Madrid'de 10 dilenciden 9'u Türk
Biliyorsunuz yazmıştım, bu hafta Madrid'deydim. National Geographic Channel'ın dünya lansmanı için gittiğim şehirde 2 güne her şeyi de sığdırmaya çalıştım. Arada migrenim tuttu filan derken İstanbul'dan yola çıkarken kafaya koyduğum yerleri de görmeden gelmedim. Verimli ve güzel bir seyahatti.
Benim için, misal Paris demek ilk seferde nasıl Louvre demekse Madrid'e gidince de soluğu Prado Müzesi'nde aldım. Bana göre Prado'nun hakkı en az 2 gün. Ama "Şöyle bir bakıp çıkacağım" diyenler için yarım gün.
Ayrıca Retiro Park'ı görmeden gelmeyin. Park nasıl olur, olabilir konusunda ufkunuzu açacak. Benim bir saatte ruhumu tazeledi, yüzümü güldürdü.
HER KEPENK BİR SANAT ESERİ
Kaldığım otel merkezi bir yerde olduğu için her yere yürüdüm. Yürüyünce de şehrin ara sokaklarında gerçek yaşantıyı görebilme imkanım oldu. Çalışkan bir şehir Madrid. Ancak deliler gibi çalıştıkları için değil, verimli çalışmayı öğrenmiş ve benimsemişler. Mekanlar (ki her sokakta en az on tane cafe-bar var) gündüzleri kapalı. Kepenkleri inik. Ve o kepenkler sayesinde anladım ki bu şehirde herkes sanatçı! O kepenkleri görmelisiniz. Her biri ayrı sanat eseri. Akşamları kepenkler kalkıyor, mekanlar ışıl ışıl aydınlanıyor. Tıklım tıklım da doluyor. Turisti de yerlisi de neşe içinde.
Bu arada Madrid'de herkes çat pat İngilizce biliyor, ancak konuşmuyor. Siz İngilizce konuşuyorsunuz, onlar İspanyolca-Tarzanca-el kol hareketleriyle cevap veriyor. Sonuçta anlaşıyorsunuz ama el kol hareketlerini iyi takip edin. Daha sağlam sonuç için otelden çıkmadan önce gideceğiniz yeri iyice öğrenin veya cadde üstündeki kafelere danışın, çalışanların çoğu İngilizce konuşuyor.
TELEFONU KAPTIRIYORDUM
İşin kötüsü dilenci çok, hırsız çok. Büyük şehirlerin derdi. Ama daha da kötüsü dilencilerin onundan dokuzu Türk çıktı. Özellikle boynunda asılı kartonda ne kadar aç, sefil ve hasta olduğu yazan şişman baş örtülü teyzeye yakalanmayın. Bize yanaşınca aramızda Türkçe konuştuğumuzu duydu, "Aaa siz Müslümansınız!" diye bize yapıştı. "Türküz ama para vermeyeceğiz" dediysek de başımızdan savmamız uzun sürdü. Aman o teyzeye dikkat.
Bir de az kalsın telefonu kaptırıyordum. Kafelerin ferah masalarında oturuken aman dikkat. Masaya aniden baskın yapan 4-5 genç, telefonların üzerine serdikleri menü gibi kocaman kağıtlar sayesinde siz anlamadan telefonu götürüveriyor. Bize denk geleni telefonumu almaya çalışırken yakalayıp Türkçe küfürlerimle kükreyerek kaçırdım ama her seferinde şans sizden yana olmayabilir. Telefonlarınıza filan sahip çıkın yani.
PATATESLİ OMLET MESELESİ
"Patatesli omletleri nefis" diyenlere burun kıvırmıştım. Basit bir omletin nesi farklı olabilirdi ki. Farklıymış. Yediğim en iyi omletti. Ayrıca bazı adreslerde artık o restoranlar yok ama Tripadviser işe yarıyor. Eş dosttan aldığnız tavsiyelerin yanı sıra dikkatli tüketmek suretiyle (fatura dudak uçuklatmasın) İnterneti de kullanın derim.
Paella ve tapas gibi geleneksel lezzetler konusunda hayal kırıklığı yaşayabilirsiniz. Nitekim kanepe çeşitliliği zaten dünyanın her yerinde mevcut. Paella da bizim bulgur pilavının yanında bir hiç. Ama bir akşam yemek yediğimiz Restaurante La Sanabresa'da her şey çok lezzetli. Esnaf lokantası kılıklı bir yer, masa örtüsü üzerine de kağıt seriyorlar ama yediğimiz her şey on numaraydı. Giderseniz aklınızda olsun. Zaten şanı şöhreti almış yürümüş.
Bu arada, her seyahatte olduğu gibi, yanınızda uyumlu birileri olsun. Ben, Hürriyet'ten Melike Karakartal ile National Geographic Channel'dan Melisa Eyiakkan ve Burçin Gülşen'le birlikteydim ve çok güzel geçti günlerim. Yanlış kişilerle en iyi planlanmış seyahatin bile kabusa dönüşebileceğini unutmayın derim.
NOT: Sürprizli "Neden Madrid'deydik" notları haftaya...