Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Sesli Dinle
        0:00 / 0:00

        Pamukkale Üniversitesi Rektörü Hüseyin Bağ, üniversiteye alınacak bir kadro için öylesine bir ayarlama yaptı ki, her şey eşinin özelliklerine uygun hale getirildi. Sonra da eşini kadroya atadı bir de çiçek vererek görevine başlattı. Yoğun tepki alınca hakkında soruşturma başlatıldı ve görevden alındı.

        Türk Tarih Kurumu Başkanı Prof. Dr. Ahmet Yaramış, FETÖ ile mücadele konusunda sarf ettiği sözler FETÖ’cü katilleri bile affetmek gibi anlaşılınca büyük tepki çekti. Bunun üzerine yaptığı açıklamada, "Cumhurbaşkanımız isterse, gereğini yaparım, istifa ederim. Ama ben kendim istifa edersem bunun saygısızlık olacağını düşünüyorum" dedi. İkinci açıklaması da en az birinci açıklaması kadar tepki çekti ve sonunda istifa etmek zorunda kaldı.

        GATA Başhekim Yardımcısı Ali Edizer, sosyal medya hesabından yaptığı açıklamalarda erkeklerin ikinci eş almasını önerince büyük tepki topladı. Bunun üzerine yapılan soruşturma sonucunda görevinden alındı.

        MESELE TARİKAT MI, LİYAKAT MI?

        Bu üç örnek vakanın ortak paydası nedir?

        Bu insanların herhangi bir tarikat üyesi olması mı? Yoksa bulundukları makama atanacak liyakat ve ehliyete sahip olmamaları mı?

        Bir kısım siyasetçi ve yazarımıza bakarsanız mesele, tarikat meselesi. Bu isimlerden birinin tarikat üyesi olması, atamalardaki kriterlerin tarikat mensubiyetine göre yapıldığını gösterdiğine inanıyorlar. Doğru mu bu? Tartışalım.

        Bazı örneklere bakarsanız doğru.

        Ancak bu üç örnekteki isimlerin hepsi tarikat mensubu insanlar değil. Meseleyi tarikat üyeliği açısında tartışırsak başka bir yere çıkarız ama liyakat ve ehliyet açısından tartışırsak daha farklı bir yere çıkarız.

        Bir insanın suç unsuru taşımayan tarikatlara katılması onun özel yaşamını ilgilendirir. Devlet kadrosunda bürokratik hiyerarşiyi bozmadığı sürece, bu insana ‘neden tarikat ehlisin?’ demek inanç özgürlüğüne aykırıdır.

        Lakin bu konuda ağzımız FETÖ’den fena halde yanmış durumda. Bu yüzden de tarikat ehli bir bürokratın varlığı ister istemez herkesi korkutuyor. Haklılar da.

        Ancak kanımca konuyu liyakat ve ehliyet açısından tartışmamalıyız. Bir insan atanacağı makama uygun liyakat ve ehliyete sahipse, bu kişinin inancı, manevi yönü bizi ilgilendirmez. O kısmını sorgulayamayız.

        CHP’Lİ BELEDİYELERDE TORPİLLİ ATAMALAR

        İktidarın devlet kadrolarına atamalarında sorun var da, CHP ve diğer muhalefet belediyelerinde atamalarda sorun yok mu?

        Eğer internete “belediyelere eş, dost ataması” diye yazarsanız önünüze çok uzun bir liste çıkar. Nitekim İstanbul, İzmir, Adana belediyelerinde CHP’li başkanların ve idarecilerin yakınlarını işe alması o kadar abartıldı ki, Kemal Kılıçdaroğlu bile isyan etmiş, “bunlar etik değil” diyerek bunu önleyecek önlemler alacaklarını söylemişti.

        İşin gerçeği şu ki, her siyasi parti kendilerine yakın isimleri devlet kadrolarına, belediyelere ve benzeri iştiraklere atıyor. Bunda parti ayrımı yapanlar yanılır.

        Peki atamalarda parti mensubu olmasının mahsuru var mı? Bence yok. Yeter ki gerekli liyakat ve ehliyete sahip olsun. Yeter ki diğer adaylarla eşit şartlarda seçilme yarışına girsin.

        LİYAKAT VE EHLİYET SORUNUNU NASIL ÇÖZERİZ?

        Bugün ülkedeki en ciddi sorun liyakat ve ehliyet sorunudur. Bunda hemfikiriz sanırım. O zaman bürokratik kadrolara atanacak isimlerin seçimindeki bu sorunu çözmemiz gerekir.

        Bunu partilerin ya da kişilerin inisiyatifine bırakamayız. Zira tüm siyasi partilerin programlarında liyakat ve ehliyete göre atamaların yapılacağı büyük harflerle yazılı ama kimse gereğini yapmıyor.

        Bu durumda bir sistem kurmak, bu sistemin adil, güvenilir ve herkese eşit fırsat tanıyan bir model olması gerekir. Bunun çok zor olduğunu düşünenler olabilir. Öyle değil. İnsan kaynakları uzmanlarının kısa sürede kuracağı bir sistem gayet mümkündür. Yeter ki hep beraber liyakat ve ehliyet meselesini çözmek isteyelim.

        Unutmayalım, Türkiye’de nitelikli insan kaynağı sorunu yoktur. Nitelikli insan kaynağını hakkıyla istihdam etme sorunu vardır.

        Azerbaycan'a iletişim önerileri

        Azerbaycan'a iletişim önerileri
        0:00 / 0:00

        Azerbaycan-Ermenistan savaşının bir de iletişim boyutu var. Sahada askerler savaşırken, dünyada devletler kendi haklılıklarını anlatmak için ayrıca bir iletişim savaşı veriyor.

        İsterseniz Birleşmiş Milletler kararlarına bakın, isterseniz uluslararası hukuka, isterseniz tarihe bakın her açıdan Azerbaycan haklı bir pozisyonda duruyor.

        BM kararlarında işgalci bir devlet konumunda Ermenistan. İşgalci bir devlet nasıl olur da iletişim savaşında kendini haklı çıkartabilir?

        Eğer Fransa ve ABD gibi ülkelerde yıllardan beri yerleşik diasporanız varsa, Kim Kardashian gibi popüler tipleriniz varsa, Türkiye dediğinizde sinirleri hoplayan devlet yönetimleri varsa, bir şekilde haklıymış gibi gözükebilirsiniz.

        Azerbaycan, Ermenilere göre uluslararası iletişim açısından zayıf tabii ki. Amerika ve Avrupa’da Azerbaycanlı vatandaşlar var ama bunların etki gücü zayıf. Elbette Türkiyeli her insan doğal olarak Azerbaycan’a destek veriyor. Lakin bunun organize olması, profesyonel yardımların alınması, etkili iletişim çalışmaları yapılması gerek.

        Bir ülkenin kendi haklı pozisyonunu anlatamaması o ülkenin eksikliğidir unutmayalım.

        AZERBAYCAN’A 10 İLETİŞİM ÖNERİSİ

        Azerbaycan dünya genelinde bir iletişim atağı düzenlemeli. Benim önerilerim şunlar:

        1. Bir kere iletişimde asla savunma yapılmamalı.

        2. Savunma hattını Ankara ve Bakü’ye kurmak yerine, hücum hattını Washington ve Paris’e kurmak gerek.

        REKLAM

        3. Azerbaycan, Washington, Paris, Londra, Moskova ve Tahran’da büyükelçilikleri aracılığı ile iletişim ofisleri kurmalı.

        4. Her gün bu ofislerden düzenli olarak basın toplantısı yapmalı. Bu toplantılarda haklı olduklarını anlatmakla kalınmamalı, Ermenilerin nasıl işgalci ve saldırgan olduğunu da dünyaya göstermeliler. Yani hücum oynamalılar.

        5. Ermenilerin, Karabağ’la hiçbir ilgisi olmayan, Gence ve Berde şehirlerine yaptıkları füze saldırısında ölen sivilleri dünyaya tanıtmalı. Çocukların öldüğü bu saldırılar nedeniyle dünyayı ayağa kaldırmalı.

        6. Başta Hocalı Katliamı olmak üzere, Ermenilerin neden olduğu sivil katliamları, işgal ve yağma hareketlerini görsellerle, belgelerle açtıkları iletişim ofislerinde dünyaya anlatmalılar.

        7. Türkiyeli ve Azerbaycanlı sözcüler, Türk'ün Türk’e propagandasından vazgeçip, dünyaya açılmalı, haklı mücadeleyi anlatacak bir strateji belirlemeliler.

        8. Proaktif bir iletişimle başta ABD medyası olmak üzere, her gün düzenli olarak sözcüler ekranlara çıkıp, işgalci Ermenistan’ı mahkum edici konuşmalar yapmalılar.

        9. Sosyal medyada en az beş dilde yayın yapacak, gerçek bilgi ve belgelerin yayınlanacağı bir sistem kurulmalı. Bu sistemde asla trol zihniyetli tipler çalıştırılmamalı.

        10. Aliyev’in ulusa sesleniş benzeri konuşmaları oturarak değil, ayakta yapılmalı. Konuşmayı kağıda yazılı olarak ya da irticalen değil, üzerinden çalışılmış metinlerden prompterden okuyarak yapmalı. Her konuşması kararlı, düzeyli, sert ve haklılıklarını güçlü şekilde vurgulayacak biçimde kurgulanmalı.

        Diğer Yazılar