Belli ki, bir kez daha akıl ve izanı takan olmayacak.
Yine ihale üzerinden üstelik de tam da sevdikleri gibi, davet usulü hızlı ihale üzerinden kadim kentleri yeniden yapacaklar.
Tam da uyardığım ve sakın yapmayın dediğim şekliyle, Sovyet modeli ile.
Peş peşe müteahhitleri arayıp, “Konuştuk. Birkaç ay içinde her birimiz 20, 30, 40 bin konut yapıp depremzedeleri yerleştireceğiz” diyerek övünmeye başlayınca oturup yazdım.
“Bu şehirlerin hepsi Anadolu’nun kadim şehirleri. Bizden önce onlarca uygarlığa ev sahipliği yapmış ve gidişattan belli ki, bizden sonra da onlarcasına evsahipliği yapacak olan kentler bunlar. Bunları toplu konut mantığı ile yeniden imar etme hakkına sahip değiliz. Buralarda depremzedelerin geçici iskanını acilen sağlayıp, bu kentleri birkaç aylık bir planlama ile, tarihçilerle, arkeologlarla, sanat tarihçileri ile, sosyologlarla, jeologlarla, jeofizikçilerle, mimarlarla ve hatta belki hukukçularla birlikte oturup, yeniden planlamak gerekir. Yıkıntıyı kaldırıp, üzerine tek bir kişinin zevkine bağlı konutlar yaparak bu kadim kentleri yeniden yapamazsınız” diye.
Bu sözlerim, özellikle de kentin neredeyse yüzde 80’inin yok olduğu Antakya içindi.
Çünkü Antakya yeniden yapılmak zorundaydı.
Benim bu yazımdan sonra tarihçi, dostum İlber Ortaylı da aynı mealde bir yazı kaleme aldı.
Elbette ki, onun sözleri benimkilerden daha önemli ve değerli idi ama sonuç olarak o da aynı şeyi öneriyor, tavsiye ediyor hatta zaruret olarak gösteriyordu.
Bu kentler alelacele değil, aklıselim ile yeniden inşa edilmeliydi.
Özellikle de, Antakya, yani tarihi Antioche…
Bu arada Türkiye’nin önde gelen mimarlarından üçü, Emre Arolat, Murat Tabanlıoğlu ve Ece Ceylan Baba tam bu amaçla bir inisiyatif başlattılar.
Bu kentleri, özellikle de Antakya’yı geçmişinden koparmayacak biçimde yeniden nasıl yapabiliriz sorusuna yanıt aramak için.
Emre Arolat, Antakya’da ayakta kalan bir binanın mimarı olarak kente özel ilgi duyuyordu.
Onun yaptığı Müze Otel, önemli bir arkeolojik buluntunun üzerinde, bu buluntunun binanın altında sergilenebilmesine izin verecek biçimde yapılmış ve oldukça uzun kolon aralıklarına sahip olmasına rağmen depremde çizik bile almamıştı.
Yani “Deprem değil, depreme hazırlıklı olamamak öldürür” sözünün canlı mimarıydı. Kasımpaşa futbol takımı, depreme o otelde yakalanmış ve çizik bile almamıştı.
Bunun dışında onlarca önemli binada, bana göre Türkiye’nin en şık iki camisinden birinde imzası vardı.
Keza Murat Tabanlıoğlu mimar bir babanın izinden yürüyor ve çok önemli eserlere imza atıyordu. Yenilenen Atatürk Kültür Merkezi de onun eseriydi.
Ece Baba da, öğretim üyesi ve mimarlık fakültesi dekanı ama ondan öte mimari ve kent üzerine bir düşünür olarak ekibe dahildi.
Zaten Elazığ depremi sonrası Emre Arolat ile birlikte Elazığ’da “Umut Elazığ Projesi"ni başlatmışlardı ve afetlere, salgınlara dayanıklı bir kent tasarlıyorlardı.
Belediye ve valilik ile birlikte 600 bin metrekarelik bir alanda yepyeni bir şehir anlayışı geliştiriyorlardı.
Dün bu ekip, Next Akademi’nin geleneksel Pazar toplantısında bir araya geldiler.
Ve oldukça değerli bir gruba bir sunum yaptılar.
Çevre ve Şehircilik Bakanı Murat Kurum’dan ricam bu sunumu izlemesidir.
Kentlere ihanet etmek istemiyorsak, aklın ve bilimin peşinden gitmeliyiz.
Bu arkadaşlar da hiçbir bedel istemeden akıl ve bilimi en azından kentlere sokmak istiyorlar.
Ya aklı dinleyeceğiz.
Ya da Sovyet komünist modelini.
İkisi de hayat kurtarır, doğru.
Ama geçmişe ve geleceğe borçlarımızı sadece tarihe saygı ile yapılacak olan öder.