Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Sesli Dinle
        0:00 / 0:00

        Ucuzluk market zincirlerinden pek hazzetmediğimi, bunlarla ilgili geçmiş yıllarda yazdıklarımdan, Habertürk gazetesini yönettiğim yıllardaki haberlerimizden, ekonomi sayfalarımızdaki analizlerden anımsar eski okurlarımız.

        Hazzetmememin nedeni elbette ki yaptıkları iş değildi.

        Ben kontrolsüz piyasalarda, hakim durum oluşturan oligopollerin, uzun kısa ve orta dönemde halka büyük zararlar verdiğini, ekonomiyi bozduğun düşünürüm.

        Hele bir de bunların arkasında ciddi bir siyasi destek var ise bir süre sonra bunların kamu düzenine tehlike oluşturdukları da aşikardır.

        Üstelik de bu tip yapılar otoriter siyasi yapılara can suyu da oluştururlar başlangıçta.

        Sonrasında ise aralarında güç savaşı başlar o ayrı.

        Rusya’da Putin’in zaman zaman kendi yarattığı “Oligarklara” yaptıkları bunun en iyi örneğidir.

        Ancak benim böyle bir düşünce içinde olmam bugün bu marketlere ve bu marketlerin yöneticilerine yönelik durumu kabul etmem anlamına da gelmez.

        Bugün birtakım karanlık tipler, birtakım mafyatik organizasyonlar, birtakım suç örgütü lideri ya da mensubu kişiler, kafalarına estiği gibi bu şirketlerin yöneticilerini, çalışanlarını, ortaklarını tehdit edemezler.

        Bunlara karşı şiddet kullanacaklarını ima edemezler.

        Açık açık saldırganlığı teşvik edemezler.

        Ederlerse karşılarında Cumhuriyet’in savcılarını bulmaları gerekir.

        Eğer bulmuyorlarsa o ülkede sadece Adalet değil, hukuk da bitmiş demektir.

        Hukukun da bittiği bir devlet.

        Zaten çoktan bitmiştir.

        Ama zaten bu tehditler devletin ajansı, devletin televizyonu aracılığı ile savruluyorken bizim yazdığımız olsa olsa hikayedir.

        Hani şu annesi ile kadı arasındaki ilişkiden şikayet eden vatandaşın hikayesi gibi.

        Yabancı sermaye peşkeş ise

        Yabancı sermaye peşkeş ise
        0:00 / 0:00

        CHP Genel Başkanı’nın İngiltere ziyareti sonrası yabancı sermaye ve seçimden sonra iktidar değişikliği olması halinde Türkiye’ye Batı’dan ciddi sermaye ve kaynak akışı olacağını söylemesine oluşan tepkileri anlamakta zorlanıyorum.

        Dünyadaki bütün ülkeler, Batı dahil, ABD dahil, hatta İsviçre dahil, yabancı sermaye girişini teşvik ederken, Türkiye’de iktidara talip bir siyasetçinin “Büyük sermaye girişi olacak” demesi nasıl olur da eleştirilir!

        Bunu anlamak, bunu akılla bağdaştırmak mümkün değil.

        CHP’nin içindeki aşırı sol kanadın bu konudaki söylemi ve tepkisi ilkesel açıdan haklı olabilir, buna bir şey diyemem ama özellikle iktidar partisinin ve iktidar partisi destekçilerinin Kılıçdaroğlu’nun bu açıklamasına “Memleketi peşkeş mi çekiyorsun” demesi çok açık bir tutarsızlıktan başka hiçbir şey değildir.

        Bunu da benim söylememe gerek yok sayılar söyler.

        Şöyle ki, AK Parti iktidarı döneminde yani 2003 ila 2021 yılları arasındaki 19 yıllık dönemde Türkiye’ye giren yabancı sermaye miktarı tam tamına 239 milyar dolardır.

        Ve bunun büyük bölümü AK Parti’nin ilk 15 yılı içinde giren yabancı sermaye yatırımıdır.

        Buna karşılık AK Parti iktidarının sürekli kötülediği önceki dönemde, yani 1980-2002 arasındaki 23 yıllık dönemde Türkiye’ye giren yabancı sermaye tutarı 15 milyar dolardır.

        Ülkeye yabancı sermaye girmesi ülkeyi satmak diyecek olan bir AK Partilinin yukarıdaki sayılara bakıp biraz dikkatli konuşması gerekir.

        Hele hele bu sermayenin Batı ülkelerinden gelecek olmasını, Kılıçdaroğlu’nun ülkeyi Batı’ya peşkeş çekeceği iddiası ile ilişkilendirmek, bunu iddia eden iktidar açısından komedi ötesi bir durumdur.

        Çünkü AK Parti dönemindeki bu toplam 239 milyar dolarlık yabancı sermaye girişinin dağılımına baktığınız zaman yüzde 15,7’sinin Hollanda, yüzde 8,1’inin ABD, yüzde 7,5’nin İngiltere, yüzde 6’sının Lüksemburg, yüzde 5,6’sının İspanya, yüzde 5,2’sinin Belçika, yüzde 4,4’ünün ise Fransa kaynaklı olduğu görülür. Daha küçük oranlıları da eklediğiniz zaman toplam yabancı sermaye girişinin 3’te ikiye yakınının Batı kaynaklı olduğunu görürsünüz.

        Körfez ülkelerinin tamamından gelen sermayenin toplama oranı ise yüzde 7,1’dir.

        Diğer ülkelerin toplama oranı ise yüzde 19,8 olarak görülür.

        Yani AK Parti döneminde giren yabancı sermaye de Batı kaynaklıdır.

        Ve yine AK Parti döneminde giren yabancı sermayenin üçte bir finans, yüzde 10’u enerji, yüzde 24'ü ise imalat sektörüne yönelmiştir.

        BİT hizmetlerine gelen yabancı kaynak ise sadece yüzde 8,8’dir.

        Bu yüzden CHP liderinin yabancı sermaye sokma ile ilgili taahhüdüne kendi partisinden gelen tepkiler bir ölçüde doktiriner nedenlerle kabul edilebilir olsa da, iktidardan gelen tepki komiktir.

        Eğer bir ülkeye yabancı sermaye girişi sağlamak ülkeyi peşkeş çekmek ise, o zaten çoktan yapılmıştır.

        Ki zaten yabancı sermayeyi düşman görmek aptallıktır.

        Yanlış olan yabancı sermayenin hangi sektörlere yatırım yapmasının ülke yararına olduğunu hesaplamadan iş yapmaktır.

        Baykalgiller

        Baykalgiller
        0:00 / 0:00

        Başlığa bakınca, yeni bir canlı türünden bahsettiğimi zannetmeyin.

        Giller'den kastım genetik yakınlıkla ilgisiolan veya olmayan bir davranış biçimi bozukluğunun, belli bir kişi etrafında şekillenmişolması ve bunun zaman içinde ortaya çıkan semptomları.

        Mesela bu familyanın genetik bağı olan kesiminden birini, partiye ait televizyonu üzerine geçirip, sonra da satarak milyonlarca doların üstüne yatmakta hiçbir beis görmeyen Aslı Baykal’ı üzülerek izliyorum.

        Bunun hesabını vermektense, zeytinyağı gibi üste çıkarak, o partiye saldırması ve "Baykalgiller" familyasında asla var olmamışolan birtakım ilkelerden bahsetmesi ise ayrı bir sendrom olarak karşımıza çıkıyor.

        Türk siyasi hayatına damga vurmuş bir ailenin sonu böyle olmamalıydı diye düşünüyorum.

        Ama bu düşünce kafamdan hızla uzaklaşıyor.

        Çünkü belki de bu hikaye tam da böyle bitmeliydi diyorum.

        Çünkü "familya"nın davranış biçimi aslında tam da böyle.

        Niye mi!

        Basit.

        Aslı Baykal’ın babası Deniz Baykal’ın son yıllardaki siyasi çevresinin bugünkü durumuna bakıyorum.

        O gün en yakınında kim var ise bugün ya AK Parti’den belediye başkanı, ya AK Parti Genel Başkanı’na danışman ya da AK Parti övücüsü haline gelmiş vaziyette.

        İsim isim sayarak bunları üzerime sıçratmak istemiyorum ama tüm Baykalgiller aynı durumda ve hepsi şimdi iktidar çevresine yamanıp nemalanma peşinde.

        Sözde bir sosyal demokratlıktan, İslamcı aşırı milliyetçi bir düşünce anlayışına doğru hızlı bir geçiş.

        Bu tabloya bakınca Deniz Baykal’ın 2002 yılındaki Anayasa değişikliğini desteklemesinin arkasındaki gerekçenin pek de öyle “Demokrasiye yol verme” masumiyetinde olmadığını düşünenleri haklı görmemek mümkün değil.

        En azından Baykalgiller’in bu köklü savruluşu o günlerin komplo teorisyenlerini haklı çıkarmış gibi görünüyor.

        Elektrikli traktör ne oldu!

        Elektrikli traktör ne oldu!
        0:00 / 0:00

        Türkiye'de elektrikli otomobil konusunda öncü bir isim vardı.

        Mühendis Önder Yol.

        Yol daha sonra çalışmalarını elektrikli traktör üzerinde yoğunlaştırdı.

        İyi bir fikirdi.

        Tarımsal üretimde maliyetleri aşağı çekecek, çiftçinin mazot yarasından inlemesini bir nebze olsun azaltacak bir proje idi.

        Yol'un bu projesine devlet de ilgi gösterdi.

        Ziraat Bankası'nın girişim sermayesi kanadı olan Ziraat Girişim, Önder Yol'un şirketine ortak oldu ve elektrikli traktör çalışmaları başladı.

        Kısa süre sonra ilk prototip ortaya çıktı.

        Traktör seri üretime hazır hale geldi.

        İlk 25 traktör imal edildi.

        Fabrika yatırımı büyük oranda tamamlandı, tip onay belgesi için tüm hazırlıklar tamamlandı.

        Hatta iktidar yanlısı medya "Sipariş alımına başlandı" diye duyurdu haberi.

        Cumhurbaşkanı Erdoğan da gidip traktörü arazide denedi, kullandı, boy boy fotoğraflar yayınlandı.

        Tüm bunlar olurken sene 2019'du.

        Aradan üç sene geçti ortada ne traktör var ne de bununla ilgili bir haber.

        İktidara yakın bazı kalemler bu işle ilgili soru sorunca bakanlardan ağır azar işitip sustular.

        Ama doğrusu ben merak ediyorum.

        Ne oldu bu elektrikli traktör işi?

        Eski Bakan Bekir Pakdemirli'nin işi olduğu düşünüldüğü için çöpe mi atıldı, Ziraat Girişim’in parası battı mı!

        Cumhurbaşkanı Erdoğan boşuna mı denedi o traktörü?

        NE ZAMAN İNSAN OLURUZ?

        NE ZAMAN İNSAN OLURUZ?
        0:00 / 0:00

        Kaynağı az olanın bolca akla ihtiyaç duyduğunu unutmadığımız zaman.

        Diğer Yazılar