Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Sesli Dinle
        0:00 / 0:00

        Ana muhalefet partisinin Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın 3. kez aday olamayacağını öne sürerek, bu adaylığa itiraz etmesi gerekenlere “Etsek ne olacak ki… YSK’yı atayan o” diyerek konuyu kapattı.

        Kılıçdaroğlu’nun bu sözleri bana 20. yüzyılın en önemli psikologlarından Martin Seligman’ı hatırlattı.

        Seligman, 1960’ların sonunda, henüz genç bir psikologken, çok önemli bir teori geliştirdi ve bunu deneylerle kanıtladı.

        “Öğrenilmiş başarısızlık sendromu”

        Bu psikolojik durumun basit tanımı, “Kazanılmış başarısızlık sendromu veya öğrenilmiş çaresizlik sendromu, kişinin ya da organizmanın göstermiş olduğu tepkilerin sonuca ulaşmaması nedeniyle, sonucu değiştiremeyeceğine karşı oluşan inanç ile gelen bir ruh hâli durumudur. İnsanlarda zamanla oluşan başarısızlıklar karşısında kişinin bir şeyleri başarma isteğini günden güne kaybetmesi sonucunda, belli bir konuda veya genel olarak başarısız olacağına dair bir inanç geliştirmesi ile kendini gösterir” şeklinde özetlenebilir.

        Seligman’ın psikoloji dünyasında kabul görmüş ve yerleşmiş teorisine göre bu sendroma sahip kişiler, “Hiçbir denemede bulunmadan peşinen kaybetmeyi kabullenirler”.

        Kılıçdaroğlu’nun “İtiraz etsek ne değişecek ki!” tavrı aslında tam da budur.

        Öğrenilmiş çaresizliktir.

        Belli ki, ana muhalefet lideri bu çaresizliği iliklerine kadar işletmiştir.

        Ve daha vahimi topluma, seçmenlerine, kendisine umut bağlayanlara da empoze etmektedir.

        "Ben öğrendim siz de öğrenin" diyerek çaresizliği dayatmaktadır.

        Bu aslında kızılacak değil, üzülünecek bir vaziyettir.

        Toplumun bir kesiminin umut bağladığı bir partinin liderinin, bir liderde asla olmaması gereken böyle bir psikolojik durumdan mustarip olması, sosyal ve siyasal olarak son derece sıkıntılı bir duruma işaret eder.

        Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın 3. kez aday olup olmadığına, olup olamayacağına karar verecek olan elbette hukuktur.

        Ve muhalif bir siyasi lidere düşen görev, öğrenilmiş çaresizlikle kıvranarak, yenilgiyi peşinen kabullenmek değil, sonuna kadar hukuk mücadelesi vermektir.

        Bir siyasi liderin, böyle bir şeyi öğrenmiş ve içine sindirmiş olması onun adına büyük talihsizlik, toplum adına ise bir felakettir.

        Hukuki mücadelenin nasıl olması gerektiğini ise Kemal Kılıçdaroğlu aşağıdaki yazıyı okuyarak belki anlayabilir.

        Avukatın ne diyeceğini de mi merak etmiyorsunuz!

        Avukatın ne diyeceğini de mi merak etmiyorsunuz!
        0:00 / 0:00

        Meşhur hikayedir.

        Adamın biri, komşunun kümesine dalar.

        Kümesteki yumurtaları ceplerine doldurur.

        Kazağının altına iki, pantolonunun içine bir, ceketinin altına iki tavuk sıkıştırıp kümesten çıkarken, gürültüyü duyan komşunun çağırdığı jandarmaya kıskıvrak yakalanır.

        Tavuklar üzerinde, yumurtalar cebindedir.

        Onlarca şahit vardır.

        Olayı inkar etmesi, suçsuzluğunu öne sürmesi mümkün görünmemektedir.

        Çaldıkları ile beraber karakola götürülür.

        Başçavuşun karşısına çıkarılır ve çıkarılır çıkarılmaz bağırmaya başlar.

        “Avukat istiyorum.”

        Duyanlar güler.

        “Ulan elinde tavuklar. Cebinde yumurtalar, 10 şahidin önünde kıskıvrak yakalanmışsın. Bir de avukat istiyorsun. Avukat seni nasıl savunacak.”

        Hırsız güler, “Ben de onu merak ettiğim için avukat istiyorum” der.

        Hukuk işte budur.

        Liderlik, bazen tam da bu merak duygusudur.

        Sen sorunu sor yanıtı onlar düşünsündür.

        Sen itirazını yap, gerekçeyi onlar icat etsindir.

        Ama öğrenilmiş ya da öğretilmiş çaresizlikten mustarip olanlara bunu anlatmak çok zordur.

        Kemal Kılıçdaroğlu’nun bu yaptığı, Muharrem İnce’nin “Adam kazandı” cümlesinden bin kat daha vahim bir cümledir.

        Her af aslında cezadır

        Her af aslında cezadır
        0:00 / 0:00

        Yine aflar geliyor.

        Af konusundaki fikrimi biliyorsunuz.

        İster genel af olsun, ister imar affı olsun, ister vergi affı olsun…

        Bana göre her türlü af yasalara saygılı, namuslu, edepli, haysiyetli vatandaşa verilmiş cezadır.

        Suç işlemezsin tam aksine suçtan zarar gören taraf olursun. Devlet sana karşı suç işleyeni affeder fiziken değilse de ruhen cezalandırılan taraf olursun.

        İmar yasalarına saygılısındır. Hakkından fazlasını istemezsin, yanında hakkına razı olmayıp yasaları çiğneyen büyük rant elde eder sen kaybedersin, bir anlamda ceza ödemiş olursun.

        Vergini doğru düzgün beyan edersin, tek kuruş kaçırmazsın, rakibin vergi vermez, bu yolla seninle haksız rekabete girmiş olur, daha yüksek kabiliyeti ya da zekası olduğu için değil, daha düşük ahlakı olduğu için senden daha başarılı olmuş görünür. Sonunda devlet onun borçlarını affeder sen cezalandırılmış olursun.

        Af dedikleri şey bana göre budur.

        Ve şimdi yine peş peşe “seçim afları” geliyor.

        Bir de vergi affı için şöyle diyorlar, “Ana parayı kapsamayacak. Faizler ve cezalar silinecek”.

        Enflasyonun yüzde 100’ü aştığı ortamda bundan büyük kıyak mı olur…

        Böyle bir af faizsiz, bankasız kredi demek.

        Yıllarca kullan.

        Faizsiz cezasız öde.

        Sonra da buna “Adalet” de.

        Böyle aflarda hiç değilse suçun (ister adli olsun, ister mali, isterse imar) tekrarı halinde cezanın katlanacağını yasaya ekleseler bizim gibi enayiler de bir nebze olsun teselli bulabilir.

        Yayalar'a dikkat

        Yayalar'a dikkat
        0:00 / 0:00

        Birkaç gündür telefonuma bir mesaj geliyor.

        “Taahhüt ettiğiniz ödeme işlemini gerçekleştirmediğiniz anlaşıldığından gün içinde ödeme yapılmaması halinde icra işlemine geçileceği ihbar olunur.”

        Altında da bir telefon numarası.

        Bildiğim kadarıyla kimseye beş kuruş borcum yok.

        Yine de avukatıma soruyorum.

        “Yok öyle bir şey” diyor.

        Yine de içimde bir şüphe.

        Telefon numarasını arıyorum.

        Karşıma bir kadın çıkıyor.

        Adımı soruyor.

        Sonra da makinalı tüfek gibi 178 TL’ye bir ayakkabı aldığımı, parasını ödemediğimi hakkımda icra takibatı başlatıldığını söylüyor.

        Böyle bir alışveriş yapmadığımı söylemeye çalışıyorum ama dinlemiyor.

        Sonunda biraz gürültü çıkararak lafımı dinletmeyi başarıyorum.

        “İtiraz edin o zaman” diyerek telefonu suratıma kapatıyor.

        Sonra “Kimmiş bu Yayalar Hukuk Bürosu” diyerek internete bakıyorum.

        Aman Allah.

        Haklarında sayfalar dolusu şikayet, Ekşi Sözlük’te açılmış sayfalar dolusu dolandırıcılık iddiası. Şikayetvar internet sitesinde yüzlerce benzer şikayet.

        Olmayan birkaç yüz liralık borçların kapatılması karşılığı talep edilen on binlerce lira.

        Ve tüm bunlara rağmen aynı yöntemle insanlara mesaj çeken bir rezillik.

        Ben avukatıma talimat verdim.

        Bunları dava edeceğim.

        Bu büro ile ilgili İstanbul Barosu ve Adalet Bakanlığı ne yapıyor ya da yapacak bilmiyorum.

        O yüzden en iyisi siz dikkatli olun.

        NE ZAMAN İNSAN OLURUZ?

        NE ZAMAN İNSAN OLURUZ?
        0:00 / 0:00

        Zorlasalar bile insanlıktan çıkmadığımız zaman.

        Diğer Yazılar