Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Sesli Dinle
        0:00 / 0:00

        İzmir depreminde hepimizin hemfikir olduğu konu, deprem sonrası kriz yönetiminde başarılı olduğumuz yönündedir.

        Sanırım siz de aynı fikirdesiniz?

        AFAD, Kızılay, arama kurtarma ekipleri, yardım kuruluşları, diyanet, bakanlıklar, devlet kuruluşları, belediyeler… yazamadıklarımı da ekleyin buna…

        Her partiden, her görüşten, her kesimden, her şehirden insanlar yardıma koştu.

        Hepsi bir koordinasyon altında çok başarılı çalışmalar yaptı, yapıyor... Ufak tefek aksaklıkları görmeye değmez.

        Hepsini alkışlıyoruz…

        Allah hepsinden razı olsun.

        1999 Marmara depremini yaşayanlar bunun ne kadar önemli bir şey olduğunu daha iyi bilir. O gün sahada günlerimi geçirmiştim gazeteci olarak. Nasıl bir kaos, nasıl bir kargaşa, nasıl bir keşmekeş gün gün gözlerimle gördüm, belgeselini de çektim.

        O gün yaşayan herkesin en çok şikayet ettiği konu bu kargaşaydı.

        Kısa süre önce Elazığ’da, şimdi de İzmir’de yaşanan depremlerde kriz yönetmede sorun yaşamadık.

        Demek ki kriz yönetmeyi artık öğrendik.

        SIRA GELDİ KRİZİ ÖNLEMEYİ ÖĞRENMEYE

        Şunu bir kere iyi bilelim: Asıl mesele krizi önlemektir, krizi yönetmek ikinci sırada gelir. Bugün dünyada tüm bilimsel çalışmalar, krizi önlemenin yolunu arar.

        Kriz patlamadan önlemek her açıdan daha büyük fayda sağlar. O krizi önlemenin yolu kalmamışsa, işte o zaman kriz yönetimine geçersiniz.

        Burada konuştuğumuz konu deprem.

        Deprem olmadan, onun sebep olacağı tahribatı öngörüp, en az zararla atlatmanın yolunu bulmak ve bunun önlemini almak, kriz önleme çalışmasıdır.

        Bizim gibi deprem ülkesi olan Japonya, tüm stratejisini bunun üzerine kurmuş durumda. Depremden sonra yapılacakları zaten yıllar önce çözmüşler.

        Afet yönetimi uzmanı Prof. Dr. Mikdat Kadıoğlu’nun Cumartesi Habertürk’te katıldığı programda söyledikleri çok etkileyiciydi.

        “İzmir’de yapılan şey, afet yönetimi değil, kriz yönetimidir. Tamam başarılıyız. Ancak bizim asıl yapmamız gereken şey, afet yönetimidir. Yani afet olmadan önce yapmamız gerekenler. Afet yönetimi asıl budur. Afet yönetiminin babası Hz. Nuh’tur. İnsanlığı tufandan kurtarmak için gemi yapmaya başladığında yağmur yağmıyordu.”

        Mikdat Hoca ısrarla riski önleme çalışmalarına, afet olmadan önceki çalışmalara ağırlık vermemizi istiyor.

        Bir anlamda kriz önleme çalışmaları.

        İşte bunu henüz öğrenmiş değiliz.

        TUNÇ SOYER BENİ ÇOK ŞAŞIRTTI

        Önceki akşam Habertürk’te canlı yayına çıkan Tunç Soyer’i dinlerken çok şaşırdım. Sanki İzmir’in yeni deprem bölgesi olduğunu fark etmiş gibi konuşuyordu.

        İzmir’i yeniden tanıyacağız… Evleri tek tek inceleyeceğiz… Bu konuda çalıştay düzenleyeceğiz… Depreme karşı akademisyenler, uzmanlardan oluşan ekiplerle çalışacağız...

        Böyle kriz ve afet anlarında birilerini kişisel olarak eleştirmek, suçlamak hiç huyum değildir. İzmirliler kusura bakmasın.

        İzmir Büyükşehir Belediyesi ek hizmet binası çökme tehlikesi olduğu için boşaltılmış, Tunç Soyer nelerden bahsediyor… Çok garipsedim. Kendi hizmet binasının ne durumda olduğunu bilmeyen bir başkan, İzmir’deki yapı stokunun ne durumda olduğunu tabi ki bilemez.

        Yani tüm bu saydıklarını İzmir Büyükşehir Belediyesi çok önceden yapıp bitirmesi gerekirken, ilk defa depremin varlığını keşfetmiş gibi konuştuğunda yazmak zorunda kaldım.

        DEVLET ARTIK KRİZ ÖNLEMEYE ODAKLANMALI

        Sadece İzmir Büyükşehir Belediyesi değil, devletin tüm kurumları artık deprem riskini azaltmaya, yani krizi önlemeye odaklanmalı.

        Bunun içinde imar affını cesurca tartışmaktan tutun deprem toplanma alanlarının istilasına, trafik düzeninden tutun deprem eğitimine, bina yapımından tutun inşaatlarda deniz kumu kullananlara verilecek cezaya kadar… her şeyi cesurca tartışmalıyız.

        İstanbul depremi geliyor.

        Daha ne kadar uyarı olması gerekiyor bilmiyorum.

        İstanbul’da 48 Bin binanın depreme dayanıksız olduğu söyleniyor. Akıl alacak gibi değil. Son İzmir depreminde yıkılan 20 binadan başımıza neler geldi.

        Bunları gördükçe hepimizin aklına İstanbul depremi geliyor. Korkmayan yok. “Allah’ım sen koru” demeyen yok.

        Allah bize akıl vermiş, bilim vermiş… Kendimizi korumak için gereken önlemleri almazsak başımıza neler gelecek, hepimiz biliyoruz artık.

        Sayın Cumhurbaşkanı, siyasi hayatında bir büyük iz daha bırakmak istiyorsa, İstanbul depremine hazırlık için tüm gücünü seferber etmeli.

        Gecemizi gündüzümüzü katarak, devletin en başındaki ismin koordinasyonunda, devletin ve özel sektörün tüm kurumlarını İstanbul depremine hazırlanmalıyız.

        Yoksa ülke perişan olacak.

        Ölenin arkasından konuşmak

        Ölenin arkasından konuşmak
        0:00 / 0:00

        Son birkaç günde farklı görüşte birkaç insanımız hayatını kaybetti:

        Gazeteci Bekir Coşkun.

        Eski Başbakan Mesut Yılmaz.

        Eski AK Parti Milletvekili Prof. Dr. Burhan Kuzu.

        Farklı siyasi görüşte, farklı mesleklerde, farklı kesimlerden insanlar…

        Ortak noktaları kamuoyunun yakından tanıdığı isimler olması.

        Doğal olarak her vefat, özellikle Twitter’dagündem oldu. Bir çok şe yazan oldu.

        Bu isimlerle aynı siyasi görüşü paylaşan ya da tam karşıtı olan insanlar var.

        Bir de İzmir depremi nedeniyle vefat edenler ya da yaralananlar için iğrenç şeyler yazanları ekleyin.

        Bunların yazdıklarını gördükçe, bu ahlak ve vicdandan yoksun insanlar için bir şey yazmam gerekti.

        Yazılanlara bakın… hakaret, küfür, nefret, alay ve daha tiksindirici ifadeler…

        İnsan bunları okuyunca, ruh sağlığı bozuk ne kadar çok kişinin etrafımızda olduğunu fark ediyor.

        Elinden gelse nefreti yüzünden bu insanların ölüsünden bile intikam almaya kalkacak.

        Bu nasıl bir kitledir ki, ideolojik ya da siyasi farklılık yüzünden böylesine nefretle, öfkeyle, intikam duygusuyla dolu… Bu artık psikolojik bir sorun haline gelmiş.

        Ölen birisinin arkasından dua okumasanız, hayır temenni etmeseniz bile, hakaret ve küfür neden edersiniz? Neye yarar, kime faydası var?

        Bu isimlerle eğer siyasi ya da ideolojik bir sorununuz varsa, onlar yaşarken bunun kavgasını verirsiniz, hesaplaşırsınız, mücadele edersiniz.

        Ama öldükten sonra en azından bu insanın ailesi, çocukları ve sevenleri için nezaketen susarsınız.

        Bu konuda benim görüşüm şudur:

        1. Bir insan yaşarken gök kubbede hoş bir seda bırakmışsa, ona dua ederim, onu kendime örek alırım.

        2. Ölen insan yaşarken hiç de iyi izler bırakmamışsa, hoş bir sedası yankılanmıyorsa gök kubbede, budan kendime yine ders çıkartırım. Onun yaptığını yapmamalıyım, onun gibi davranmamalıyım derim.

        Ancak arkasından hakaret etmeyi, kötü söz söylemeyi ayıp sayarım.

        İyi ya da kötü gördüğünüz, her kim ölürse ölsün, esas olan ölümden ders çıkartmaktır.

        Ölenin arkasından hakaret etmek, zavallı acizlerin işidir.

        Gelecek Partisi 1. Olağan Genel Kongresi

        Gelecek Partisi 1. Olağan Genel Kongresi
        0:00 / 0:00

        İzmir depremi nedeniyle pek gündeme giremedi. Ahmet Davutoğlu’nun genel başkanlığını yaptığı Gelecek Partisi 1. Olağan Genel Kongresini yaptı.

        Bir siyasi parti için önemli bir aşama. Birçok il ve ilçe örgütlenmesini tamamlamış ve genel kongrelerini yapmaya hak kazanmış demektir.

        Genel kongreyi yapmak seçimlere girme açısından önemli. Kongre tarihinden 6 ay sonra yapılacak genel seçimlere katılma hakkını elde etmiş oluyor. Tüm bunlar siyasi partilerin bürokratik süreçleri açısından önemlidir.

        Gelecek Partisi’nin ilk tanıtım toplantısını da izlemiştim. Aradan 10 ay geçmiş. Bu süre içinde tüm ülkede örgütlenmek ve genel kurulu yapmak önemli bir hız. O toplantıyla dün izlediğim genel kongre arasındaki gördüğüm en önemli fark, heyecan farkı.

        İlk toplantıda daha düşük olan heyecan ve coşku bu toplantıda yüksekti. Davutoğlu’nun da enerjisi ve temposu yüksekti.

        Gelecek Partisi’nin tüm şehirlerinden gelen delegeler ve katılımcılar vardı. Doğrusu heyecanları yüksek olsa da profili biraz düşük gördüm. Ancak kongrede partiye katılım töreninde çok sayıda profesör ve yüksek kariyerli isimlerin katılımı da dikkat çekti.

        Davutoğlu konuşmasını hep yüksek tonda tuttu ama zaman zaman hocalığa kayarak biraz tansiyonu düşürdü. Ancak iktidara yönelik eleştirilerinin sert tonlaması her geçen gün daha artıyor.

        Gündemin tamamen depreme odaklandığı ortamda doğal olarak kongreye medyanın ve sosyal medyanın gösterdiği ilgi düşüktü.

        Kurucu üyelerden biri şöyle dedi: “Örgütlenmeyi tamamladık, kongreyi yaptık asıl siyaset bundan sonra başlıyor.”

        İzliyoruz. Bakalım Gelecek Partisi istediği siyasi dalga boyutunu yaratabilecek mi?

        Diğer Yazılar