Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Sesli Dinle
        0:00 / 0:00

        Türkiye’de ekonominin durumu ve geleceği herkesin kafasında önemli bir yer işgal ediyor.

        Geçtiğimiz günlerde Türkiye’nin önemli bankalarından birinin genel müdürü ile sohbet ettim.

        Benzer bir sohbeti depremden önce de AK Parti’nin bakanlık teklif ettiği ama kabul etmediği söylenen bir başka isimle de yapmış, köşemde de ufaktan değinmiştim.

        Her ikisinin de ortak söylemi şu oldu:

        “Mevcut ekonomik durum seçime kadar sürdürülebilir. Haziran ayına kadar bir sıkıntı görünmüyor.”

        Peki ya sonra.

        Orada da iki önemli ismin söyledikleri benzer.

        “Seçimden sonra elbette bir ayar gerekiyor. Seçim sonrası iş başına gelecek olan iktidar kim olursa olsun faizlere bir ayar çekmek zorunda. Yani faizi belki bir tık arttırmak ama daha önemlisi ne kadar gerekirse o kadar arttırmaktan çekinmeyeceğini göstermek zorunda. Eğer uluslararası piyasalara bu gösterilirse işler hızla yoluna girmeye başlar. Seçimden sonra bunu yapmak şart.”

        Seçime kadar hiç bir sorun çıkmaz mı!

        “Çıkabilir. Kurları bu noktada tutmak zor olabilir. Kura uygulanan baskı patinaj yapmaya başladı bile. Eğer dış kaynak bulmakta zorlanmaya başlarlarsa bu durum kurlara seçimden önce yansımaya başlar.”

        Her ikisi de seçim sonrası küçük bir faiz dokunuşu ile durumun toparlanabileceğini görüşünde. Ancak deprem sonrası konuştuğum için banka genel müdürü biraz daha temkinli.

        “Depremden ötürü dış kaynak ihtiyacı arttı. Bu yüzden akılcı ekonomi politikasının önemi de arttı. Finans dünyasına verilecek mesaj çok önemli. Akılcılıktan uzak, ekonomi biliminin gerçeklerinden uzak bir anlayış sürdürülmeye alışılırsa, depremin faturası çok çok daha ağır olur.”

        Türkiye'yi bekleyen tehlike: Sürdürülebilirlik

        Türkiye'yi bekleyen tehlike: Sürdürülebilirlik
        0:00 / 0:00

        Biz “Bakın burada yanlış yapılıyor dikkat edin” deyince “Vay yerli ve milli işlere ihanet ha” diye ortaya atılan enayiler var.

        Biz geleceğin sorunlarına dikkat çekip, uyarmaya alışırken, bunu iktidara yönelik hareket zannedip üzerine alınanlar var.

        Oysa benim yazdıklarım iş işten geçtikten sonra “Hata yaptık rabbim bizi affetsin” denmemesi, çarçur edilmiş kaynaklar için “Hakkınızı helal edin” diye özür dilenmemesi için önden yapılmış uyarılar.

        Çünkü biz çocuklarımızın, torunlarımızın geleceğini yamandığımız partinin iktidar olmasına ya da kalmasına değil, kim iktidar olursa olsun Türkiye’nin iyi yönetilmesine, zenginleşmesine, adaletli olmasına bağlıyoruz.

        İki gün önce Türkiye’yi AB ile olan ticarette bekleyen yakın tehlikeye değindim.

        Bazıları kızdı, bazıları tınmadı, bazıları anlamadı, bazıları da üzerine alınmadı.

        AB’nin artık üretimin ve ticaretin büyük bölümünü kendi içinde yapmaya başladığını ve bunun giderek artacağını, Türkiye’nin Gümrük Birliği üyesi olmasına rağmen buradan dışlanmaya başladığını yazdım.

        Bugün de bir başka büyük tehlikeye daha değineyim.

        Bunun adı “sustainability” yani “sürdürülebilirlik”.

        “Çevre dostu” olmak, dünyaya zarar vermeden üretim yapmanın yeni adı bu.

        Ve medeni dünya ticareti artık bunun üzerinden şekilleniyor, şekillenecek.

        Gelişmiş ülkeler artık tüm üretimini ve üretim kaynaklarını buna göre şekillendirmeye başladı.

        Enerji üretiminden, ürün üretimine ve üretimde kullanılan hammaddenin üretiminden bu üretimde kullanılan enerjinin üretimine kadar tümünde yenilenebilir kaynaklar kullanımı ve minimum karbon ayak izi.

        Hatta hedef sıfır.

        Enerjiyi güneş veya rüzgardan üretmeyen, üretimde kullandığı suyu yüzde 100'e yakın oranda geri dönüştürüp yeniden kullanmayan, atık miktarını mevcut teknolojilerin getirdiği imkanlarla en düşük düzeyde tutmayanların gelişmiş ülkelerle ticaret yapma imkanı artık kalmayacak.

        Bu durum bazı sektörlerde kendini göstermeye başladı bile.

        Bugün pek çok tekstil firmamız özellikle büyük ölçekli küresel markaların bu yöndeki taleplerini yani “sustainable” üretim kriterlerini karşılamakta zorlanmaya başladı bile.

        Sadece firmaların değil, “organize sanayi bölgelerinin” de bu duruma bir an önce ayak uydurması gerekiyor çünkü dünya buna hazırlanıyor.

        Biden yönetimi kısa süre önce bunu da amaçlayan 780 milyar dolarlık bir paket açıkladı.

        AB ise muhtemelen Nisan ayı sonuna yetiştirmeye çalıştıkları benzer bir çalışma içinde.

        Yenilenebilir enerjiye geçmek, tüm kaynakları sürdürülebilir hale getirmek, karbon ayak izini sıfıra yaklaştırmak ve bu hedefe odaklı yatırımları destekleyecek bir paket.

        Bu durum ilk etapta Türkiye’ye yapılması planlanan bazı yatırımların büyük bir hızla AB ülkelerine kayması ve bir sonraki aşamada da Türkiye’nin dış ticaret gücünün hızla zayıflaması anlamına geliyor.

        Belki seçim ortamında bunları anlatıyor olmak size zamansız gelebilir ama bence tam zamanı.

        Türkiye’de torunlarını düşünen iktidarların bunları unutmaması gerek.

        NE ZAMAN İNSAN OLURUZ?

        NE ZAMAN İNSAN OLURUZ?
        0:00 / 0:00

        Ölmüş eşeğin tehditten korkmadığını anladığımız zaman.

        Diğer Yazılar