre içinde iki katından fazla arttıran.

        Tarlaya atılan gübre fiyatını dövize paralel olarak birkaç misline çıkaran, sulama maliyetini elektrik fiyatları nedeniyle üçe katlayan, işçilik maliyetlerini enflasyon nedeniyle iki katına çıkartan, çuval ve plastik kasa fiyatlarının dahi en az yüzde 100 artmasına neden olan, ürünü pazara taşıyan kamyonun fiyatını dövize bağlı olarak yüzde 100 arttıran, o kamyonun yakıtının bedelini bir yılda en az yüzde 100 arttıran, kullandığı lastiğin fiyatını bir yılda yüzde 100’den fazla arttıran, ürünün satıldığı marketin kirasını bir yılda ikiye katlayan, dükkanı aydınlatan ampulün ve ürünü koruyan buzdolabının yaktığı elektriği bir yılda yüzde 150 arttıran bir iktidar hızla artan fiyatlardan marketleri sorumlu tutarsa buna ancak gülünür.

        Çok savundukları Tarım Kredi Kooperatiflerinde, zararına satış yaptırtmalarına rağmen o marketlerden çok farklı fiyat uygulayamayanların, ekonomi politikalarındaki başarısızlık demiyorum beceriksizliklerinin bedelini marketlere ödetmeye çalışmaları komiktir.

        O market zincirleri bu iktidar döneminde piyasaya hakimiyet kurdular, tekel sayılabilecek pazar paylarına, milyar dolarlık kârlara, milyar dolarlık şirket değerlerine bu iktidar döneminde eriştiler.

        Ve muhtemelen tarihlerinde ilk kez bu kadar karsız bir dönem geçiriyorlardır.

        Ve ilk kez yıllarca destekleyip parçası oldukları iktidar tarafından hedefe alındılar.

        Madem öyle kapatın üç harflileri.

        Bakalım ucuzluk olacak mı!

        Havuzdaki suyu alıp havuza katmak

        Havuzdaki suyu alıp havuza katmak
        0:00 / 0:00

        CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu, ekonomi kurmayları arasına Prof. Daron Acemoğlu’nu da katmış.

        Acemoğlu ile İstanbul’da olduğu sırada görüşmeyip, hemen sonrasında gittiği New York’ta görüşmüş olmasına şaşırmıştım.

        Demek ki, görüşmenin maksadı bu imiş.

        Sevgili Daron Acemoğlu aslında Türkiye siyasetine ve Türk ekonomisine uzak bir isim değil.

        AK Parti iktidarının ilk döneminde, uygulanan ekonomi politikalarına ciddi destek vermişti.

        Derviş politikalarının devamı niteliğindeki liberal, özgürlükçü, dışa açık politikalar Acemoğlu’nun kendi ekonomi fikriyatına uygundu.

        Bu yüzden de Acemoğlu ile o zamanın ekonomi yönetiminin başındaki Ali Babacan ile Prof. Acemoğlu arasında fikri yakınlığa dayalı bir dostluk da oluşmuştu.

        Fakat AK Parti’nin özgürlükçü politikalardan vazgeçmesiyle ve ekonomide kontrolcü bir yapıya dönmesi sonrasında Daron Acemoğlu ile iktidarın bağı koptu.

        Acemoğlu, iktidarı eleştirmeye, politikaları yanlış bulduğunu yüksek sesle söylemeye başladı.

        Hukuk, Adalet, Özgürlük diye bağırıyordu Acemoğlu.

        Zannedilenin aksine uzakta da olsa, Daron Acemoğlu Türkiye ile dertlenen bir adamdı.

        Öyle ki, Ali Babacan DEVA Partisi’ni kurarken, Acemoğlu büyük destek verdi.

        Babacan “Gel” dese Daron Acemoğlu DEVA Partisi kurucuları arasında yer bile alabilirdi.

        Ancak Ali Babacan, Daron Acemoğlu’nun Nobel ekonomi ödülü alma şansına ve akademik hayatına öncelik vermesi gerektiğini düşündüğü için Acemoğlu’nun aktif siyasetin içinde değil akademinin içinde olmasının daha değerli olacağını düşündü.

        Ve anlaşılan o ki, gerek İYİ Parti, gerekse DEVA Partisi’nin ekonomi kadrolarının giderek güçlenmesi karşısında CHP de bir hamle yapma gereği duymuş ve Acemoğlu ismini yanına alma almak istemiş.

        Oysa Acemoğlu zaten yanlarında idi.

        Ve CHP’nin içinde devleti bilen, ekonomiyi bilen isimler zaten vardı.

        Derviş politikalarının uygulamadaki mimarı Faik Öztrak gibi birisi varken,İlhan Kesici bir temel direği gibi orada dururken, Hurşit Güneş yanı başında iken ayrıca Kerim Rota, Serkan özcan, İbrahim Çanakçı,Bilgi Yılmaz ve tabii Durmuş Yılmaz gibi isimler zaten mevcutken CHP’nin İYİ parti ve DEVA ile rüzgara karşı yarışa girmesine muhtemelen pek gerek yoktu.

        Ben Kemal Kılıçdaroğlu’nun yanında olsam ona “Ufuk Akçiğit” ismini daha öne çıkarırdım.

        Asıl boşluk oradaydı.

        Niye bunu söylediğimi ise zamanla anlarsınız…

        Sayısal değil kafasal sorunlar

        Sayısal değil kafasal sorunlar
        0:00 / 0:00

        Sonunda yaptığımız programlar ve eleştirilerimiz az da olsa işe yaradı.

        Yıllardır direnen UKOME sonunda minibüs ve dolmuşların bir bölümünün daha taksiye dönüşmesine izin verdi.

        2 bin 125 yeni taksi gelecek.

        İBB bu taksiler için bir prototip belirledi ve bir sözleşme yaparak yeni taksilerin yüksek standartta olmasını garanti altına alacak.

        Aslında bu yeni taksilerin hangi standartta olacağını iyi bir iletişim stratejisi ile halka anlatmaları lazımdı ama niyeyse bunu beceremediler.

        Ancak ben tasarımları ve araçlarda bulunacak nitelikleri gördüm.

        Gayet iyi.

        Ancak ben yine de bu sorunun çözüm yoluna girdiğini hiç ama hiç zannetmiyorum.

        Çünkü İBB karar almayı yapmakla, yapmayı ise süreklilikle karıştırıyor.

        Denetim yoksa, sürücü kalitesine yönelik eğitim yoksa, standardı korumaya yönelik tedbirler yoksa, çağdaş aplikasyonlar kullanılmıyorsa yola çıkardığınız en iyi taksi bile birkaç gün içinde eskilere uyar.

        Ve şu anda olacak olan da budur.

        İstanbul’un taksi sorununda mesele sayısal değil, kafasaldır.

        Kafayı değiştirmeden, uygulamayı değiştiremezsiniz…

        Hedef sapması

        Hedef sapması
        0:00 / 0:00

        Türkiye’nin en iyi üniversitelerinden Boğaziçi’nin tepesine paraşütle indirilen rektör Melih Bulu bu koltuğa oturtulduğunda Veyis Ateş’in programına katılmış ve hedefini “Rektörlük süresi içinde dünyanın en iyi 100 üniversitesi arasına sokmak” olarak açıklamıştı.

        Bu saçmalık üzerine ben de kendisine bir iddia teklif etmiştim.

        “İlk yüzü boş ver bir sıra yukarı taşıyacak kapasitede olmadığını” belirtmiş ve böyle bir şeyi yapamayacağına dair nesine isterse osuna iddia teklif etmiştim.

        Melih Bulu Allah tarafından görevden alınmış.

        Çünkü iddiayı rezil olarak kaybedecekti. Çünkü Boğaziçi Üniversitesi değil ilk yüze girmek, öncesinde bulunduğu noktadan 200 sıra daha geriye gitmiş.

        Demesin ki, Naci İnci geldi böyle oldu.

        Ha İnci, ha Bulu.

        Kafa aynı.

        Üniversiteye bakış aynı.

        Bakış bu olunca da, sonuç da şaşırtıcı olmuyor. Tabii.

        Türkiye’yi 2023’te dünyada ilk 10'a sokacağız diye yola çıkıp, bulunduğu 18’incilikten 23'üncülüğe düşürenlerin kafasıyla yönetilen üniversitesi de 200 sıra geriliyor elbet.

        Bana ağır gelen ise Suudi üniversitelerinin bile bizimkilerden daha üst sırada yer almaya başlamış olması.

        Gerçekten ağırıma gidiyor.

        Ve bir gün bir yerde Bulu'yu görürsem şöyle diyeceğim.

        "Ne oldu Bulu Efendi!"

        O da isterse gitsin Naci Bey'e söylesin.

        Çünkü benim için al birini vur öbürüne.

        NE ZAMAN İNSAN OLURUZ?

        NE ZAMAN İNSAN OLURUZ?
        0:00 / 0:00

        Ahırında İngiliz safkanı olanlar sütçü beygiri ile yarışa katılmadığı zaman.

        Diğer Yazılar