Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Sesli Dinle
        0:00 / 0:00

        Hakkında verilen mahkumiyet kararı sonrası, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu'nu Teke Tek'e davet ettim.

        Tabii ki, normal yollardan.

        Yani Teke Tek'in editörleri Başkan İmamoğlu'nun özel kalemine ve basın ekibine daveti ilettiler ve yanıt beklemeye başladık.

        Ancak olumlu ya da olumsuz bir yanıt bir türlü gelmeyince, ne olur ne olmaz diyerek davetimi sosyal medya üzerinden tekrarladım.

        Sosyal medya kullanıcıları tarafından davet genel olarak olumlu karşılandı ve destek gördü. Ancak özellikle gazeteci kılığında dolaşan bazıları bunun arkasında da bir komplo teorisi aramakta gecikmediler.

        Ancak bu davetin olumlu bir etkisi oldu ve Ekrem İmamoğlu arayarak "Bir süre ekrana çıkmayacağım ama buyrun bir kahve içelim. Aklınızdaki tüm soruları sorun. Ben de yanıtlayayım" dedi ve bunun üzerine dün akşam üzeri İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı İmamoğlu ile buluştuk.

        Tabii buluşma öncesi, CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu'nun medyaya yaptığı açıklamalar gündeme oturunca, hem aklımdaki soruları hem de Kemal Bey'in açıklamaları ile birlikte ortaya çıkan yeni soruları sorma fırsatım oldu.

        Ekrem Bey'e ilk olarak karar sonrası iktidarın ve iktidar yanlısı gazetecilerin aldığı tavırla ilgili fikrini sordum.

        "Gazetecilerin ne düşündüğü ile ilgili bir şey söyleyemem. Ben medyanın fikrini okurum, katılırım veya katılmam ama saygı duyarım. Üzerine düşünürüm. Ders çıkarırım. Siyasi tarafların fikri ise bambaşka bir mevzudur ve burada samimiyet ararım" dedi.

        REKLAM

        Sonra da aradığı samimiyetin ne olduğunu anlattı:

        "Ben şunu merak ediyorum. İktidar, daha doğrusu Sayın Cumhurbaşkanı bu kararla ilgili ne düşünüyor, bunu net biçimde söylesin. Bu kararı doğru mu buluyor yanlış mı! Bu karara katılıyor mu, yoksa bu kararın karşısında mı! Bilmek hakkımız. Yargı kararları hakkında konuşmuyorum diyemez çünkü en üst yargı kararları ile ilgili olarak dahi fikirlerini hiç sakınmadan söyledi. Yine söylesin.

        Çünkü bunu ben değil, toplum merak ediyor.

        Sayın Cumhurbaşkanı çıkıp fikrini açıkça paylaşsın. 'Evet bu karar doğrudur' da diyebilir, 'Bu karar yanlıştır ve istinaftan dönmelidir' de diyebilir. Ama net olsun. Top çevirmesin.

        Çünkü ben mertçe bir mücadele istiyorum. O da böyle bir mertçe mücadele istiyorsa bunu söylesin."

        Bu cümle ilgimi çekiyor.

        "Yani mertçe bir mücadele derken kendinizi Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın karşısında rakip olarak mı görüyorsunuz?"

        "'Fatih Bey, ben tek başıma kendimi rakip olarak görmüyorum elbette. Ama Erdoğan'ın karşısındaki rakip takımın bir oyuncusuyum. Teknik direktör beni oyunu sokar veya sokmaz. Ona ben karar vermeyeceğim. Ama oyuna girme ihtimali olan bir oyuncuyum. Ve işin güzeli bugün bizim takımda oyuna girmeye ve sonucu değiştirmeye aday, o kapasitede pek çok oyuncu var artık. Dün sayamazdınız bu oyuncuları bugün ise pek çok oyuncumuz var rakibe gol atabilecek. Bu zenginlik artık muhalefet tarafında var. Tek seçeneğe mahkum olan iktidar tarafı artık muhalefet değil. Benim söylemek istediğim ise şu. Rakibin oyuna girme ve skoru değiştirme gücüne sahip oyuncularından biri maç öncesi yolda, maça gelirken ve üstelik oyuna girip girmeyeceği bile belli değilken sakatlamasınlar. Yolda otomobille çarpıp oyun dışı bırakmayı içlerine sindiriyorlar mı, sindiremiyorlar mı bunu söylesinler! Rakibin bir oyuncusunu, saha dışında sakatlayıp oyun dışı bırakmayı doğru buluyorlar mı, bulmuyorlar mı bunu açıkça halka anlatsınlar. Mertçe bir mücadele istiyorlar mı, istemiyorlar mı ben bunu merak ediyorum. Tam fikirlerini duymak istiyorum... Yoksa tabii ki, kendimi aday görmek gibi bir hadsizlik içinde değilim. Ama takımın sahaya çıkarabileceği bir oyuncusuyum. Bu net."

        REKLAM

        İkinci sorum Kemal Kılıçdaroğlu'nun dünkü beyanatları üzerine. Kemal Bey, Saraçhane mitingini sosyal medyadan duyduğunu söylemişti. Genel Başkanı'nın bu mitingden haberi olup olmadığını soruyorum.

        "Kendisini o an arayıp böyle bir miting düzenleyeceğimizi söylemedik ama mahkeme kararının açıklanacağı gün Saraçhane'de toplanacağımız çok önceden belliydi" diyor.

        "Nereden belliydi?" diye soruyorum.

        Anlatıyor.

        "Bu dava sürecinde, son 7 aydır partinin bu konu ile ilgili görevlendirdiği parti yöneticisi arkadaşlarla beraber çalışıyoruz. Her detayı aylardır ele alıyoruz. Tüm seçenekleri değerlendirdik. Üç seçenek vardı. Beraat. Ki hukuki olan buydu. Ceza ama beni siyasi haklardan mahrum etmeyecek bir ceza ya da beni siyaset dışına atmaya yönelik bir ceza. Açıkçası biz iktidarın tavrından ve son hakim değişikliğinden anlamıştık ki, niyet kötü ve siyasi sonuçları olan bir ceza gelecek. Beni oyun dışına çıkarmak, İstanbullunun iradesini elinden almak isteyecekler. Bu seçeneği değerlendirirken de, eğer böyle bir ihtimal ortaya çıkarsa Saraçhane'de toplanmayı, millete böyle bir adres göstermeyi, tepkimizi Saraçhane Meydanı'nda ortaya koymayı çok önceden konuşmuştuk. Bu yüzden de karar günü, özellikle de hukukçularımız mahkeme heyetinin uzun bir görüşme için çekilmesinden sonra bu ihtimali güçlü görmeye başladılar ve bunu da bana söylediler. Ben de bunun üzerine daha önceden konuşulup, üzerinde mutabık kaldığımız Saraçhane'de toplanma fikrini sosyal medya üzerinden duyurdum. Zaten CHP'liler de bir yerde tepkilerini göstermek istiyorlardı. Mahkeme önüne mi gidelim, nereye gidelim diye soruyorlardı. Onlara bir adres göstermek lazımdı ve ben de daha önceden üzerinde mutabık kalınmış bir adresi gösterdim. Doğru, Sayın Genel Başkanı arayıp yeniden bilgilendirmedik. Çünkü bir mahkumiyet kararı çıkması halinde burada toplanma kararı çok önceden zaten alınmıştı."

        REKLAM

        Kemal Kılıçdaroğlu'nun bir diğer serzenişi ise 6'lı masadaki diğer partilerin CHP'nin iç işlerine karışmaması yolundaki talebi idi. Burada mesajın İYİ Parti liderine yönelik olduğu çok açıktı. Ekrem İmamoğlu'na bunu da sordum.

        "Mahkeme günü ben Meral Hanım'la hiç konuşmadım. Meral Hanım bize destek olmak için Ankara'dan yola çıkınca özel kalemi, benim özel kalemi aramış ve 'Meral Hanım yola çıktı ama saat 4'e yetişemeyebilir' demiş. Ben de onun özel kalemine 'Karar zaten 4'te çıkmayacak. Yetişir sorun olmaz' diye mesaj ilettim. Genel Başkanımızın seçimlerden öncesinde ve seçimlerden bu yana birlikte hareket ettiği bir partinin lideri destek vermek istiyor. Bundan doğal ne olabilir? Ama açık söyleyeyim, beni ilk arayan Ahmet Davutoğlu'dur. Mahkumiyet çıkacağını hissetmişti ve destek telefonunu ilk o açtı. Konuştuk. Meral Hanım'la konuşmadık bile. Bana göre 6'lı masanın hangi lideri gelse başımızın üzerinde yeri olur. Nitekim hepsi de destek mesajları yayınladı ve ertesi gün de geldiler. Masadaki bir başka partinin başına gelse bu iş, biz de ona destek verirdik. Bunda bir sorun olmadığını, bunda bir sorun görülmediğini biliyorum."

        Ekrem İmamoğlu'nu bu kararla birlikte kendisinin adaylığının daha ön palana çıkıp çıkmadığını, bu kararı kendi lehine bir fırsat olarak görüp görmediğini soruyorum.

        "Bu kararı benim adaylığımı güçlendiren bir karar olarak değil, iktidarın korkusunun ne kadar büyük olduğunu gösteren bir karar olarak görüyorum."

        "Sizden korkusunu mu?" diye sormasam çatlarım.

        "Yo kendimi kast etmiyorum. Muhalefetten korkuyorlar. Ben eminim ki, bu kararı aldırmadan önce uzun uzun türlü senaryo üzerine çalışmış, CHP'nin ve 6'lı masanın bu karardan sonra hangi hamleleri yapabileceğine ilişkin farklı senaryolar üzerine kafa yormuşlardır. Her birine yönelik de karşı hamle planlamışlardır. Kesin eminim. Ben ise şunu görüyorum. Muhalefetin adayı kim olursa olsun iktidarı korkutuyor. Kaybetme korkusu yaşıyorlar. Ben muhalefetin kazanacak adayı belirlemesini istiyorum. Kim olur ona liderler karar verecek ama kazanacak biri olmalı. Bizim tarafın belirlediği adayın kazanmasını benden fazla kimse isteyemez. Çünkü bugün iktidara rağmen İstanbul'da iyi işler yapıyoruz. Yarın iktidar biz olursak, ben de İstanbul'da tarih yazarım. İstanbul'un efsane belediye başkanı olurum. Bakın iddialı konuşuyorum, İstanbul'un değil, dünyanın en başarılı belediye başkanı olurum. İstanbul'da tarih yazmak için benim şahsi olarak en istediğim şey bizim İstanbul'u kazanmamız. Kazanacak adayı bulup çıkarmamız. Mevcut görevim dolayısı ile bunu benden fazla kimse isteyemez..."

        Ben sormadan Meral Akşener ile kucaklaşma görüntüsünü de anlatıyor.

        "Mahkeme kararını bekliyorduk odada. Meral Hanım, eşim, ben, birkaç arkadaşımız daha. Bir ara eşim duygusallaştı. Gözleri doldu. Ben de 'Yapma. Bunların hepsine hazırlıklı olarak bu işteyiz' dedim. O da ben görmeyeyim diye arkama geçti duvara yaslandı. Tabii Meral Hanım görüyor. O sırada karar geldi ve bana yazılı olarak ilettiler. Okudum. Duygusal bir ortam oldu. Meral Hanım bizi teselli eder gibi, gelip sarıldı. Siyaseten bir büyüğümüz, bir ablamız, tecrübeli bir lider olarak bizi kucakladı. Ben de azami saygı ile onun bu sıcak davranışına, özellikle eşime vermek istediği 'Yalnız değilsiniz" mesajına karşılık verdim. Bundan bile anlam çıkardılar. Gülüyormuşum. Tebessüm ediyordum doğru. Ne yapacaktım. Bize karşı verilen bu karardan ötürü oturup ağlamamamı bekliyorlardı..."

        Son olarak CHP İstanbul İl Başkanı Canan Kaftancıoğlu ile aralarındaki tartışma iddialarını soruyorum.

        "Ben şahsen bu iddialarda bir gerçeklik payı olduğunu düşünüyorum. Önce iddialar karşısındaki suskunluktan, sonra da yapılan açıklamalardaki tonlamadan bir sorun olduğunu anladım" diyerek soruyorum sorumu.

        Ekrem İmamoğlu beklemediğim kadar samimi yanıtlıyor.

        "Elbette sorun var. Burası CHP. Biat yok. Fikir tartışması var. Burada farklı düşüncelerin tartışılması ve bir sonuca ulaşılması geleneği var. Canan Kaftancıoğlu ile bazı konularda farklı düşünüyoruz ve bunu da birbirimize söylüyoruz. Bu medeni bir tavırdır. Canan Hanım da çok net bir insandır. Fikir ayrılıklarımız olduğu bir gerçektir ama bunun detayı parti içi konudur. Ancak söylendiği, iddia edildiği gibi durum yoktur, olamaz da. Daha fazlasını konuşmaya da gerek yoktur. Canan hanım, Saraçhane'de durduğu yerle gereken mesajı zaten vermiştir. Fikir ayrılıklarımızın olması hedefimizin aynı olduğu gerçeğini değiştirmez."

        En muhteşem final, en salak sosyal medya

        En muhteşem final, en salak sosyal medya
        0:00 / 0:00

        Dünya Kupası finali, kupanın diğer maçlarının aksine hatta tam zıttı olarak belki de, muazzam bir final oldu.

        Muhtemelen Dünya Kupası finalleri tarihinin en çekişmeli, en keyifli maçı.

        Sonunda pek çoğumuzun istediği gibi, Arjantin kazandı.

        Futbolun son 15 yılına muazzam yeteneği ile damga vuran bir büyük futbolcunun muhteşem bir kariyerini bir Dünya Kupası ile taçlandırması büyük çoğunluğun isteği idi.

        Nitekim öyle de oldu.

        Fransa 80 dakika boyunca hiçbir varlık gösteremediği bir maçta, son 10 dakikada beraberliği yakaladı.

        Aynı işi uzatmada tekrarladı ve maç penaltılara gitti.

        Bana göre hak eden taraf olan Arjantin kazandı.

        Kupa töreni öncesinde, turnuvanın başarılı futbolcularına ödüller dağıtıldı.

        Sonra da Arjantin Kupası'nı kaldırdı.

        Tam da kupa töreni öncesinde, Katarlı ev sahibi, Messi'ye, Katar'ın Abaya denilen geleneksel giysisinin bir türü olan "Beşt" ya da "Bişt" denilen daha ince bir türünü giydirdi.

        Messi de kupayı üzerinde bu giysi ile kaldırdı.

        Ben de bu duruma tepki gösteren sertçe yazılmış bir tweet attım.

        Aman Allah'ım.

        Ne ırkçılığım kaldı ne din düşmanlığım ne cehaletim.

        Bunları nereden çıkardılar bilmiyorum.

        Benim tepkim kupa töreni sırasında, tarihe geçecek bir fotoğrafta Messi'nin milli forma ile değil, bu kıyafet ile gözükecek olması idi.

        Konun ne Katarla, ne dinle, ne imanla alakası yoktu.

        Bazı beyinsizler "Katar'ın ulusal kıyafetinden niye rahatsız oldun" diyor ve bütün ahmaklıkları ile Arap kültürünü, İslam zannetmeye devam ederek beni din düşmanlığı ile suçluyor.

        Ne diyeyim böyle bir cehalete.

        Kupa Türkiye'de olsa eskiden kaftan giydirme geleneğimiz vardı diye şampiyonlara kaftan mı giydireceğiz?

        Bunca yıl Dünya Kupası oynandı, bir tane böyle final fotoğrafı var mı!

        Bir futbolsever, bir Arjantinli futbolsever milli takımının kupasını milli forması ile kaldırmasını mı ister, yoksa ne olduğunu bilmediği bir başka kültüre ait kıyafet ile mi!

        Bunca yıllık Dünya Kupası kupa seremoni görüntülerinde böyle bir şey var mı!

        Hani bir kefiye taksalar anlardım da, milli formayı ortadan kaldırmak neyin nesi.

        Benim bu duruma gösterdiğim tepkiden, özellikle düşük zekalılar ya da kötü niyetliler ahmak ahmak anlamlar çıkardılar.

        Ama belki de haklılar.

        Sosyal medyadaki cehaleti ve ortalama zeka düşüklüğünü hesaba katmıyorum.

        Oysa bunu bilip, üzerine bir de kötü niyet katsayısı eklemek lazım.

        Ya da belki de bu kadar düşük zekalı bir ortamdan mümkün olduğunca uzak durmak.

        Ama beni asıl güldüren medyadaki bazı cüreti cehaletinin fevkinde aptalların bana "kültürsüz" muamelesi yapıp, kendilerince ayar vermeye çalışmaları.

        Eskiden olsa kızardım, bu ahmaklığa artık sadece gülüyorum.

        Vasatın altının soytarılarının kendini kral zannedip ahkam kesmesi beni ancak eğlendiriyor.

        Teşekkür

        Teşekkür
        0:00 / 0:00

        30 yıldır yakın korumalığım yapan Sevgili İbrahim Sarıkaya ile ilgili dün yazmış olduğum satırlar sonrası binlerce mesaj, telefon, mail ile acıma ortak olan tüm dostlara, şahsen tanıdığım, tanımadığım okurlara, onların içtenliğine, yakınlığına, dostluğuna milyonlarca kere teşekkür ediyorum.

        İyiliğin hala çok yaygın ve çok güçlü olduğunu gösterdiniz.

        Sağ olun, var olun.

        Sağlıklı ve mutlu olun.

        İyi ki varsınız, iyi yazarak sizlerle buluşuyorum.

        Sahadaki tesadüf

        Sahadaki tesadüf
        0:00 / 0:00

        Yukarıda da yazdığım gibi, 50 yıldır izlediğim Dünya Kupası finalleri içinde bu kadar iyisini hiç izlemedim.

        İlk yarısı berbat bir şekilde geçen finalin ikinci yarısından itibaren müthiş bir maç ortaya çıktı ve 2,5 saate yakın bir süre müthiş bir karşılaşma izledik.

        İlginç olan ise maçta atılan 6 golün 5'ini Paris Saint Germain'de oynayan iki futbolcu, diğer tek golü ise geçen seneye kadar Paris Saint Germain forması giyen bir futbolcu attı.

        Paris Saint Germain takımının sahibi ise Dünya Kupası'na ev sahipliği yapan Katar'ın emiri, yani sahnede bu futbolculara kupalarını verip madalyalarını takan kişiydi.

        NE ZAMAN İNSAN OLURUZ?

        NE ZAMAN İNSAN OLURUZ?
        0:00 / 0:00

        Derdimizi söyleyebildiğimiz zaman.

        Diğer Yazılar