Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Sesli Dinle
        0:00 / 0:00

        Kızılay Başkanlık koltuğunu işgal eden zatın, pişkin tavırları milleti şaşırttı.

        Hükümete yakın olan ama içinde bir damla vicdan taşıyanlar dahil herkesi. Korunması uğruna ağız bozulan bir kurumun getirildiği içler acısı hali hep beraber gördük.

        Dün çadır satışını savunan adamın, bir gün sonra aklanmak için çıktığı kanalda suçu “çalışma arkadaşlarına” atışını, ekibini satışını ibretle izledi herkes.

        Oysa ortada şaşıracak hiçbir şey yok.

        Çadır satışından daha büyük ayıplar var.

        Dikkatlerden kaçıyor, Kızılay yönetimi, 13 milyon kişinin yaşadığı bir bölgeyi etkileyen ve iktidarın beceriksizliğini örmek için bile olsa “asrın afeti” olarak nitelediği deprem sonrası AFAD’a yalan söylüyor.

        AFAD Kızılay’a soruyor, “Elinde kaç çadır var” diye.

        Kızılay AFAD’a “Yalan söylüyor.”

        Elindeki çadır sayısını gizliyor.

        Elindeki binlerce çadırı AFAD’dan saklıyor.

        Afetzedelere vermekle yükümlü olduğu çadırları vermiyor, yalan söylüyor ve bu çadırları satıyor.

        Normal zamanda olsa satsın, kim ne der. Ama ihtiyaç varken, açık varken satıyor.

        Ve kamunun afetle mücadele kurumuna yalan söylüyor.

        Ve kimlere ne sattığını da bilmiyoruz.

        Acaba AHBAP’la mı sınırlı bu satışlar, yoksa başkalarına da satmış mı!

        Bu arada AHBAP’ın kamuya güvenmeyen ve bu güvensizlikte pek de haksız çıkmayan milyonların bağışlarını topladıktan sonra Kızılay’a para ödemesi AHBAP’a güvenenleri de çok kızdırmış görünüyor.

        Depremin ilk gününden beri Haluk Levent ile her konuşmamda kendisine bunu söyledim.

        “Haluk, çuvallamamalısın, süt kadar lekesiz görünmek zorundasın. Bu iş çok büyüdü. Çok kusursuz bir sistem kurmak zorundasın. Yapacağın tek küçük hata milyonlarca insanın son güven kalesinin de yıkılmasına neden olur. Vazifen bir deprem sonrası yardım toplayıp bunları yerine ulaştırmaktan daha büyük” dedim.

        O da “Abi hiç merak etme” dedi hep. “Her bir kuruşun hesabını vereceğim” dedi.

        Bugün Haluk Levent’e kızanlar var, görüyorum.

        Ben ise olayı şöyle görüyorum.

        Belli ki, iktidar yandaşları ve tabii ki iktidarın kendisi Haluk Levent’i korkutup sindirmiş.

        Ve bundan yararlanarak, AHBAP’ın oluşturduğu kaynakları kendi istedikleri taraflara yönlendirmişler.

        Bir anlamda son zamanların moda yaklaşımı ile “AHBAP’a çökmeye çalışmışlar”

        Kızılay örneğinde gördüğümüz kadarı ile bunu bir nebze de olsun başarmışlar.

        Umarım mesele Kızılay ile sınırlı kalsın. Umarım AHBAP’ın halk tarafından oluşturulan kaynakları iktidarın kontrolündeki kamu kaynakları gibi belli yerlere yönlendirilmemiş olsun.

        Peki Haluk Levent buna tek başına direnebilir miydi!

        Bu sorunun yanıtını siz kendi kendinize verin.

        Kızılay'ın lüks merakı

        Kızılay'ın lüks merakı
        0:00 / 0:00

        Bu arada Kızılay ile ilgili yurdun dört bir yanından ihbarlar, fotoğraflar yağıyor.

        Üzerinde Kızılay logosu bulunan lüks araç fotoğrafları.

        Ege kıyısında bir kasabamızdan Kızılay logolu bir BMW, bir başka yerden Kızılay logolu bir Mercedes.

        Belli ki, birileri Kızılay'ı lüks yaşam kaynağı haline getirmiş.

        Öğleden sonra ise iktidara çok ama çok yakın bir kaynaktan gelen bilgi şaşırtıcı idi.

        "Meccanen görev yaptığını söyleyen Kızılay yöneticilerinin Kızılay çatısı altında kurdukları şirketlerdeki yönetim kurulu üyeliklerine de bir göz atmak lazım" dedi.

        Ne yazık ki, bu şirketler halka açık olmadığı için bizim bu bilgilere erişme imkanlarımız kısıtlı ve şeffaf olmayan ve her şeyi "şirket sırrı" ya da "devlet sırrı" olarak gören bir anlayış karşısında bu bilgilere biz ulaşamayız.

        Bu iddiaları bizim mercek altına almamızı isteyenlerin, bu bilgilere ulaşmaları bizden çok daha kolay.

        Yeter ki, ulaşacakları bilgiden korkmasınlar

        Özdağ: Yavaş aday yapılmaz ise adayımız İnce

        Özdağ: Yavaş aday yapılmaz ise adayımız İnce
        0:00 / 0:00

        Dün sabah Zafer Partisi Genel Başkanı Ümit Özdağ aradı.

        “İstanbul’dayım birlikte bir kahve içecek vaktiniz var mı?” diyerek.

        Öğleden sonra Habertürk’e geldi, ekibiyle beraber.

        Ümit Özdağ’ı uzun yıllardır tanırım, ASAM Başkanlığından beri bilgisine, öngörülerine saygı duyar, değer veririm.

        Günlerdir deprem bölgesinde idi.

        İzlenimlerini aktardı.

        Yıkımın büyük olduğunu, kamunun deprem sonrası çok yavaş hareket ettiğini, ilk günlerde hiçbir şey yapamadığını, ilk anda askeri birliklerin depremzedelerin kurtarılması ve hayatta kalanların ihtiyaçlarının giderilmesi için hiçbir şey yapmadığının aşikar olduğunu, gönüllü kuruluş ve kişilerin hızlı hareketi olmasa, durumun çok daha vahim olacağını anlattı ve iktidarın depremde sınıfta kaldığını söyledi.

        Ümit Özdağ'a göre, deprem bölgedeki Suriyeli göçmen sorununu büyütmüştü.

        “Yağmalar için Suriyelileri suçlamıyorum. Bizim kendi vatandaşlarımız ne kadar yağmacı ise Suriyeliler arasında da o kadar yağmacı vardır. Ben Türkiye’nin aklınıza gelmeyecek vilayetlerinden yağma için bölgeye gelenler gördüm” dedi.

        Ancak Suriyeliler ile ilgili başka tespitleri vardı.

        “Zaten yetersiz olan yardımların Suriyelilere gitmesi, Suriyeli göçmenlerin bu yardımlara ulaşmak için gösterdikleri kaba tavır ve zaman zaman Türklerin haklarını gasp edecek hareketleri bölgede gerilimi arttırdı. Çatışma noktasına gelindi. Bunu iktidar da gördü ve şimdi depremin orta yerinde 800 bin sığınmacıyı önce Mersin, sonra başta İstanbul olmak üzere büyük kentlere gönderiyorlar. Bu kentlerde ciddi sıkıntı olacak” dedi ve sığınmacı meselesinin Türkiye’nin geleceği açısından giderek daha büyük bir tehlike olmaya başladığını anlattı.

        Sonra iç siyasete geçti.

        “Sizce Zafer Partisi yüzde kaç oy alır?” diye sordu.

        Ben de “Yüzde 2” dedim.

        Güldü.

        “Sadece gençlerden aldığımız oy sayısı, bizi yüzde 2’nin üzerine taşıyor” dedi.

        “Anketler yanıltıcı çünkü insanlar bize oy vereceklerini saklıyor. Bize oy vereceklerini söylemekten utanıyorlar” dedi.

        Bu durum AK Parti için de uzun süre geçerli olmuştu.

        Sorduğunuz zaman kimse AK Partili değildi ama AK Parti yüzde 50’ye yakın oy alıyordu.

        Yani mümkündü.

        “Bunu kabul etsek bile barajı aşamazsınız” dedim.

        “Tek başımıza aşamayız belki ama Memleket Partisi ile ittifak yapacağız” dedi.

        “O zaman aşacağınızdan emin misiniz?” diye sordum.

        "Kesinlikle ve çok rahat biçimde” yanıtını aldım.

        Kuracakları ittifakın Cumhurbaşkanı adayı ise Muharrem İnce olacaktı.

        “Mansur Yavaş’ı aday göstermekten vaz mı geçtiniz?” diye sordum.

        “Onu biz aday gösteremeyiz ama CHP Mansur Bey’i aday yaparsa biz aday çıkarmayız ve onu destekleriz” dedi.

        İYİ Parti’nin Altılı Masa’dan kalkma hesapları yaptığını iddia etti ve bunu İYİ Parti ile iktidar arasındaki ilişkiye bağladı. Bazı suçlamaları vardı.

        “Yapmayın aynı suçlamaları sizin partinize yönelik olarak yapanlar da var. Ben bunlara inanmam” dedim.

        Güldü. “Bir genel başkan partisini hiç çaktırmadan aşağı çekebilir” dedi.

        Medyanın kendilerini görmezden gelmesinden şikayetçi idi.

        Haklı idi ama bence medya kimseyi iktidar yapma gücüne eskiden beri zaten sahip değildi.

        Medya kontrolü kimseyi iktidar yapamazdı ama iktidarların yıpranmasını geciktirebilirdi sadece. Tıpkı şimdi olduğu gibi.

        Ümit Bey gittikten sonra oturup düşündüm.

        Muharrem İnce ile ortak hareket etmeleri gerekten de bir sinerji yaratma potansiyeline sahipti. Tek hataları muhalefete fazla muhalefet etmek olabilirdi.

        Doğruymuşuz, onaylandık

        Doğruymuşuz, onaylandık
        0:00 / 0:00

        Deprem sonrası tarafsız bir göz olarak iktidarın depreme müdahalede geç kaldığını, çok önemli bir en az 48, çok değerli bir belki 72 saati kaybettiklerini söyledim.

        Bu dönemde iktidarın beceriksizliğini örten, paçasını kurtaran sivil toplum kuruluşları ve gönüllüler olmuştu.

        Biz bunu söyleyince iktidarın ve iktidardan beslenenlerin hedefi olduk.

        Ne hainliğimiz kaldı ne düşmanlığımız. Oysa söylediğimiz basitti ve gerçekti “geciktiniz”.

        Sadece benim gibi bunu söyleyen birkaç kişiye değil, onların yapamadığını yapan sivil topluma da düşman oldular, onları da hedef aldılar.

        Ve dün Adıyaman’da, tam da Adıyaman’da bir itiraf geldi.

        “İlk birkaç gün Adıyaman’da istediğimiz gibi etkin değildik. Bu nedenle sizden helallik istiyorum” dedi.

        Biz de tam bunu söylüyorduk zaten.

        Depremin üçüncü günü “Hatay’a yardım yağdırdınız, Adıyaman’a yapılan hiçbir şey yok. Biraz da Adıyaman’a yönlendirin yardımları" dememin nedeni buydu.

        Çünkü Hatay’a sivil toplum gitmişti ama sivil toplumun ilk anda gidemediği Adıyaman’da çaresizlik çok büyüktü.

        Ben bunu söyleyince iktidar trollerinin günler süren ve hala süren hakaretlerine, iftiralarına, saldırılarına maruz kaldım.

        Aynı şeyi söyleyen az sayıda meslektaşım gibi.

        Ve bugün aynı şey söylendi.

        Hadi şimdi sıkıyorsa bana söylediklerini ona söylesenize.

        Bizim doğruyu söylediğimiz, en üst makamdan onaylanmış olmadı mı!

        NE ZAMAN İNSAN OLURUZ?

        NE ZAMAN İNSAN OLURUZ?
        0:00 / 0:00

        Cehaleti kutsayan toplumların sürünmeye mahkum olduğunu gördüğümüz zaman.

        Diğer Yazılar