Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Geçen ay ABD'de Lockheed Martin’in Dallas-Fort Worth’taki merkezindeki F-35 uçaklarından ikisinin teslim törenine katıldığımda, ABD adına resmi katılımın olmaması dikkatimi çekmişti. Diğer bir ifadeyle iki müttefik arasındaki soğuk rüzgârların esintisi salona da yansımıştı.

        Son gelişme olarak gündeme gelen ABD Temsilciler Meclisi ve Senato’nun, 2019 savunma harcamaları yasa tasarısı üzerinde uzlaşma sağlamasıyla da asıl tartışmalı döneme yeni girdiğimiz söylemek mümkün. ABD Savunma Bakanlığı, Türkiye ile yaşanan böyle bir negatif gelişmeye sıcak bakmıyor, hatta ABD’ye daha fazla zarar vereceği düşüncesinde. Ancak ABD Kongresi'nin iki kanadı Senato ve Temsilciler Meclisi, 716 milyar dolarlık 2019 savunma harcamaları yasa tasarısında uzlaşma sağlaması ve Türkiye'ye F-35 savaş uçağı teslimatının da geçici olarak durdurmayı öngören maddenin bu tasarıda yer alması konuyu en sıcak noktaya taşıdı.

        Önümüzdeki 90 günde ABD Savunma Bakanlığı ve Türkiye’nin girişimleri bakalım konuyu nereye taşıyacak? Türkiye adına olumlu bir gelişme olmaz ise bu hadise mutlak surette müttefiklik ilişkilerimizi de etkileyecektir.

        Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu da F-35 uçakları hakkında ABD’nin sorun çıkarması halinde, karşılığının verileceğini ifade etmişti. İşte o günlere doğru hızla ilerliyoruz, ancak bu gelişmelerde İsrail’in etkisi de söz konusu.

        Beşinci nesil F-35 müşterek saldırı uçağı (Joint Strike Fighter) projesine ortaklık imzası atılırken, bugünkü tablo düşünülerek anlaşma metinlerinde elimize güçlendiren bir şey olabilir mi? Çok zor. Malum savunma projeleri, maalesef ticari işler gibi değil.

        21 Haziran’da ilk F-35’lerin Amerika’da bulunan Türk pilotları ve teknik ekibe eğitim amacıyla teslim edilmesinin bu hususta problemlerin aşıldığını ve aşılacağını göstermeyeceğine birkaç kez işaret etmiştim. Çünkü uçaklar teslim alındıktan sonra hemen Türkiye’ye gelmeyecek, ABD’de kalacaklar. Ayrıca 2 uçağın Türkiye’ye getirilmesiyle de mesele bitmiyor. Bu sorunun daha yukarılarda kesin çizgilerle sonuçlandırılması gerekiyor.

        İlk teslimattan sonra bile F-35’ler sürekli olarak masada pazarlık unsuru olarak kaldı. Sadece bir savunma projesi gibi ele alınmadı. Rusya’dan alacağımız S-400 füzeler bahane edildi. İzmir’de tutuklu bulunan Amerikalı rahip Andrew Brunson’ın serbest bırakılma talebi gündeme getirildi. Türkiye’nin de ABD’den benzer talepleri olduğu için tartışma ve pazarlıkların en hararetli noktasına geldik.

        Özetle; ABD-Türkiye arasındaki F-35 meselesi, bir dönem Rusya ile yaşadığımız ‘Domates ihracatı kısıtlanması’ konusuna benziyor. İki ülke arasındaki derin anlaşmazlıkların bir göstergesi olarak kendini gösteriyor.

        BAKAN ALBAYRAK'TAN TASARRUF VURGUSU

        Dün Hazine ve Maliye Bakanı Berat Albayrak'ın iş dünyası temsilcileri ile yaptığı toplantı sonrası açıklamada en çok dikkatimi çeken konu, ''2018 mali yılı için kamu harcamaları ile ilgili tasarruf tedbirleri alınmaya başlandı'' açıklaması oldu. Bu açıklamanın detaylarını yakında hissetmeye başlayacağız. Öyle sanıyorum ki kamu alımlarında tasarrufla birlikte yer ürün tercihi, ithal oto hastalığının önüne geçilmesi gibi hususlar ilk etapta gündeme gelen konular olacak.

        İMAR DENETİMİNDE BELEDİYELER YETERSİZ, BAKANLIK HABERSİZ

        Yağmur anormal, vatandaş kaçak yapıda anormal, belediyeler ilgisizlikte anormal olunca kazalar kaçınılmaz oluyor. Dün Beyoğlu Sütlüce'de toprak kayması sonucu yıkılan bina, Türkiye’de imar konusunda belediyelerin ne kadar yetersiz olduğunu, ilgili Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nın da bu tarz konulardan habersizliğini ortaya koyuyor. Bakanlığın sadece büyük şirketlerin çevreye verdiği kirlilik ve kentsel dönüşümle ilgilenmesi, imar kirliliğiyle etkin mücadele etmemesinin neticesinde bu hadise yaşandı.

        Çöken binanın sahibi, uyarılara rağmen devam eden bir otel inşaatının neden olduğunu ifade ediyor ama aynı şekilde şu an binlerce imara aykırı inşaatın devam etmesine rağmen belediyelerin bu konularda ‘bekle gör’ taktiği uyguladığı da biliniyor. Anormal bir şekilde vatandaşıyla, belediyesiyle kaçak yapı hastalığımız var. Belediye ve adli makamlar dışında başka da merci yok bu tarz imar sorunlarıyla ilgilenen. Dolayısıyla Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nın bu olayı dikkate alarak yapılanmaya gitmesi şart.

        Beyoğlu Belediyesi'nin ''Yoğun yağış sonrasında toprak şişmiş ve istinat duvarı patlamış. Yandaki otel ruhsatlı bir inşaat. Arda Turan'a ait. Çökmeye bu inşaatın neden olup olmadığı bilinmiyor, inceleme sürüyor.'' açıklaması bir anlam ifade etmiyor. Ortada şehrin göbeğinde gerçekleşmiş bir hadise var. Can kaybı olmaması teselli olabilir. Ancak bu tarz hadiseler önüne geçilmesi için epeyce çıkarılacak ders var.

        KIBRIS BARIŞ HAREKÂTI DENİNCE TÜYLERİ DİKEN DİKEN OLAN BİR KAPTAN

        1974 Kıbrıs Barış Harekâtı’na binbaşı rütbesiyle katılan ve Kocatepe'ye ilk bombayı bırakan pilot Zeki Kılıç, TSK'den yarbay rütbesinde emekli olduktan sonra uzun yıllar İstanbul Havayolları'nda uçuş işletme başkanlığı görevi yapmıştı. Ben de kendisini bu görevi esnasında doksanlı yılların başında tanımış, uzun yıllar bilgisinden, tecrübesinden faydalanmıştım. Hatta birçok konuda bilgisine ilk başvurduğum isimlerden birisi olmuştu. Airport programıma da konuk olmuştu ama hiçbir zaman Kıbrıs Harekâtı’ndaki o malum hadiseyi konuşmak istemedi. Geçen yıl hayata veda eden Zeki Kılıç, Yunan gemisi sanılarak yanlışlıkla vurulan TCG Kocatepe'ye ilk bombayı bırakan pilot olarak gündeme geliyordu ama o, malum olay her anıldığında konuya kapatmaya çalışır, tüyleri diken diken olurdu. Kocatepe’de 54 mürettebat ve 13 deniz piyadesi olmak üzere toplam 67 personelin şehit olduğu hadisede karar ona ait değildi. Harekat merkezinden aldığı emirler doğrultusunda görevini yerine getirmeye çalışmış, o tarihlerde savaş gemilerimizle, uçaklarımız arasında telsiz bağlantısı olmaması sebebiyle de böylesine acı hadise yaşanmıştı…

        Diğer Yazılar