Yönünü arayan ülke
Türkiye ne yöne doğru gidecek? Batıya mı, doğuya mı?
İki yüz yıldan fazladır sorulan bu soruyu, hala soruyor olmamız şaşırtıcı değil mi?
Çekim merkezi bir ülke olmaktan çıktığımız günden beri, bu soruyu soruyor ve tartışıyoruz. Doğu ile batı arasında kalmış bir coğrafyada, kendi gibi olamamanın, eskisi gibi güçlü bir ülke olamamanın sancılı sorusudur bu.
YİTİK CENNETİ ARARKEN
İnsanoğlu yitirdiği cennetini yeryüzünde arar.
Tuttuğu yurt güzelse, orada mutluysa, o zaman “cennet vatan” der oraya. Aradığı şey, cennetteki mutluluğudur.
Kaç nesildir, yeryüzü cenneti dediğimiz toprakların neden geri kaldığını ve artık orada neden mutlu olamadığımızı soruyoruz.
Kimimiz batıya doğru gidersek daha mutlu olacağımızı, kimimiz doğuya doğru gidersek daha mutlu olacağımızı söylüyor.
Kaç nesildir bu ülke, bir o yana bir bu yana çekilip duruyor.
ESKİDEN BİR ÜTOPYAMIZ VARDI
Ama eskilerle aramızda şöyle bir fark var:
Onların bir ütopyası, bir hayali vardı, Yeniden eskisi gibi güçlü bir devlet olmak.
Bunun için savaşlarda yenildiklerinde “nerede hata yaptık?” sorusunu sorardı kendilerine.
Bir süreliğine yönümüzü batıya çevirmenin ve oradan yeni şeyler öğrenmenin zararı olmadığını düşünürlerdi.
Zira asıl hedefleri ve ütopyaları, yeniden merkez bir devlet olmak, yeniden cennetlerini inşa etmekti.
“Neyi yanlış yapıyoruz?” sorusu temel soruydu. Bu kendine güvenin sorusudur.
Sonra “Neyi doğru yapıyorlar?” sorusu, kendimize güvenimizin sarsıldığı dönemde sorulmaya başlandı.
Ve en sonunda “onları nasıl yakalayacağız?” sorusu soruldu.
Bir süre sonra iddiamızı sürdüren sorular sorulmaz olduk.
Çünkü ütopyamızı kaybettik ve onların üstünlüğünü kabul edip, kedimize güvenimizi yitirdik.
Bernard Lewis’in “Hata Neredeydi?” isimli kitabı bu tartışma üzerine yazılmıştır.
TÜRKİYE ÜÇÜNCÜ BİR PAKT KURAMAZ MIYDI?
Osmanlının son iki yüz senesi ve Cumhuriyet dönemi yönümüzü tayin etme tartışmasıyla geçmiştir. Bazen doğuya, bazen de batıya çevirmişiz yönümüzü.
Lakin kendini bir gün merkez olacağına bir türlü inandıramamıştır.
Oysa bizim böyle bir hayalimiz vardı.
“Ortak bir hayal kurmak” kitabımda detaylarını anlattığım, bizler, yani AK Parti’nin ilk on yılında yer alan danışmanlar, bürokratlar ve siyasiler, Türkiye’nin doğu ile batı arasında üçüncü bir paktı kurabileceğine inanmıştı.
Ekonomide, siyasette, savunma sanayinde, medyada, sivil toplumda güçlü bir ülke olursak, iç barışı sağlarsak, kendi hinterlandımızda yeni bir çekim alanı kuracağımıza inanıyorduk. Çok da yol kat etmiştik.
Buna rağmen Avrupa Birliği müktesebatını gerçekleştirmemizin sebebi, geçici bir heves değil, o kriterlerin çoğunun evrensel değerler olmasına inanmamızdan kaynaklanırdı.
Lakin bir gün “Ankara kriterleri”, “İstanbul kriterleri” diye kendimizi merkeze olan bir yeni alan açacağımıza inanıyorduk.
Bu bir ütopyaydı, hayaldi, yani bir hedefimiz vardı. O yüzden yönümüzü ne tarafa dönersek dönelim, bizi çok etkilemiyordu. Sonunda bir gün kendimize döneceğimize inanıyorduk zira.
Çoğu insan bunun boş bir hayali olduğunu söylerdi. Buna gücümüzün olmadığını, maceracı ve tehlikeli bir hayal olduğunu söylediler. Evet gücümüz yetmeyebilirdi ama bir gün yeteceğine inanarak, canla başla çalışıyorduk.
İkinci Dünya Savaşı’nda birbirini boğazlayan Almanya ve Fransa, savaştan hemen sonra, “Avrupa Birliği’ni kuracağız” dediğinde aynı alaycı tavrı onlara da göstermişlerdi. Ama inandılar ve yaptılar.
GELECEK ÜTOPYAMIZ NEDİR?
Şimdi bu ülkenin gelecek ütopyası nedir? Bilen var mı?
Düşünebiliyor musunuz, bir ülkenin en büyük hayali, başka ülkelerin kendileri için kurduğu hayale ortak olmak olsun?
Avrupa Birliği başkalarının ortak hayalidir. Avrasya Paktı başkalarının ortak hayalidir.
Peki bizim hayalimiz nedir? Gelecek düşümüz nedir?
Başkalarının kurduğu hayale ortak olmak mı?
Hem de bizi tarih boyunca istemeyen, dışlayan ve ezmek için uğraşan ülkelerin kurduğu bir hayal.
Bir ülkenin ve bir milletin daha derinde, daha güçlü ve büyük ütopyası olmalı.
Sanırım çok uzun süredir kaybettiğimiz şey bu.
Bu hayal herkesi kucaklayan, herkesi içine alan ve herkesi heyecanlandıran bir ütopya olmalıdır.
Buna inanan insanlar lazım bize. Bize bu hayalleri düşündürecek aydınlar gerek.
Şimdi bu fikirlerden, bu tartışmalardan ne kadar uzağız değil mi?
Zira isimleri, kişileri, olayları tartışmaktan fikirleri tartışmaz olduk.