Takipde Kalın!
Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
Gündem Ekonomi Dünya Spor Magazin Kadın Sağlık Yazılar Teknoloji Gastro Video Stil Resmi İlanlar

İSRAİL kara harekâtına başladı. Başbakan Netanyahu kendi emirleriyle gerçekleştirdiği her katliamdan sonra aynı açıklamayı tekrar ediyor: İsrail’in kendini savunma hakkı.

Kuşkusuz bir devletin kendisini ve vatandaşlarını savunma hakkına denecek bir şey yok. Ancak İsrail’in yaptıklarıyla söyledikleri arasında hiçbir alakanın olmadığı görülüyor.

Dökme Kurşun Kıyımı’ndan beri en geniş kapsamlı sözde savunma harekâtına şahit oluyoruz. 2008’deki o harekât sonucunda 320’si çocuk, 109’u kadın olmak üzere 773 sivilin de içinde bulunduğu 1300’ün üzerinde Filistinli öldürülmüştü.

İsrail şimdi de adeta bir açık hava hapishanesine dönüşen Gazze’ye bombalar yağdırıyor. En son bilanço 48’i çocuk, 27’si kadın, 16’sı yaşlı olmak üzere 230 can kaybı ve 462’si çocuk, 288’i kadın, 1685 yaralı...

Ülke ve vatandaşını savunma hakkının pervasızca kullanıldığı, gücün orantısızca ve hukuksuzca icra edildiği ortada. Hedeflerinin neredeyse % 90’ının siviller olduğu bir çatışma ile karşı karşıyayız. Ve sahilde top oynayan 4 çocuğu öldürdüğünüzde savaşın hukukundan çok terörün yüzü beliriverir.

İşte bu yönüyle, İsrail’in saldırılarının, sözde Müslümanları savunmak amacıyla faaliyet gösteren El-Kaide, IŞİD, Boko Haram gibi örgütlerin eylem mantığından çok büyük bir farkı bulunmuyor.

Bu uygulamalar İsrail’in başına dert açmıyormuş gibi görülebilir. Ancak İsrail, Filistinlileri öldürürken aslında meşruiyetini, savunulurluğunu ve Yahudileri de bombalıyor.

NEDEN?

“Neden?” sorusunu Ahmet Hakan’ın Yahudi arkadaşı şöyle cevaplıyor:

“Son gelişmeler karşısında en yakınımdaki insanlar bile bana ‘Sizinkilerin yaptıklarına ne diyorsun?’ diyor, diyebiliyor.

Sırf Yahudi olduğum için İsrail hükümetinin yaptığı saldırının sorumlusu gibi görülüyorum.

İsrail’de yaşayanların yüzde ellisi bu olup bitenlerin karşısında...

Ben de karşısındayım...”

Evet, bu tipik bir durum ama biz Müslümanların da hiç yabancısı olmadığı bir durum. Belli ki bu Yahudi, İsrail’in sorumsuzca tavırlarından sorumlu tutuluyor veya en azından sorgulanıyor.

Peki, 11 Eylül saldırılarında Müslümanların bırakın % 50’sini, % 90’ının yüreği ağzına gelmedi mi?

Saldırıyı yapanlar Müslümanlar içinde küçük bir azınlığı oluşturduğu halde bütün Müslümanların bir şekliyle bunun utancını yaşadığı veya bedelini ödediği gerçeği ortadadır.

Sözde “İslam Devleti” kurmaya çalışanlar, Müslümanlık adına hiçbirimizin onaylamadığı cinayetler işledi. Sonunda bunların hesabı gazete haberleriyle, medya yorumlarıyla ve havaalanı gibi yerlerde çekilen seyahat güçlükleriyle hepimizden sorulmadı mı?

Hatta bu konu hakkında bizzat, “İçimizdeki ahmakların yüzünden bizi de helak edecek misin Allah’ım?” başlıklı makaleyi yazmak zorunda kaldığımı da not etmeliyim.

Yani Ahmet Hakan’ın Yahudi arkadaşı yaşadıklarında yalnız değil. Ancak şu cümlesinde haksız:

“Sırf Yahudi olduğum için ‘İsrail’i kınamak’ gibi bir zorunluluk altında bırakılmaktan, bir tür nedamet getirmek durumunda bırakılmaktan da nefret ediyorum.”

İşte bu doğru değil.

İsrail’in bir cinayet makinesine dönüşmesi, fütursuzca bombalarını sivillerin üzerine atması her vicdan sahibinin kınaması gereken bir durum.

Ama daha çok da Yahudilerin...

İsrail’in pervasızlığı ve kıyımları arttıkça bunu “ama” ve “fakat”larla anlatmaya çalışan Yahudilere yönelik tepki de kaçınılmaz şekilde yükselecektir. Çok can yakıcı, vicdanları yaralayıcı somut olaylar yaşanıyor. Bu noktada Yahudiler en azından İsrail’in devlet tutumunu açıktan kınayabilme moral değerine sahip olduklarını göstermeliler.

Şurada Paylaş!
Yazı Boyutua
Yazı Boyutua
Diğer Yazılar