Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Sesli Dinle
        0:00 / 0:00

        Bu ülkenin ölüleri, yaşayanlarından daha kıymetlidir.

        Bir insanı kaybettiğimizde değerini anlıyoruz nedense.

        Onu ne kadar sevdiğimizi, onun ne kadar kıymetli olduğunu, ancak onu yitirdiğimize söylüyoruz.

        Ne fayda… Hiçbirini duymuyor.

        Yaşarken onu mutlu edecek sözleri söylemek aklımıza gelmiyor. Neden acaba?

        Galiba insan elindekinin kıymetini bilmiyor, ancak yitirdiğinde anlıyor.

        Annesi olanlara hep söylerim: Benim annem yaşasaydı her gün gider elini, yüzünü öper, onu ne kadar sevdiğimi söylerdim.

        Ya da babam yaşasaydı her gün ona hürmet etmek, hizmet etmek, gönlünü hoş tutmak için uğraşırdım.

        Ben onların yokluğunun verdiği acıyı biliyorum ama bazı insanlar sahip olduklarının verdiği mutluluğu hissedemiyor.

        “Seni sevdiğimi bil istedim…” böyle başlayan ya da biten cümleler kurmak istiyorum çoğu kez. Kıymetli bir yazara, bir fikir adamına, sanatçıya, bir insana, dostuma, arkadaşıma, yakınlarıma… böyle başlayan cümlelerle onu ne kadar sevdiğimi, ne kadar değer verdiğimi anlatmak istiyorum.

        Biliyor musunuz, bunu yapmak öyle alışılmış bir şey değil ve garip geliyor insana. Ancak karşımdaki insanı çok mutlu edeceğini biliyorum.

        Siz bu yazıyı okurken, ben böyle mesajlar hazırlayıp o insanlara göndereceğim. Aslında yanına gidip, gözlerinin içine bakıp, eli tutup, sarılıp ona verdiğim değeri anlatmak, onu sevdiğimi söylemek en güzeli. Belki Pandemiden sonra bunları da yapmayı denerim.

        Şimdi sosyal medyada, ölüm haberlerinden sonra değil de, öncesinde bu insanlar için güzel mesajlar yayınlandığını düşünsenize?

        Bir tane yazayım mesela:

        “Edebiyatımızda hikaye denince aklıma Mustafa Kutlu gelir. Onun Anadolu kokan hikayeleri bana toprağı sevdirdi, insanlığımı, iyilik yapma hislerimi güçlendirdi. Mustafa Ağabey bana çok şey kattın. Seni çok seviyorum, bil istedim…”

        Ablama da şu mesajı gönderdim:

        “Bana annelik yaptın, büyüttün, sevdin, mutlu ettin. Ömrümün en zor günlerinde kol kanat gerdin. Sana çok şey borçluyum Sevim ablacığım. Seni çok seviyorum. Bil istedim.”

        Aslında bunun nasıl bir duygu yarattığını kendinizden de ölçebilirsiniz. Size birisi böyle bir mesaj attığında ya da söylediğinde kendinizi nasıl hissedersiniz bir düşünün.

        Güzel bir prensip olarak hep söylerim, ‘yapıldığında seni mutlu eden şeyi, sen de başkasına yap.’

        Tüm bunlardan dolayı, kaybettiğimiz insanların arkasından söylenenler, yazılanlar bana biraz tuhaf gelir. Hatta bazıları da gerçekçi gelmez ve rahatsız eder.

        “Kıymetini bilemedik” kalıp cümlesi de bence inandırıcı değil. Hadi onunkini bilemedin, peki geride kalanların kıymetini biliyor musun?

        Etrafınıza bakın. Sevdiğiniz, kıymet verdiğiniz, değerli bulduğunuz insanlar var mı? Var.

        Hiç vakit kaybetmeyin. Ona bir mesaj yazın, telefon açın ya da ziyaret edin. Ve ne kadar sevdiğinizi, ne kadar değer verdiğinizi, ne kadar kıymetli olduğunu söyleyin.

        Vakit varken, onu kaybetmemişken, geç kalmamışken ve henüz söylediğinizi duyuyorken yapın bunu.

        Kardan adamı özlerken

        Kardan adamı özlerken
        0:00 / 0:00

        7 yaşındaki kızımla bir kere kardan adam yapabildik sadece. İşte fotoğrafı da bu. Şimdi haberlerde kar yağacağını duyunca saati kurdu, sabah 7 de kalkıp kar yağışını izlemek istedi. Kar yağdı ama yere düşene kadar eridi, yağmura dönüştü. Kızım kar yağışını göremedi yani.

        Bizim bulunduğumuz yerde binalar çok yüksek. Bu betonlar sıcaklığı arttırdığından kar düşmüyor çoğu kez bizim semte. Kızımla eski günlerden kalan kardan adamın fotoğrafıyla avunuyoruz.

        Oysa Sakarya’da çocukluğumda kardan adam yarışı yaptığımızı hatırlarım. En büyük kardan adamı yapmak için yarışa girerdik diğer mahalle çocuklarıyla.

        Tüm gün boyunca, onlarca çocuk evin önündeki düzlükte, dizimize kadar yağan karları rulo gibi yapıp, sonra kardan adam inşa ederdik. Kömürden gözler, ağız, havuçtan burun değişmez makyajdı.

        Kışın bizim için anlamı üşümek, soğuk gibi şeyler değildi. Kardan adam yapmak, kızakla kaymak, kartopu savaşı yapmak, sabah erken kalkıp karda sırt üstü yatarak iz bırakmak… kışın anlamı bunlardı bizim için.

        Şimdi çocuğumla benim aramda kış duygusunun ne kadar değiştiğini görüyorum. Şehir hayatının, betonlaşmanın, mevsim değişikliğinin yarattığı duygu farkları bunlar.

        İşin dramatik tarafı şu ki, kış duygusunun nasıl güzel bir his yarattığını yeni nesil belki de hiç bilmeyecek. Benim kuşağım ise hep tatlı bir anı olarak hatırlayacak.

        Neyse ki şimdi kardan adamı çok özledik kızımla. Ortak duygumuz hala var çok şükür.

        Diğer Yazılar