Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Sesli Dinle
        0:00 / 0:00

        Sandık güvenliği konusunda vatandaşların tedirginliği sürerken, muhalefet partilerinin bu konuda bu kadar rahat ve hatta neredeyse vurdumduymazlık içinde olmasını anlamak mümkün değil.

        Mesela yıllarca uygulanan ama AK Parti döneminde ortadan kalkan parmak boyası.

        İşaret parmağına damlatılan bir damla Hint malı boya ile mükerrer oy kullanımının önüne geçilirdi.

        Seçim güvenliği için fazladan bir önlemdi.

        Niyeyse YSK bu uygulamadan vazgeçti.

        Suriyeli göçmenlerin kaçının Türk vatandaşı olduğu, hangi yerlerde ikamet ediyor gösterildikleri falan da hep vatandaşta kaygı uyandırıyor.

        Keza konut satın alma yolu ile vatandaşlık alanların oy kullanıp kullanmayacağı ya da bunların yerine kimlerin oy kullanacağı da bir başka soru işareti.

        Ana muhalefet partisi bu konudaki tedirginliklere sürekli olarak “O kadar da Suriyeli seçmen yok. Biz her şeye hakimiz” mesajı veriyor ama çok da inandırıcı değiller.

        Keza depremzedelerin nasıl oy kullanacağı konusu da belirsiz ve muhalefet burada da üzerine düşeni yapmaktan uzak.

        Parmak boyası konusunda kıyamet koparmamaları ise gerçekten akıl alır gibi değil.

        Bir diğer hayati konu ise yurt dışı seçmenlerin kullanacağı oylar ve sınır kapılarında kullanılacak oylar.

        Muhalefette altı partili bir bloğun varlığı ve Emek İttifakı sandık başı güvenliği konusunda içleri rahatlatsa da, yurt dışında yaşayan vatandaşlarımızın oy kullanacağı noktalardaki sandıkların güvenliği ciddi bir sorun.

        Muhalefet bu sandıklara nasıl sahip çıkacak, çıkabilecek mi!

        Çünkü bu kez yurt dışından gelmesi muhtemel oy sayısı az uz değil.

        Muhalefetin umursamazlığı da…

        Tek Yürek'te sorun güven mi parasızlık mı!

        Tek Yürek'te sorun güven mi parasızlık mı!
        0:00 / 0:00

        Türkiye Tek Yürek kampanyasına katılanlar söz verdikleri paranın 41 milyar TL’sini yatırmayınca, kampanyada bol keseden milyar yağdıran kamu kurumlarının da söz verdikleri paraların en azından bir bölümünü kampanyaya bağışlamadıkları ortaya çıktı.

        Öğrenebildiğim kadarı ile bu kamu kuruluşlarının elinde para yok.

        Kağıt üstünde var görünün paraları, aslında olmadığı için kampanyaya para yatırmaları mümkün değil.

        Birçoğu Hazine’nin kendilerine para aktarmasını bekliyor, onlar da aktarılan bu parayı bağış olarak geri yollayacaklar.

        Bir cepten diğer cebe, oradan da üst cebe.

        Tek fark, bu paraların Bütçe ve Sayıştay denetiminden çıkarılması olacak.

        Bu arada bankaların deprem yardımlarının akıbetini belirlemek üzere, Bankalar Birliği banka yöneticileri ile geniş katılımlı bir toplantı yapmış.

        Çok yüksek miktarda bağış yaptığını açıklayan bir kamu bankası toplantıda “Paranın ne zaman aktarılacağı” sorusu üzerine “Parayı aktarmayacağız. Biz bu para ile konut yapıp devlete teslim edeceğiz” demiş.

        Toplantıya katılan yabancı ortaklı bir bankanın yabancı yöneticisi, “Bu paraların nasıl değerlendirileceğini” sormuş.

        “Bu para ile konut yapımı için bir fon oluşturulacak” yanıtını almış.

        “Bu konutlar nasıl dağıtılacak” sorusuna ise “Depremzedelere taksitle satılacak” yanıtı verilmiş.

        Bunun üzerine “Parasını bizden aldığınız konutları niye satıyorsunuz? Niye bedava vermiyorsunuz?” deme ihtiyacı hissetmiş. Ve sonunda “O zaman biz de bu parayı diğer banka gibi size aktarmayalım ve doğrudan kendimiz ev yapalım” diye itiraz etmiş.

        Çok güvenilir kaynaklardan aldığım bu bilgiyi aktarmamın nedeni şu.

        Sorunun tek nedeni bağışçıların parayı ödememesi değil.

        Sorun ciddi bir güven sorunu.

        Paranın doğru biçimde harcanıp harcanmayacağına olan güven ya da güvensizlik sorunu.

        Küslük ve kıssadan hisse

        Küslük ve kıssadan hisse
        0:00 / 0:00

        Muharrem İnce aradı. Hangi gazeteciye niye küsmüş anlattı

        “Nevşin Mengü. Bir şey yazmış aradım. Yazdığının doğru olmadığını, böyle bir şey yazmaması gerektiğini söyledim.

        ‘Yazarım kardeşim’ dedi.

        'Ben senin kardeşin değilim. Babanın arkadaşıyım' dedim Telefonu suratıma kapattı. Ben Nevşin Mengü’den 20 yaş büyüğüm. Bu yaptığı terbiyesizlikti. 'Kardeşim' diyen ve böyle konuşamayacağını söyleyen birinin suratına telefon kapatanla siz olsanız bir daha konuşur musunuz!

        Fatih Portakal ile aslında bir sorun yaşamadık. Bir konu ile ilgili aradı konuştuk. Sonra programına davet etti. Sosyal medyada yayın yaptığı bir program. Katılmayacağımı söyledim. Kızdı. 'Her çağrıldığım programa konuk olmak zorunda mıyız?' dedim.

        Bir daha da konuşmadık.

        İsmail Saymaz’ı ise bir partinin gazetecisi olarak görüyorum. CHP sözcüsü gibi. Her şeyi CHP adına yapıyor. CHP kulislerinde dolaşıyor. Bu kadar partili olduğunuz zaman gazeteci olmuyor siyasi taraf oluyorsunuz. Aramızdaki sorun bu. Kendisi CHP basın sözcüsü olduğu için onunla işim olmaz.

        Özgür Demirtaş Hoca ile ilgili olay ise birkaç yıllık.

        Bir yorum yaptı ben de 'Hocam ekonomiyi iyi biliyorsunuz ama siyaseti hiç bilmiyorsunuz' dedim. Bunu da gülerek söyledim. Kendisini ararım, niye küseyim…” dedi.

        “Eleştiriye açığım. Cumhurbaşkanı seçilirsem de açık olacağım. Siz inşallah Cumhurbaşkanı olduğum zaman da, boş beleş birini Cumhurbaşkanı seçtik diye yazacak kadar özgür olacaksınız. Tüm gazeteciler özgür olacak” dedi.

        Güldüm.

        Kapattık.

        Muharrem Bey’i seviyorum aslında. Belki de, geçen seçimde mağdur edildiği içindir.

        Muharrem İnce ile bir daha konuştuğum zaman kendisine sosyal medya fenomenlerinin sinema maceralarından bahsetmek istiyorum.

        Hatırlayacaksınız, bir ara furya idi.

        Uyanık yapımcılar, takipçi sayıları milyonları aşan, etkileşimleri 10 milyonlarla ölçülen sosyal medya fenomenlerine uyduruk senaryolar ile film çektiler.

        Bu kadar takipçisi, sosyal medyada bu kadar etkisi var ise bunun onda biri sinemaya gelse, paranın dibine vururuz dediler.

        Bunların en ünlüsü Enes Batur bile gişede çakıldı. Üç filmi yapılan masrafları bile çıkaramadı.

        Sevgili Oğuzhan Uğur’un iki filmi toplam 3 milyon TL hasılat yapabildi.

        Yotube’de 1.5 milyona yakın takipçisi olan Köksal Baba’nın filmine ise ilk üç günde 1 kişi bilet alıp gitti.

        Sosyal medyaya güvenip iş yapmanın bedeli bu olsa gerek.

        NE ZAMAN İNSAN OLURUZ?

        NE ZAMAN İNSAN OLURUZ?
        0:00 / 0:00

        Verecek yanıtı olanların sorudan rahatsız olmadığını anladığımız zaman.

        İmza

        İmza
        0:00 / 0:00

        Devletin Bakanı, imzası yüzünden herkesin ve kameraların önünde "haşlanınca" ne yalan söyleyeyim garipsedim.

        Sonra imzayı gördüm.

        Başladım gülmeye.

        Bakan'ın amiri ne dese haklı.

        Gerçekten böyle bir imza olmaz.

        İlkokul 1. sınıf öğrencisine "İmza at bakalım" desen yemin ederim daha iyi, daha kimlikli, daha kişilikli bir imza atar.

        Bu imza her türlü fırçayı hak ediyor.

        Bakan Muş şimdi muhtemelen oturmuş imza çalışıyor, hattatlara buldurduğu bir imzayı taklit edip kendi imzası haline getirmeye uğraşıyordur.

        Keşke birisi kendisine daha önce "Bu nasıl imza" dese imiş.

        Ama Cumhurbaşkanı Erdoğan'a hiç bu kadar hak verdiğim olmamıştı.

        Diğer Yazılar