Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Sesli Dinle
        0:00 / 0:00

        Hafta sonu İstanbul Nişantaşı'nda büyük bir felaket, akılalmaz bir rezalet yaşandı.

        Nişantaşı'nı bilirsiniz belki.

        İstanbul'un 19. yüzyılda kurulmuş semtlerinden biri.

        Şimdilerde alışveriş ortamı ile ünlü.

        Büyük bölümü yaşlı insanlardan oluşan yerleşik nüfusu ve gün boyu gelip eğlenen, yemek yiyen, alışveriş yapanların ziyaret ettiği bir semt.

        Semtin sembollerinden biri de sokak kedileri.

        Kimseye zararı olmayan, güzellikleri ünlü kediler.

        Yıllardan beri Nişantaşı sakinleri ve Şişli Belediyesi bu kedileri besler, bunlara semtteki parklarda kulübeler yapar. Kedilerin doğum zamanı semt ahalisi yavruların büyük bölümünü sahiplenir.

        Kediler de en az Nişantaşı sakinleri kadar hatta onlardan daha Nişantaşılıdır.

        Hafta sonunda...

        Birisi ya da birileri.

        Kimliği ne yazık ki meçhul şerefsiz ya da şerefsizler...

        Nişantaşı kedilerinin mama kaplarına "zehirli mamalar" bırakmışlar.

        Kimseye zararı dokunmayan, dünya güzeli kedilerin mama kaplarına.

        Onlarca kedi hayatını kaybetmiş.

        Yolda gezdirilirken bu mamalardan atıştıran pek çok ev köpeği de hastalanmış, günlerdir komada yatıyorlar. Bazıları ne yazık ki uyutulacak.

        Böyle bir insafsızlığı kim nasıl, niye yapar!

        Böylesi birini bir ana niye doğurur!

        Bunların dünyaya geliş biçime doğum demek doğru mudur!

        Rahatsız etti ise başarılıdır

        Rahatsız etti ise başarılıdır
        0:00 / 0:00

        CHP’nin cumartesi günü İstanbul'da düzenlediği ve seçim öncesi partinin vizyonunu açıkladığı “2. Yüzyıla Çağrı” başlıklı toplantı ile ilgili ne düşündüğümü sordu iki gün boyunca okurlar.

        Doğrusunu isterseniz ben benim ne düşündüğümden çok, başkalarının ne düşündüğü ile ilgilendim.

        Başkaları dediklerim şunlar:

        - İktidar

        - İktidarı paylaşanlar

        - Muhalifmiş gibi görünüp iktidara destek verenler

        - Bir zaman muhalif olup son zamanlarda gizli iktidar yanlısı haline gelenler

        - CHP’den umduğu kadar beslenemediği için muhalifleşenler

        - İktidar karşıtı olan ama CHP’ye iktidardan daha karşıt olan ulusalcılar

        - CHP içi iktidar kavgasında kaybettiği için CHP’den nefret eder hale gelenler

        - Faşist düşüncelerini iktidar karşıtlığı arkasına gizleyip, makul siyasetten nefret eder hale gelenler

        - CHP’li belediyelerden nemalanıp, parti yönetiminin belediye başkanlarına yaklaşımına göre parti yönetiminin yanında veya karşısında yer alanlar

        CHP’nin cumartesi günkü toplantısı, tüm bu gruplarda eşit ölçüde rahatsızlık hatta bazılarında panik bile yarattığına göre bence başarılıdır.

        Bu toplantıya içeriği üzerinden değil, hastaneden çıkarak toplantıya gelmiş bir kadının uyuklaması üzerinden eleştiri yapılacak kadar küçülündüyse, yapılan iş önemlidir.

        Gelelim benim ne düşündüğüme.

        Toplantıyı oldukça başarılı buldum.

        Toplantının yıldızı hiç kuşkusuz Selin Sayek Böke idi. Müthiş bir konuşma yaptı.

        Toplantıya katılan ve CHP’nin ekonomi politikalarını belirleyip destek verecek olan, benim de yakından tanıyıp, güvendiğim ekonomistlerin toplantı salonunda yer almayıp, video konferans yöntemiyle katılmaları pek hoşuma gitmedi ama sağlıkları açısından doğru yaptılar.

        Rifkin ile ilgili fikirlerimi daha önce yazdığım için tekrarlamaya gerek görmüyorum ama iktidara danışmanlık yapıyor olsa idi “Almanya ekonomisini uçuran adam” olarak anlatılırdı. CHP’ye destek verince “Yanlış enerji politikası ile Almanya’yı batıran adam” olarak lanse edildi. Endüstri 4.0’a geçilirken çevre duyarlılığı önermesi suç haline getirildi. Cahil cühelayı ya da ülke ekonomisini McKinsey’e emanet edip, yakalanınca çark edip ilişkiyi gizliden sürdürenleri zaten önemsemiyorum ama kendini “solcu” olarak tanımlayanlar bunu yapınca samimiyet testinde sınıfta kalıyorlar.

        Organizasyon CHP açısından beklenmedik derecede başarılı idi.

        Seçimin kazanılması halinde, bilginin ve bilimin öne çıkarılacağını, ortak aklın ve çoğulculuğun önem kazanacağını göstermesi açısından önemli idi.

        Ama benim asıl beklediğim 6’lı masanın ortak bir ekonomi toplantısı yapmaları ve ekonomi ile ilgili fikirlerini ve yönetim anlayışlarını ortaklaşa bir biçimde açıklamaları.

        Sonuçta İyi Parti’nin de, DEVA’nın da ekonomi kadroları çok iyi.

        Ancak bunca iyi adamın birlikte nasıl çalışacağını de merak ediyorum doğrusu.

        Özürü kabahatinden büyük

        Özürü kabahatinden büyük
        0:00 / 0:00

        Kemal Kılıçdaroğlu’nun eşi Selvi Hanım’ın toplantı sırasında uyuklaması epey bir gündem oldu.

        Açıkçası bu tip toplantılarda herkesi bir rehavet bastığı için ben buna pek takılmadım ama Kemal Bey’in eşinin toplantıya hasta hasta geldiğini duymuştum.

        Bu konuda eleştiriler yoğunlaşınca CHP yönetiminden bir açıklama geldi.

        “Selvi Hanım hasta idi. Zaten testinden de Covid pozitif olduğu anlaşıldı”

        Anladığım kadarı ile test sonra yapılmış.

        Keşke baştan yapılsaydı da, hanımefendi oraya getirilmeseydi.

        En azından “Covid şüphesi nedeniyle toplantıya katılamamışlardır” denseydi.

        Toplantının ertesi günü “Selvi Hanım uyukladı çünkü Covid'di” demek bence yapılmış en talihsiz açıklamadır.

        Ve muhtemelen başkalarına da bulaştırmıştır.

        Mesela Selin Sayek Böke’nin hastalandığını duydum. İnşallah Covid değildir.

        Bazı AK Partililer ise “Bu nasıl sorumsuzluk” diye mesaj atmışlar.

        Corona’nın en pik zamanında ve henüz aşısı bile yokken 200 bin kişi ile Ayasofya açanların bu eleştirisi elbette komiktir.

        Ama yine de Selvi Kılıçdaroğlu’nu hasta hasta oraya getirmenin, hadi getirdin, Covid olduğu bilinmese bile hasta olduğu bilinirken maskesiz oturtmanın da savunulacak tarafı yoktur.

        Anladınız mı sözleşmeden niye çıktığımızı

        Anladınız mı sözleşmeden niye çıktığımızı
        0:00 / 0:00

        Bir tarikat lideri 6 yaşındaki kızını 29 yaşındaki bir müridi ile evlendiriyor. (Ne demekse!)

        6 yaşındaki çocuk 29 yaşındaki yaratığın istismarına ve tecavüzüne uğruyor.

        Tecavüz ve istismar yıllar boyu sürüyor.

        Kız şikayetçi olmaya kalkışıyor.

        Tarikat mensuplarının siyasi gücüyle soruşturma engelleniyor.

        Sahte raporlar alınıyor.

        Küçücük bir kız çocuğunun başına gelmeyen kalmıyor.

        Sözde din eğitimi verilen birtakım yerlerde çocuklara yapılan taciz ve tecavüzleri ise saymıyorum bile.

        Tüm bu rezaletleri yarın birisi TBMM’ye getirip araştıralım dese, emin olunuz ki, yine eller örtbas yönünde kalkacak ve rezaletin üstü kapatılacak sonrasında da bir grup milletvekili birbirini kutlayacaktır.

        Ve bu ortamda siz diyorsunuz ki, “İstanbul Sözleşmesi'nden niye çıktık?”

        İstanbul Sözleşmesi’nden işte tam da bu yüzden çıktı Türkiye.

        Çünkü İstanbul Sözleşmesi sadece kadını dayaktan, kötü muameleden korumuyordu.

        Çocukları istismardan, taciz ve tecavüzden de koruyordu.

        Bir kadını veya çocuğu evliliğe zorlamayı suç olarak ele alıyordu.

        23, 25, 36, 40 ve 41. Maddeler hep bunlarla ilgili idi.

        İstanbul Sözleşmesi’nden çıkılmasının nedenleri tam da bunlardır aslında.

        Kantarın topuzu kayıkçının küreği

        Kantarın topuzu kayıkçının küreği
        0:00 / 0:00

        Siyasete sert bir yanıt veren BİM CEO’su ve Gıda Perakendecileri Derneği Başkanı Aykaç, dernek başkanlığından istifa etti.

        Pek yakında BİM’den de istifa ettirilirse kimse şaşırmasın.

        Herkese bir günah keçisi lazımdır.

        Peki sizce Galip Aykaç siyasete bu denli sert bir yanıt verirken kafasına göre mi hareket etti?

        Konuştuğum kaynaklar bunun böyle olmadığını söylüyor.

        Başta BİM olmak üzere üç harfliler diye anılan ucuzluk market zincirleri siyasetçilerin hedefi haline gelince, aslında iktidara yakın ve hatta bir dönem iktidarın finansörü bile olan bu şirketlerin patronları konuyu iktidara taşıyorlar.

        “Bize çok ağır yükleniliyor. Biz olmasak fiyatlar çok daha fazla artar. Bize bu kadar yüklenilmesinin önüne geçin.”

        İktidardan gelen yanıt ise “Şu ortamda biz sizi koruyamayız. Başınızın çaresine bakın. Bir açıklama yapın ve kendinizi savunun” oluyor.

        Bunun üzerine Galip Aykaç, hepsi adına bir ortak açıklama yapıyor.

        Ancak Dernek üyeleri, Aykaç’ın kantarın topuzunu kaçırdığını düşünüyorlar.

        Özellikle de iktidarın güçlü ortağı MHP’nin hedef alınmasından rahatsız oluyorlar.

        Ama zannetmeyin ki, üç harflilerle iktidarın ve ortaklarının kavgası bitti.

        Bu kavga seçime kadar sürecek.

        Sonrasında kürekleri kaldırırlar o ayrı.

        Ülker'e cezayı kim kestirdi

        Ülker'e cezayı kim kestirdi
        0:00 / 0:00

        Murat Ülker’in “ABD emir verdi Cola Turca yüzünden bize trilyonluk ceza kesildi” açıklaması dönemin AK Partili Bakanı ile Ülker arasında tartışmaya yol açtı.

        Dönemin Sanayi ve Ticaret Bakanı Ali Coşkun “Murat Bey yanlış hatırlıyor. Bu konuda benimle görüşmesi olmadı. Ben ABD elçisi istedi ceza kestik diye bir şey söylemedim. Kendisi o dönem Tayyip Bey'le görüşmüştü” dedi.

        O günleri iyi hatırlıyorum ve Murat Ülker’i hafızasının yanılttığını düşünüyorum.

        O dönem Cola Turca yüzünden Ülker grubuna kesilen cezanın ABD elçisinin talebi ile pek ilgisi yoktu.

        Ülker’e kesilen cezanın arkasında Türkiye’de mısır şurubu üreten Cargill vardı.

        O dönemde mısır şurubu üretimi, şeker pancarı üreticilerini korumak üzere kotaya bağlanmıştı.

        Çünkü mısır şurubu şekere oranla çok daha düşük maliyetli olduğu için ekonomik avantaj sağlamak isteyen gıda ve gazlı içecek üreticileri bunu kullanmak istiyordu.

        O sırada Ülker grubu, mısır nişastasından mısır şurubu üretmeye başladı.

        Bunun üzerine Pepsi Cola ve Cocacola da aynı yöntemle üretim yapmak için Sanayi Bakanlığı’na başvurdular.

        Bu şirketlere izin çıkmadı.

        Ülker ise üretime devam etti.

        Bunun üzerine Cargill, Pepsi ve Cocacola, Bakanlığın kapısını aşındırmaya başladılar ve dava açacaklarını söylediler.

        Bunun üzerine Bakanlık, Ülker Grubu’nu önce uyardı. Uyarılar dinlenmeyince ceza kesildi.

        Bu arada ABD Büyükelçiliği de devreye girmiş olabilir. Çünkü sonuçta büyükelçilikler ülkelerinin yatırımcılarının haklarını korumakla da mükelleftir.

        Doğru şikayeti yapan üç Amerikan firmasıdır ama konu aslında Türk Hükümeti’nin koyduğu kurallar ve kotalara uyulmaması ile ilgilidir.

        NE ZAMAN İNSAN OLURUZ?

        NE ZAMAN İNSAN OLURUZ?
        0:00 / 0:00

        Korkularımıza değil aklımıza hitap edildiği zaman.

        Diğer Yazılar