Hayatı ıskalama
Bütün hafta boyunca siyasetin, gündemin yoğun ve stresli haberlerini izledin, konuştun, tartıştın…
Sorunların var biliyorum. Kaygıların, karamsar düşüncelerin, beklentilerin ve isteklerin ve tutkuların var…
İş yerinde yaşadığın soruna takılı kalmışsın ya da ekonomik problemlerin var bunun sıkıntılarını yaşıyorsun. Terfi etmek istemiş ama engellenmiş de olabilirsin.
Siyasetin gidişatından, ülkenin bulunduğu konumdan memnun değilsin belki.
Yani kafan yoğun, meşgul, stresli...
Şimdi farklı bir şey yap. Tüm bunları zihnin arka planına at. Hiçbirini düşünme.
Bu Pazar gününü kendine ayır. İç dünyana, ruhuna ve duygularına yoğunlaş.
Hayatı ıskalıyor olabilir misin?
Bu soruyu sordun mu kendine?
Kısacık, biricik, yegane ve eşsiz hayatı gereği gibi yaşamıyor ve onun güzelliklerini ıskalıyor olabilir misin?
Biliyorum politize olmuş zihnin şimdi öfkeli şeyler söyleyecek. Ekonomiden, yargıdan, eğitimden, siyasetten şikayet edecek ve tüm bunlar olurken, “Hayatı ıskalıyor musun?” sorusunun ne kadar anlamsız olduğunu düşüneceksin.
Ya da tersi durumdaysan işin, sahip olduğun makam, mevki, serveti daha da ileri götürmek için büyük mücadele içindeyken bu soru sana tuhaf gelebilir.
Oysa ki tüm sorunların ve sıkıntıların içinde, hayat sana yine de mutlu olabileceğin şeyler sunar.
Hangi şartta, hangi durumda olursan ol, kaçırdığında asla geri gelemeyecek şeyleri ıskalıyor olabilirsin.
Çocuğunun ilk dişi çıktığında, ilk adımı attığında, okula başladığı ilk günüde, mezuniyet töreninde bulunmadığında, o an geçmiş olacak ve asla tekrarı olmayacak biliyor musun?
Yaşlı anne, baba, deden, büyüklerin varsa, bil ki bir süre sonra aramızdan ayrılacak ve bir daha asla geri dönmeyecekler.
Onlarla geçiremediğin zamanların telafisi olmayacak bir daha.
Sevdiğin insanların mutlu anları, sana ihtiyaç duydukları anlar, yanında olmanı istedikleri anlar… o an, o sınırlı an, sadece bir kere oluyor işte.
Hayatı ıskalamak böyle bir şey.
Şimdi şunu düşün, ne uğruna bunları feda ettin?
Bunca sorunun ve sıkıntının ya da dünyaya ait hırsların için, etrafına bakmayı unuttuğunu biliyor musun?
Sapanca Gölü.Eylül geldi geçti. Sonbaharın en güzel ayı. Muhteşem renkleriyle nar verdi ağaçlar. Ayva palazlandı, sarardı, gövde gösterisi yapıyor.
Cennet hurması turuncuya çaldı, bal gibi tadıyla seni çağırdı.
Palamut kaynıyor denizler. Balıklar geçidi başladı. Lüfer, sarıkanat, çinekop sırada. Muhteşem lezzetleriyle seni bekliyor.
Deniz kıyısında umut ve heyecan içinde oltacılar çaparileri denize sallıyor. İzlemesi bile güzel…
Hava tatlı serinlikte. Güneş yakmadan ısıtıyor.
Ağaçlar yavaştan yapraklarını sarartıp kışa hazırlanıyor.
Baktın mı etrafına? Gördün mü bunları?
Politize olmuş zihnin, sorunlarla sıkışmış ruhun, ihtirasla sarıldığın uğraşların… hepsi bunları görmene engel, farkında mısın?
Hayatı ıskalamak böyle bir şey işte.
Her şeye ama her şeye rağmen hayat sana mutlu olacağın fırsatlar verir. Yeter ki ıskalama.
Bunun ekonomik durumla, içinde bulunduğun şartlarla hiçbir ilgisi yok.
Etrafına bak.
Ama güzellikleri görmek için bak.
Hayatın güzellikleri orada duruyor. Sadece görmek için bakmanı bekliyor.
Bardağın yarısı boş, doğru. Lakin yarısı dolu aynı zamanda.
Boş tarafını görünce karamsar olursun. Dolu kısmını görünce, umutlanır, diğer yarısını doldurmak için gücün artar.
Tek başına oturup güzel bir müzik dinlemeyeli ne kadar zaman oldu?
Bir romanın sayfaları arasında kaybolmayalı ne kadar vakit geçti.
Şiir? Şiir var mı hayatında mesela? Ne zamandır şiirin büyülü mısraları içinde derinlere dalmadın?
Gel seni Hafızı Şirazi ile tanıştırayım bugün:
“İyileşir durumun ey gam çeken gönül kaygılanma
Geçer bu çılgınlığın, sakinleşir başın, üzülme.
Dönmese de felek bizim arzumuzca iki gün
Bir kararda kalmaz devran her zaman, üzülme.
Gelirse ömrün baharı, yine çimenler üstünde
Başına gülden şemsiye çekersin ey bülbül, üzülme.
Ümitsiz olma sakın ha, bilmezsin gaybın sırrını
Perde ardında olur gizli oyunlar, üzülme.”
Hayatı ıskalama, telafisi yok çünkü…