Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Sesli Dinle
        0:00 / 0:00

        Pazar günü vakit bol, kafa daha rahat olabilir diye düşündüm ve bu Pazar kafanızı ütülemeye karar verdim.

        Bu yüzden bugün sizinle Speed’in “Türkiye’nin DNA’sı” başlıklı araştırmasından ilgimi çeken bölümleri paylaşacağım.

        Her yıl yapılan bu araştırma sayesinde Türkiye’deki sosyal, siyasal ve ekonomik değişimleri gözlemlemek mümkün.

        Elbette verilen yanıtlar, yanıtı verenlerin gerçek pozisyonunu yüzde yüz yansıtmasa da, yine de çok önemli bir gösterge oluyor.

        Speed’in araştırmasına göre Türk halkının yüzde 31’i kendini “modern” olarak tanımlıyor.

        Kendini “muhafazakar” olarak tanımlayanların oranı yüzde 45, “dindar muhafazakarım” diyenler ise yüzde 24.

        Bunun alt katmalarındaki durum ise şöyle: Yüzde 28 milliyetçi, yüzde 25 Atatürkçü, yüzde 23 muhafazakar, yüzde 17 İslamcı, yüzde 10 ülkücü, yüzde 9 demokrat, yüzde 7 sosyal demokrat, yüzde 7 sosyalist, yüzde 2 ulusalcı, yüzde 2 liberal.

        Buraya bakınca siyasetteki söylem değişimlerinin nedenlerini de anlamak mümkün olabiliyor.

        Türkiye’de hem evi hem otomobili olanların oranı yüzde 43.

        Evi olup otomobili olmayanların oranı yüzde 26.

        Otomobili olup evi olmayanların oranı yüzde 13.

        İkisine de sahip olmayanların oranı ise yüzde 18.

        (Bu veriler ev sahipliği oranını göstermez.)

        Sık sık vize alma güçlüğünden falan söz ediyoruz ya, bu aslında toplumun sadece yüzde 14’ünü ilgilendiren bir sorun. Çünkü Türkiye’de vatandaşların yüzde 86’sının bir pasaportu bile yok. Almamış, gerek duymamış.

        Türkiye’de yaşayanların yüzde 63’ü hiç alkol kullanmadığını söylüyor. Bunun gerçekliğini ölçmemiz mümkün değil ama böyle söylüyor.

        Asla sigara kullanmadığını söyleyenlerin oranı ise yüzde 45. Kendini sigara tiryakisi olarak tanımlayanlar ise yüzde 30.

        Türkiye ekonomik olarak doların baskılanmasının da etkisiyle yeniden dünyadaki ilk 20 ekonomi arasına girmiş görünüyor. Ama 20. sırada. Ne var ki, kişi başı gelirde 9 bin 961 dolarla 81. sırada. (Kurun baskılanmaması halinde daha aşağıda olacağı kesin.)

        Zaten büyük bir ihtimalle tam da bu nedenlerle Türk halkı 2022’yi yüzde 83 oranda “Kötü bir yıldı” olarak nitelemiş. Dünyada bu oran yüzde 73. Türkler 2022’yi dünyaya oranla daha kötü geçirmiş belli ki!

        Bunun etkilerini başka yerlerde de görmüşüz.

        Evlere giren ürün çeşidi azalmış. Bu azalma etkisini en çok AB grubu haneler yaşamış.

        Aynı sosyal grupta dışarda vakit geçirme, dışarıda yemek yeme ve genel harcamalar da azalmış. Ekonomik bozulmadan en fazla orta üst gelir grubu etkilenmiş.

        Türk halkının 2022 yılında endişe ettiği alanların başında yüzde 64 oranıyla enflasyon ve pahalılık geliyor. Burada bir yıldaki artış yüzde 22.

        Yoksulluk ve sosyal adaletsizlik yüzde 34 ile endişe duyulan ikinci konu olmuş. Bir yıl önce bu oran yüzde 26 imiş.

        Ve son bir diğer endişe kaynağı yüzde 27’den yüzde 30’a çıkar işsizlik korkusu olmuş.

        Ve geleceğe ilişkin olumsuz bir veri olarak Türkiye’de çocuk nüfus oranı hızla gerilemeye devam etmiş. 1990’da yüzde 41 olan çocuk nüfus oranı yüzde 26,6’ya düşmüş.

        Yani iktidarın “Çocuk yapın” sözlerini pek dinleyen olmamış.

        2014’te yüzde 17,9 olan genç işsizliği oranı ise 2022’ye gelirken yüzde 24,9’a çıkmış. Bu oranları görenler muhtemelen “İyi ki, yapmamışız çocuk” demiş :))

        Ve iktidarın dış politikası açısından kötü bir veri olarak dış ilişkilerde “ABD-AB ekseninde olmalıyız” diyenlerin oranı yüzde 39,3, “Rusya Çin eksinin olmalıyız” diyenlerin oranı yüzde 29,5 olurken “Ben bilmem merkez bilir” diyen fikirsizlerin oranı yüzde 31,1 olarak çıkmış.

        AB’ye üye olmalıyız diyenlerin oranı ise yeniden azalmış ve yüzde 49’a gerilemiş ama yine de “Olmamalıyız” diyen yüzde 40,3’ün üzerinde kalmayı başarmış.

        Sahtesi de ayıp değil mi!

        Sahtesi de ayıp değil mi!
        0:00 / 0:00

        2010 yılıydı.

        Kemal Kılıçdaroğlu Gandi Kemal lakabıyla çıktığı siyasi yolculuğunda genel başkan seçilmiş ve Türkiye'nin en köklü partisinin lideri olarak halkın karşısına çıkmıştı.

        Ve o ilk kıyamet kopmuştu.

        Gandi Kemal'in üzerinde Etro marka bir gömlek vardı.

        Kıyamet koptu.

        İlk fark edip eleştiren ve olayı büyüten Nazlı Ilıcak'ın oğlu Mehmet Ali Ilıcak oldu, ardından iktidara yakın kim varsa "Halkın adamı İtalyan gömlekle yakalandı" diye yazmayan, çizmeyen kalmadı.

        O günlerde bir Etro gömleğin fiyatı 350 ile 490 TL arasında idi.

        O günkü milletvekili maaşı ile 50'den fazla Etro gömlek alınabiliyordu.

        Yine de Kılıçdaroğlu perişan edildi.

        "Paramla aldım, ucuzluktan aldım" dedi ama kimse dinlemedi.

        Sonrasında pek çok iktidar siyasetçisi çok daha pahalı kılık kıyafetle görüntülendi ama hiçbiri bir Etro kadar kıyamet koparmadı.

        Çok sıkışılınca hemen "Hakiki değil, sahte" denilerek eleştiriler durduruldu.

        Son olarak kabak Mehmet Metiner'in başında patladı.

        O da fiyatı 60 bin TL civarında olan bir Prada kaban ile görüntülendi.

        Metiner'in montunun fiyatı 1 milletvekili maaşı kadardı.

        Ama Metiner de hemen "Hakiki değil sahte" savunmasına sarıldı.

        Açıkçası ben hakiki olmasını tercih ederdim.

        Çünkü sahte deyince üç sorun oluyor.

        Bir inandırıcı olmuyor.

        İki sahte olsa bile bu kez özenti olmayı ortadan kaldırmıyor.

        Ve en önemlisi sahtekarlık yapanlara prim ve onay verilmiş oluyor ki, bir siyasetçi açısından en kötüsü de bu.

        Tabii yine de Kemal Kılıçdaroğlu'nu eleştirmek lazım.

        Gömleğinin tartışıldığı günlerde "Yahu sahte o sahte" demeyi düşünmediği ya da birine dedirtmediği için.

        O ev

        O ev
        0:00 / 0:00

        Ne kötü, Sinan Ateş'i ölümünden sonra tanıdım.

        Öncesinde bilmek, tanımak isterdim.

        Ama bunu ne yazık ki, şimdi, arkasından söyleyebiliyorum, şimdi anlıyorum.

        Üzücü.

        Benim şimdiye kadar şahsen tanıdığım iki Ülkü Ocakları Başkanı vardı. Biri Kahramanmaraş katliamcısının hakkımda verdiği ölüm emrinden beni koruyan ve tüm fikir ayrılıklarımıza rağmen dost olduğumuz Muhsin Yazıcıoğlu, diğeri ise Azmi Karamahmutoğlu idi.

        Hani şu meşhur olaylı MHP Kongresi'nde kürsüye gelip "Ya çekiç olacaksınız ya örs" diyerek başladığı konuşmasında kongreyi tanımadığını belirtip "Yıkın" diyerek kürsüyü yıkan Azmi Karamahmutoğlu.

        Şimdi bakınca Sinan Ateş'i de tanısaymışım keşke diyorum.

        Ölümünden sonra fotoğraflarda evini gördüm.

        İktidara yanaşan veya yapışan herkesin zenginleştiği, ucundan dokunanların Audi'li pudra şekerli ortamlara ilerlediği bir dönemde, iktidara yüz çevirmiş birinin "fakirhanesi".

        Sıradan bir öğretim üyesinin bile standardının altında bir evin fotoğrafı.

        İktidar şarabından koklayanlar villalarda rezidanslarda yaşarken ilkeleri uğruna gönül zenginliğini, günün zenginliğine tercih etmiş birinin tercihindeki asaletin fotoğrafı.

        Ve tabii hepsinin ötesinde Atatürk'e, Atatürk ilkelerine, bu ülkeyi bu ülke yapan bir büyük ortak değere yaptığı vurgular.

        Böylelerine siyasette rastlamak giderek zorlaştığı için, kaybı da daha üzücü oluyor.

        NE ZAMAN İNSAN OLURUZ?

        NE ZAMAN İNSAN OLURUZ?
        0:00 / 0:00

        Okur talebine rağmen inat etmediğimiz zaman.

        Diğer Yazılar