Dramatik bir karne günü
İzliyorum. Küçük kızım ilkokul bire başladığı günden beri; online eğitimi nasıl aldığını, neler hissettiğini izliyorum, konuşuyorum.
Okumaya ve yazmaya meraklı bir çocuk. Okula gitmeden okumayı öğrenmek için uğraşıyordu.
Bu yüzden birinci sınıfa başlamak onun hayatındaki en önemli anlardan biriydi.
Ancak korona nedeniyle okulu kapalı, online derslerle okumayı öğrenmesi lazım. Fakat bu kızımı çok mutsuz etti.
“Olmuyor, bir türlü olmuyor…” bazen tomurcuk göz yaşları eşliğinde böyle isyan ediyor.
Sınıfta olmak, öğretmeniyle temas kurmak istiyor, ‘kalemi doğru mu tutuyorum?’ diye göstermek, ‘yazım güzel olmuş mu?’ diye sorup ‘aferin’ almak istiyor...
Bunlar olmayınca da mutsuz oluyor, ilgisi dağılıyor.
Öğretmeni ise ekranda tüm o minik öğrencilerinin dikkatini toplamak, onları mutlu etmek için yoğun çaba içinde. Ekrandan göremeyenler, bağlantısı kopanlar, sesi duyamayanlar, derdini anlatamayanlar… Büyük bir sabır, büyük özveri içinde öğretmenleri…
DRAMA DÖNEN KARNE GÜNÜ
Ancak son gün, yani ilk karnelerini alacakları gün gördüklerim adeta dram gibiydi.
Okumaya başladıkları için onlara bir belge ve madalya hazırlamış öğretmenleri. Bunları çocuklara vermek için velilerle organize oldu, herkes okula gidip bu belgeleri ve hediye kitapları aldı.
Sonra bir pasta hazırlamış her veli. Üstüne mumlar dikilmiş. Öğretmen Whatsapp grubundan velilere işaret ettiğinde, pastalar sürpriz şekilde ortaya çıkacak, öğrenciler okumaya başlamalarını böyle kutlayacaklar…
Çocuk bu, yerinde duramıyor... Hepsi süslenip püslenmiş, saçlarına örgü yapmış, güzelce taramışlar.
İstiyorlar ki artık en büyük ilgi merkezleri olan öğretmenleri bunu fark etsin, kıyafetine, saçına bir şey desin. Göremeyince ekrandan sesleniyorlar, “öğretmenin saçımı kestirdim, öğretmenin kıyafetimi beğendiniz mi, öğretmenim kazağım güzel mi?...”
Hepsine yetişmeye çalışıyor öğretmenleri….
Pastalar geldi, mumları yanıyor, üflediler, alkışlardılar, madalyalarını boyunlarına takıp zıplamaya başladılar…
Öğretmen bir şarkı açtı ortak ekrandan…. “Hadi dans edelim çocuklar” dedi...
Hepsi kameraya görünecek şekilde dans etmeye çalıştı. Veliler minik yavruları okumaya geçti diye, ilk karnelerini alacak diye ağlıyor, öğretmenleri bu küçük sevimli şeylerin coşkusuna, mutluluğuna ağlıyor…
Dijital bir duvar, bu sevgi yumağı olması gereken öğrencileri ayırıyor birbirinden ve öğretmenlerinden…
“PEKİYİ” DEĞİL DE “ÇOK İYİ” YAZAN KARNE
Karne?... Karne e-okul üzerinden, e-karne olarak alınacak. Daha doğrusu görülecek.
Hani şöyle kenarına kırmızı kurdele takılmış, “pekiyi, pekiyi, pekiyi” yazılmış, öğretmenin el yazısıyla, “aferin çocuğum” diye yazdığı o muhteşem kağıt vesika değil…
Bin bir türlü şifreler, aşamalarla girilen e-okulda, e-karne açılıyor ve orada notları görüyorsunuz. “ÇOK İYİ, ÇOK İYİ, ÇOK İYİ”…
Neden “Pekiyi” değil ki? Meğer yıllar önce değişmiş, haberimiz yok.
Çocuk, ömrü hayatının en heyecanlı gününde, yani ilk karnesini alacağı günde bunun önemini hissetmedi. Elinde bir karne tutup, dedesine, babasına, amcasına gösteremedi…
Şimdi bunu bir yazıcıda kağıda döküp öyle elinde tutmasını sağlayacağız…
“Olmuyor, olmuyor…” kızımın isyan kelimelerini ben de içimden geçiriyorum.
Sadece harfleri, kelimeleri yazmak değilmiş meğer okul. Bir sosyalleşme ortamı, sevgi ortamı, bir oyun bahçesi, bir edep adap öğrenme yeriymiş meğer.
Öğretmenine sarılmanın, onun başını okşamasının ne demek olduğunu bilmeseler de, eksikliğini hissediyor bu çocuklar.
Bir odada, bilgisayarın önünde tek başında, soğuk bir ekrana bakarak bir şeylerin eksik olduğunu anlıyor minik yürekleri.
Kızımın karne günü baba olarak ben de çok duygusaldım. Ancak ben gördüğüm bu dramatik sahneler karşısında üzüntümden dolayı öyleydim. Belki de tüm hayatı boyunca bugün hatırlayacak ve ‘virüslü yıllarda okula başlamıştım’ diye anlatacağı hüzünlü bir anısı olacak.
DİJİTAL MUMU SÖNDÜREN YAHYA
Daha ilginç bir şey oldu. Kızım, mumları yanan pastası, boynunda madalyası, ekran önünde ile fotoğraf çektirip Whatsapp’tan aile grubuna gönderdi.
Bu fotoğrafa bakan ailenin en küçük üyelerinden 2 yaşındaki Yahya pastanın üzerindeki mumları söndürmek için fotoğrafa üflüyor. Sönmeyince üzülüyor. Bu sefer babası, internetten üflediğinde sönen mum programı açıyor. Küçük Yahya ekrandan onlara üfleyip mumları söndürebildiği için çok mutlu oluyor…
Sanal gerçeklik ile reel gerçekliğin birbirine karıştığı, ilginç ama bana dramatik gelen bir karne günüydü.
Şehit Öğretmen Hasan Akan İlkokulu yöneticileri, birinci sınıf çocuklarının bu dramatik durumu hissetmemesi için elinden geleni yaptı. Kızımın öğretmeni Nuray Özkan’ın kendisinin de ilk kez tecrübe ettiği sanal bir ortamda, nasıl büyük bir sabırla ve gayretle çocuklara okumayı öğretmeye çalıştığını da görüyorum. Ama dokunmadan bir çocuğun öğretmeninin sevgisini ve şefkatini hissetmediği ve gerçekten okumayı öğrenemediği aşikar.
Kızımın dediği gibi “olmuyor” işte. Bu okuma işi online olmuyor. Hele birinci sınıftaki bu heyecanlı minikler için hiç olmuyor.
Kızım şöyle diyor, “bari bir gün, hiç olmazsa bir gün gidelim okula…”
İnşallah kızımın dileği gerçekleşir.