Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Sesli Dinle
        0:00 / 0:00

        Depremde yıkılan konutların enkazları kaldırılmadan bu enkazdan beton örneği alınsın diye bir kampanya yürütülüyor.

        İleride açılması muhtemelen davalar için delil teşkil etmesi açısından.

        Bunu deprem mühendisliği profesörü Nuray Aydınoğlu'na sordum.

        "Beton örneği tek başına hiçbir mana ifade etmez" dedi.

        "Beton çok iyi olabilir etrier yani demir donatı hatalı olabilir. Beton şahane ama proje yanlış olabilir. Beton süper ama proje yanlış olabilir. Beton müthiş ama geri kalan her şey bozuk olabilir. Bu yüzden sadece betona bakarak bir sonuca varılamaz. Depremden önce bakılması gereken şeylere depremden sonra bakmanın bir yararı olmaz" dedi.

        Fatih Abi, yurttan çıktım yıkılan evime gidiyorum

        Fatih Abi, yurttan çıktım yıkılan evime gidiyorum
        0:00 / 0:00

        Posta kutum öğrencilerden gelen maillerle dolu.

        Yüzlerce değil binlerce.

        Okulu kapatılan, eğitimine ara verilen üniversite öğrencilerinden gelen maillerle.

        Aklı başında bir ülkede yapılması akla en son gelecek hatta hiç gelmeyecek şey, bizim memlekette ilk yapılan iş oldu.

        Depremin ardından üniversiteler öğretime ara verdi.

        Çocuklar yurtlardan zorla çıkarıldı, evlerine yollandı.

        Neymiş, yurtlara depremzedeler yerleştirilecekmiş.

        Zannedersin bütün evlere yerleşildi, kaldı leylek yuvası.

        Kimse söylemeye cesaret edemiyorsa iktidara ben söyleyeyim.

        Şunu bilin, aklınıza ilk gelen şey en doğru şey değildir.

        Öğretimi durdurmak bir depremden sonra yapılacak en yanlış şeydir.

        Bakın bana gelen maillerde öğrenciler ne diyor.

        Pek çoğu Hataylı, Maraşlı, Adıyamanlı, Malatyalı, Gaziantepli öğrenciler.

        Yurtlarından çıkarılmışlar.

        "Evinize gidin" denmiş kendilerine.

        Nereye?

        Olmayan evlerine, yıkılmış aile ocaklarına.

        Sokakta kalmış, çadır ya da konteyner bekleyen ya da en iyi ihtimalle bir yakınının yanına sığınmış ana babalarının yanına.

        Siz hiç hayatınızda böyle bir zırvalık gördünüz mü!

        Deprem bölgesindeki üniversiteler elbette kapatılır. Yurtlar elbette boşaltılır. Ama onların öğrencilerinin bile eğitimine devam etmesi için önlem alınır. Bu öğrenciler misafir öğrenci olarak başka üniversitelere geçici olarak aktarılır.

        Yurtlar boşaltılmaz, tam aksine bu yer değiştiren öğrenciler için yurt aranır.

        Bakın, Uzman Psikolog Feyza Bayraktar yazmış, "1999 depreminde göçük altından çıktım. 19 yaşındaydım. Kısa süre sonra Boğaziçi Üniversitesi'ndeki eğitimime döndüm. Depremin travmasını atlatmamda en etkili şey okulda arkadaşlarımla olmak, hayatımı normalleştirmekti" diyor.

        Tam da budur.

        Okulları kapatmak en büyük yanlıştır.

        Deprem öncesi, sırası ve sonrasında yaptığınız sayısız yanlışa bir de bunu eklemek istiyorsanız bilemem.

        Ama yanlıştır.

        Aklı başında bir kişiye bile sorma zahmetine girerseniz yanlış olduğunu söyleyecektir.

        Sorumluluğu yıkmak

        Sorumluluğu yıkmak
        0:00 / 0:00

        Yine müteahhit avı başladı.

        Her depremden sonra böyle olur.

        Bir simge müteahhit bulunur.

        Depremin tüm sorumluluğu ona yıkılır.

        Topluma "İşte hesap soruyoruz" mesajı verilir.

        Ne olsa sistemi sorgulamaktan, ortak hataları bulup gelecek için o hataları engellemekten, siyasi sorumlular başta olmak üzere tüm sorumlulardan hesap sormaktan daha kolaydı.

        Nefret objesi müteahhit içeri tıkılır depremin yaraları sarılır.

        Gölcük depreminde bu müteahhit Veli Göçer'di.

        20 bin olarak açıklansa da tahminen 40 bin can kaybetmiştik. Yüzlerce bina çökmüştü.

        Biz soyadı da sorumlu olmaya müsait olunca, Yalova'da yap satçılık yapan Veli Göçer'i uygun görüp, tüm sorumluluğu ona yıkmıştık.

        Tek bir başkasına hesap sormadan.

        Benzer bir şeyi Van depreminde gördük.

        Orada da Vezir Baş diye bir başka müteahhit bulundu. Onun başını yakmak yeterli görüldü.

        Şimdi de öyle olacak.

        Bu kez Rönesans Apartmanı'nın müteahhidi göze kestirilmiş belli ki.

        Vurun müteahhitlere.

        Sakın yanlış anlamayın, "Vurmayın müteahhitlere" falan demiyorum.

        Vurun ama sadece müteahhitlere vurmayın.

        O müteahhidin yaptığı binanın projesinin altında sayısız imza var.

        Projeyi çizen mimar var, imzalayan mühendis var, onaylayan belediye var, zemin etüdünü yapan jeofizikçi var, yapı denetim şirketi var.

        Varoğlu var.

        Müteahhit yoksa bile bunlar var.

        Tüm bunlar olmadan yapılmış ise bina buna göz yuman belediye var.

        Tüm bunları ha babam çıkardıkları imar afları ile yasal hale getiren, kaçak inşaat yapmayı gelir kapısı haline getiren siyasetçi var.

        Tüm bunları görmezden geleceksin.

        Bunların hiçbirine dokunmayacaksın.

        Bulacaksın bir müteahhit laf ola beri gele, onu yakacaksın, onu içeri tıkacaksın.

        Üstelik de, onu da içerde tutmayacaksın.

        Biliyorsunuzdur belki, Veli Göçer 7 yıl hapis yattı.

        2004 yılında hapse atıldı. Aftı, infaz yasasıydı falan derken 2011 yılında çıktı.

        Şimdi ne iş yapıyor diye merak ediyorsanız.

        Şirketlerinin başına döndü.

        Müteahhitliğe kaldığı yerden devam etti.

        Niye etmesin ki!

        Memleketi zaten bir müteahhit cenneti değil mi!

        BTK ne iş yapar!

        BTK ne iş yapar!
        0:00 / 0:00

        GSM şirketlerinden birinin tecrübeli yöneticilerinden biri ile konuştum dün.

        Türkiye'deki hemen herkes gibi korkarak konuştu elbette.

        Ama söyledikleri önemliydi.

        "Fatih Bey, siz depremin ardından haklı olarak GSM şirketlerine yüklendiniz. GSM şirketlerine kızdınız. Ama emin olun tüm GSM operatörleri depremin hemen ardından deprem bölgesinin iletişimini sağlamak için seferber oldular. Sorun şu ki, bizim çalışanlarımız da göçük altında idi ve biz de dışardan ekip ve ekipman yolladık. Biz sorumluluğumuzu biliyor ve kabul ediyoruz ama asıl sorumludan kimse söz etmiyor" dedi.

        "Kim o asıl sorumlu?" diye sordum.

        "BTK" yanıtı aldım.

        BTK dediği Bilgi Teknolojileri Kurumu.

        "BTK'nın deprem öncesi hatalarını bir kenara bırakıyorum ama depremden sonra tüm GSM operatörleri arasında eşgüdümü sağlayabilir, herkesin imkanlarını ortaklaştırabilir, elinde bulunan ve emin olun dünyanın en iyisi olan teknik imkanları ile sorunun mümkün olan en kısa sürede çözümü için, kamu otoritesi olarak görevini yapabilirdi. Yapmadı. Yapamadı, Sorumluğu almadı. Asıl sorumlu olması gereken BTK'dır ve kimse ondan bahsetmiyor. Bu depreme müdahale konusunda enkaz altında kalan kamu kurumlarından biri de BTK'dır" dedi.

        Kemal Bey yanlış adreste

        Kemal Bey yanlış adreste
        0:00 / 0:00

        Borsada haftalardır süren rezalet, küçük yatırımcının kafasının koparılması operasyonları depremin ilk günlerinde de sürdü.

        Ve üç günlük gecikme ile Borsa kapatıldı.

        Arada birçok garibanın başı yandı, parası çarpıldı.

        Bilmeyenler için şunu hatırlatayım.

        1999 depremi olduğu gün İstanbul Borsası işlemlere kapatılmış, belirsizlik ortamında yatırımcı korunmuştu.

        Bu kez bu karar üç gün gecikti ve BİST ancak üç gün sonra kapatıldı.

        Kemal Kılıçdaroğlu, yani ana muhalefet lideri bu rezaletin sorumlularının ortaya çıkarılması ve vatandaşın kayıplarının giderilmesi çağrısında bulunuyor.

        Haklı mı haklı.

        Dün bu amaçla SPK'nın önüne gitti.

        Ancak zannederim yanlış adresteydi.

        Bu işin sorumlusu SPK değil, Borsa İstanbul yönetimi.

        Borsayı kapama yetkisi SPK'da değil, BİST yönetiminde.

        Kararı onların vermesi gerekiyor.

        Hatta dedikodulara göre SPK yönetimi BİST yönetimine bu yönde tavsiyede bulunmuş ama BİST, SPK'ya kulak vermemiş.

        Aslına bakarsanız bu işin asıl sorumlusu Türkiye'de egemen olan anlayış.

        Kimse sorumluluk almak istemiyor. Kimse görevinin yetkilerini kullanamıyor.

        Herkes çekiniyor, herkes korkuyor.

        Herkes tek bir noktadan gelecek talimatı ya da işareti bekliyor.

        O işaret gelmeden kimse parmağını oynatmıyor.

        Bana göre asıl sorun burada.

        Bu düzelmeden hiçbir şeyin düzelme ihtimali yok.

        NE ZAMAN İNSAN OLURUZ?

        NE ZAMAN İNSAN OLURUZ?
        0:00 / 0:00

        Her şeyi bildiğini iddia edenin hiçbir şey bilmediğinden emin olduğumuz zaman.

        Diğer Yazılar