Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Hükümet, 6223 Sayılı Yetki Yasası'na dayanarak devleti yeniden yapılandırma operasyonunu tamamladı. Çıkartılan 34 Kanun Hükmünde Kararnamenin (KHK), birinde yapılan düzenleme diğerinde değiştirildiği için çorbaya benzese de kurduğu sistem son derece katı ve otoriter. AKP hükümeti, 12 Mart ve 12 Eylül gibi olağanüstü dönemlerin ürünü ve aracı olan KHK aracıyla, askeri dönemleri çağrıştıracak bir yönetim sistemi kurguluyor.

        Yapılan değişikliklerle, yürütme ve hükümetin aşırı hareketlerini dengeleyecek görece bağımsız ve özerk kurumlar ortadan kaldırılıyor veya değiştirilerek bakanlara bağımlı hale getiriliyor. Görece özerk kurumlar üzerinde hükümetin denetim ve atamayla yönetime müdahale imkânları artırılırken, merkezi yönetimin karar ve uygulamalarına yargı ve diğer yasal yollarla karşı çıkma imkânları neredeyse ortadan kaldırılıyor.

        Bunun ekonomi çevreleri için en çarpıcı örneklerini İMKB yönetiminin görevden alınarak yönetim kurulunun çoğunluğunun hükümet tarafından atanmasını sağlayan KHK oldu. Ayrıca piyasaları düzenleyen bağımsız üst kurullar olan SPK, BDDK, TMSF, EPDK, Kamu İhale Kurumu, Rekabet Kurumu, Telekomünikasyon Kurumu, Şeker Kurumu, Tütün ve Alkollü İçecekler Piyasası Düzenleme Kurumu ilgili bakanlıkların denetimi altına alındı. Türkiye Bilimler Akademisi (TÜBA) üyelerinin üçte birini artık tamamı Başbakan tarafından atanan TÜBİTAK Bilim Kurulu seçecek.

        Aşırı güç yoğunlaşmasının en uç örneğini ise yeni kurulan Çevre ve Şehircilik Bakanlığı oluşturuyor. TOKİ Başkanı olarak tanıdığımız Çevre ve Şehircilik Bakanı, yapılan düzenlemeler ile padişahları bile kıskandıracak yetkilerle donatıldı. Çevre ve Şehircilik Bakanlığı, belediyelerin şehir planı, imar ve ruhsat verme yetkilerini geçersiz kılarak bu hakları merkezi olarak kullanma imkânına sahip. Bu yetki özel kişi ve kurumların elindeki tapuyu delmeye, yani tapunun verdiği hakları hiçe saymaya kadar varabiliyor.

        Bütün sit alanı belirlemeleri, doğal ve kültürel varlıkları kurumaya yönelik kararlar geçersiz sayıldı. Şimdi Çevre ve Şehircilik Bakanlığı, sit alanlarını yeniden belirleyecek. Buna paralel olarak DSİ'nin yetkileri de tüm su kaynaklarını engelsiz bir şekilde şirketlerin kullanımına açacak şekilde genişletildi. Özel Çevre Korumu Kurumu kapatılırken, yeni oluşturulan sistemde koruma kurulları bakanlığın sözünden çıkmayacak bir yapıya kavuşturuluyor, meslek odalarının kurullara katılma imkânları son derece sınırlandırılıyor. Bu düzenlemeler, büyük bir rant yaratma ve rant aktarma dalgasının aracı olarak kullanılabilecek nitelikte.

        Bunlara paralel olarak köyler, yayla ve meralar imara daha fazla açılırken denetimsiz inşaatın sınırları daraltılmak yerine artırılıyor. Köylerdeki ticari yapılar ve kamu binaları ile nüfusu 5 binin altındaki belediyelerde bodrum ve çatı katı dahil 4 kata kadar binalar yapı denetiminin dışına çıkıyor.

        Tüm bakanlıklarda bu düzenlemeler yapılırken, bakanlıkların üst ve orta düzeydeki elemanlarının büyük çoğunluğu da görevden alınarak kızağa çekiliyor. 12 Eylül döneminde üniversitelerde yaratılan 1402'likler gibi bürokraside de 6223'lükler yaratılıyor. Aşırı yetki yoğunlaşmasına dayalı yeni bir düzen kurulurken, büyük çaplı bir kadro tırpanlama operasyonu da gerçekleştiriliyor.

        Büyük rantlar yaratmaya aday bu yetkiler, tarım alanlarını, çevre ve doğayı, inşaat kalitesini tehlikeye atabilecek. Ama bu aşırı yetki yoğunlaşmasına karşı çıkmanın yasal imkânları ve dengeleyici kurumları da ortadan kaldırılmış durumda. Bu dengesiz yapının yaratacağı depremin toplumsal faturası çok ağır olabilir.

        Diğer Yazılar