Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Darren Aronofsky’ye teşekkür borçlu olabiliriz. 29 Eylül-8 Ekim arasında gerçekleşecek Filmekimi’nde izleyeceğimiz “Anne!”, feminist edebiyatın güçlü temsilcisi Rebecca Solnit’i sinema seyircisiyle ilk kez buluşturuyor. Hem de olabilecek en sürprizli ve incelikli bir biçimde... Filmi beklerken, yazarın “Yürümenin Tarihi” ve “Kaybolma Kılavuzu” kitaplarını okuyabilirsiniz.

        Elimdeki kitaplara bakalım.... David Le Breton’dan “Yürümeye Övgü” (Sel Yayıncılık), Frederic Gros’tan “Yürümenin Felsefesi” (Kolektif Kitap)... Hmmm, ikisi de çok vaatkâr! Üzerine çok yazılıp çizilir bu yürüme konusunun ama ben flâneur’lerden başlayacağım.

        Anladığım kadarıyla, flâneur, yani ‘aylak şehir seyyahları’nın doğuşu, tam da şehirlerin doğuşuna denk düşüyor. Yani kırda bayırda aylak aylak gezmek katiyen aynı şey değil; “flâneur” tanımı sadece şehri deneyimleme amacıyla ve ‘para harcamadan’ gezerken köşede bucakta keşfettiklerini başkalarıyla paylaşan kişilerden başkasına uymuyor. Onları, daha çok “like” almak gibi boş işlerden başka amacı olmayan sosyal medya fenomenleriyle karıştırmayınız lütfen. Zaman ya da mecburiyet tanımadan, yaptıklarına karşılık beklemeden gezen, deneyimleyen insanlar onlar.

        Rebecca Solnit

        NEDEN ARALARINDA BİR KADIN YOK?

        Flâneur’leri anlatan en güzel tarif şu: “Kendini en çok evin dışındayken evinde hisseden kişi”. Fransız şair Charles Baudelaire ise, “Farkındalığı yüksek kaleidoscope’lar” demiş. Bir yerlerde de “Kaplumbağa gezdiricisi” tanımını okumuştum. Gerçekten 19’uncu yüzyıl sonu ve 20’nci yüzyıl başında Parisli flâneur’lerin işi iyice abartıp boyunlarına ince ipten tasmalar taktıkları kaplumbağaları gezdirdikleri söyleniyor. En yavaş şekilde yürümek, böylece en küçük ayrıntıyı bile gözden kaçırmamak için... Akımın edebiyattaki temsilcilerine gelince; Ezra Pound, Andre Breton ve “Pasajlar”ın yazarı Walter Benjamin’i sayabilirim. James Joyce’un “Ulysses”i, bir flâneur roman. Şair T.S. Eliot’un “J. Alfred Prufrock’ın Aşk Şarkısı” ise kesinlikle bir flâneur şiir.

        Burada duralım: Bir şey dikkatinizi çekti mi? Benim çekti. Aralarında tek bir kadın bile yok. Yürüme kitaplarında eksik olan bu. Peki neden? Amerikalı feminist yazar Rebecca Solnit de tarihteki bütün ünlü yürüyüşçülerin niye erkek olduğunu merak etmiş ve şu sonuca varmış: Çok uzun yıllar boyunca yürüyüş yapmak, avarelik etmek erkeklerle kadınlar için farklı anlamlara gelmiş, çoğunluk kadınların görmek için değil, görülmek için yürüdüğüne inanmış. Rebecca Solnit söylüyorsa doğrudur, zira kendisi “Bana Bilgiçlik Taslayan Adamlar” ve “Yakındaki Uzak”ın yanı sıra yürümek ve kaybolmak üzerine de iki eşsiz kitap yazmış. “Yol Aşkı: Yürümenin Tarihi”nde (Encore Yayınları) büyük sanatçılar, sosyologlar ve bilim insanlarıyla beraber kırlarda, bozkırlarda, ormanlarda geziniyor. Hem de koltuğunun altında Rousseau’dan Wordsworth’e, Walter Benjamin ve Patti Smith’e uzanan koca bir kütüphaneyle... Yürümenin şehirleri, şehirlerin yürümeyi nasıl değiştirdiğini hatırlıyor; gitgide büyüyen otomobil sevdamızdan yola çıkarak yürümeyi nasıl bir geleceğin beklediğini düşünüyor. Solnit’e göre, “Yolu değiştirmek, sınırların dışına çıkmak, eve farklı rotalardan dönmek, kısacası kaybolmak insana hep yeni şeyler keşfetme imkânı sunar.”

        Yol Aşkı: Yürümenin Tarihi Rebecca Solnit Encore Yayınları

        “Kaybolma Kılavuzu”nda (Encore Yayınları) ise, edebiyatta, sinemada, haritalarda, doğada, renklerde, resimde, fotoğrafta, şarkılarda, yollarda ve hatıralarda dolanıyor. Kişisel tarihini büyü hikâyeleriyle ilişkilendirirken ailesinin göçmen coğrafyasında kayboluyor; kaplumbağalarla, vaşaklarla, yılanlarla göz göze geliyor, dağlarla, çöllerle yüzleşiyor. Ve diyor ki: “Hiç kaybolmamak, aslında hiç yaşamamaktır; nasıl kaybolunacağını bilmemek sizi felakete sürükler. Önemli olan bütün dünyayı kaybetmek, onun içinde kaybolmak ve bütün bu aşamalardan sonra ruhunu bulmaktır.”

        Solnit’e yeniden döneceğiz ama önce kadın ve yürüme meselesine epeyce kafa yoran, bununla kalmayıp “Flâneuse: Women Walk the City” (Şehri Gezen Kadınlar) adlı bir kitap yazan bir başka kadından bahsedeceğim. Lauren Elkin, gerçeğin hiç de sanıldığı gibi olmadığını, Virginia Woolf’tan George Sand’a, Sophie Calle’den Martha Gellhorn’a şehri adım adım gezen ve yaratıcılığının tam da bunu yaparken serbest kaldığını fark eden kadınları anlatıyor. Daha yeni örnekler de veriyor... Mesela büyük şehirleri baştan aşağı kat ederken bir yandan da gördüklerinin karakalem resimlerini çizen Laura Oldfield Ford ya da Londra turuna çıkacaklara mükemmel sesli rehberler hazırlayan modern sanatçı Janet Cardiff... Gerçi flâneur’lük etmek için rehbere ihtiyacınız da yok. Belki bir tek Google Maps.

        KİM BU ‘ANNE’ VE KİM BU ‘MİSAFİRLER’?

        Rebecca Solnit’e döneceğiz demiştim ya, 29 Eylül-8 Ekim arasında gerçekleşecek Filmekimi’nde onun bambaşka bir yönünü keşfedeceğiz. “Requiem for a Dream”, “Dövüşçü”, “Siyah Kuğu” gibi filmlerin dahi yönetmeni Darren Aronofsky’nin “Anne!”si, Solnit’i sinema seyircisiyle buluşturan film aynı zamanda. “Anne!”, eleştirmenlerle seyircileri keskin bir hatla ikiye bölen tuhaf ve sürprizli bir “ya seversin ya nefret edersin” filmi. “Aronofsky şımarıklık etme özgürlüğünü kullanmış” diye kestirip atan da var, bugüne kadarki en şairane ve sert filmini çektiğini söyleyen de. İzleyip kendiniz karar verin. Sonuçta işin içinde Aronofsky, Michelle Pfeiffer, Javier Bardem ve Jenniffer Lawrence da var. Eh, bir de söylediğim gibi, feminist edebiyatın güçlü temsilcisi Rebecca Solnit.

        Hikâyenin sürprizini kaçırmak istemediğim için minicik bir özet geçeceğim: Solnit senaryonun yaratıcısı değil, o kısımdan tamamen Aronofsky mesul. Fakat filmin, ancak finalde öğrenebileceğiniz özünü oluşturan şeyi o yapmış ve Hıristiyanlığın en temel duasının yeni bir versiyonunu, bir uyarlamasını, tam da feminist bir yazara yakışacak türden farklı bir şeklini yazmış. Burada kesiyorum. Seyrettiğinizde konuşuruz.

        SAĞLIK

        Tam da sırasıymış gibi; konumuz bağırsak! Organların arasındaki çirkin ördek yavrusu; bugüne dek insanlara rahatsızlık veren yegâne konu. Fakat bu rahatsızlık verici imajın değişmesine az kaldı. Aşırı kilo, depresyon ve alerji, bağırsak florasıyla son derece bağlantılı konular. Bu konuda yapılan son araştırmalar da zaten tam olarak bunu gösteriyor. Genç bir araştırmacı olan Giulia Enders da mizahi bir dille bu organın gerçekte ne kadar karmaşık ve büyüleyici olduğunu gözler önüne seriyor. Bağırsak, vücudumuza ve ruhumuza giden yolda anahtar görevi üstlenirken, bir yandan da olaylara arka kapıdan, yani bambaşka bir bakış açısından bakmamızı sağlıyor. Tavsiye ederim...

        Büyüleyici Bağırsak Giulia Enders Büyükada Yayıncılık

        ALTERNATİF SAĞLIK

        “İnsan kendi geleceğini kendi inşa edebilir mi? Gayret ederse, evet. Cevdet Mirmahmuto- ğulları’na göre, insan isterse pekâlâ hayatını bir sanat eserine dönüştürebilir, hedeflediği sağlıklı ve başarılı geleceğin kapılarını aralayabilir. Başlangıç için birkaç adım bile yeterli olabilir. Gün aşırı bir saat tempolu yürüyüş yapmak. Doğal biyoritime uymak, öğün atlamamak. Akşam 20.00’den sonra tüm sistemlerin restorasyonu için istirahate geçmesine izin vermek. Bu temelin üzerine yapılabilecekler de yazarın “Kendini Gerçekleştir” ve “İyi ve Sağlıklı Olmaya Hakkınız Var” adlı iki kitabında ele alınıyor.

        Kendini Gerçekleştir Cevdet Mirmahmutoğulları Cinius Yayınları

        BU HAFTA NE OKUSAK ?

        Rebecca Solnit: Şiddetin ve ölümün, yaralanmanın, korkunun, sessizliğin, tehdidin, kısıtlamanın olmadığı bir dünya hayal edebiliyor muyuz ?

        İKİ TAVSİYE

        İnadına Canlı Vandana Shiva

        İna May’ın Doğuma Hazırlık Rehberi Ina May Gaskin

        “Kadınlar, Ekoloji ve Hayatta Kalma” altbaşlıklı “İnadına Canlı” ve Ina May Gaskin imzalı doğal doğum üzerine yazılmış en iyi kitaplardan biri

        Diğer Yazılar