Değişemeyen ülkenin hikayesi
Bir ülke düşünün, iki yüz yıldır değişmek istiyor ve değişemiyor…
Tam ‘oldu’ derken, tam ‘bu sefer başardık’ derken, bir sabah uyanıyorsunuz ve eski kötü günlere döndüğünüzü görüyorsunuz.
Tam iki yüz yıldır değişmedi bu…
….
Sözüm ona İstibdat’a karşı, “Hürriyet, eşitlik, kardeşlik” sloganıyla yola çıkılır, bir kavgaya girilir, bedel ödenir, can verilir…
Ve bir gün bu mücadelenin sonunda hürriyet ilan edilir, ülke bayram yerine döner, özgürlük, eşitlik, kardeşlik gerçek olur ve ülke değişir.
Buna “hürriyet devrimi” denir.
Kısa süre sonra, bir sabah uyanırsınız, eli silahlı başı külahlı adamların hükümet binası bastığı, köprülerde gazetecilerin vurulduğu, kardeşliğin unutulup komitacılığın hortladığı, özgürlüğün rafa kalkıp baskı rejimine dönüşen bir ülke olmuşsunuz.
Bir kabusa uyanır gibi, bu ülkede insanlar kötü günlerin sabahına uyanır.
…
Yine de içinde barındırdığı değişim arzusu bitmez bu ülkenin.
Her şeye rağmen tekrar değişmek ister.
Bu yüzden yıkılmış bir İmparatorluktan Cumhuriyet kurulur.
Bütün kötü günler geride kalmıştır. Ne İstibdat, ne baskı devirleri, ne yozlaşmış hükümetler, ne komitacılık…
Devrimler yapılır, bayramlar edilir, artık değişimin gerçekleştiği, güzel günlere kavuşulduğuna inanılır.
Sonra bir sabah uyanırsınız, ülke tek parti olmuş, kahramanlar Milli Şef’e dönüşmüş, ezan Türkçe okunmuş, özgürlükler gitmiş, başka bir zihniyet hakim olmuş ülkeye.
Yeniden eskiye dönersiniz. O güzel rüyadan uyanır, değişemediğinizi anlarsınız.
Bir kabusun içinde, uyanmak isteyip de uyanamayan, bağırmak isteyip de bağıramayan biri gibi çaresiz kalırsınız.
…
Ancak değişim talebi bitmez her şeye rağmen…
Artık hür iradeyle bir parti seçmek, özgür olmak, parti devleti değil, milletin devleti olmasını istersiniz.
Ve bir gün sandık milletin önüne konur. O da tercihini boğazını sıkan tek partiden değil, demokrat bir partiden yana kullanır.
Ülke bayram yerine döner. Özgürlük, adalet, kardeşlik, şenlik gelir ülkeye.
‘Bu sefer başarıldı’, tüm sıkıntılardan sonra ‘bu sefer değiştik’ dersiniz…
Sonra bir sabah uyanırsınız, o demokrat partinin yerine sanki başka bir parti gelmiş, yine gazeteler yasaklanmış, insanlar hapse girmiş, komisyonlar kurulup rakip partilerin mallarına el konulmak istenmiş…
‘Hayır’ dersiniz, kabul etmek istemezsiniz, ‘değişmiştik’ dersiniz ama değişemediğinizi görürsünüz…
Bir sabah uyanırsınız, eli silahlı, başı miğferli adamlar ortaya çıkmış, darbe yapmış, “ülkenin bekasını, milletin huzurunu kurtarıyoruz” diyerek ülke yönetimine el koymuş.
Ve bir sabah duyarsınız ki ülkenin Başbakanı, bakanları “huzur getireceğini” söyleyenler tarafından asılmış.
Derin bir acı saplanır içinize. Yıllarca bitmeyen bir yara açılır kalbinizde.
‘Bir ülke nasıl bu hale gelir’ diye, sessizce ağlarsınız.
…
Bir ülke düşünün, darbesiz, muhtırasız, cuntasız on yılı geçmesin.
Her darbe yapan, ‘ülkenin huzuru, milletin refahı, devletin bekası’ der, bir önceki darbeyi kötüler.
Eski kötü günlerin bitmediğini, aslında yaşanan güzel günlerin tatlı bir rüya olduğunu zannedersiniz.
Eliniz ayağınız kesilir, dermanınız tükenir…
…
Bir ülke düşünün, değişim arzusu bitmeyen bir milleti olsun.
Birisi muhakkak gelir ve o değişim ateşini yeniden alevlendirir.
Tonton, sempatik bir adam gelir ve ‘artık değişmeliyiz’ diyerek yeniden yakar ateşi.
Ülke dünyaya açılır, ekonomi büyür, millet rahatlar, özgürlükler genişler, huzur artar…
‘İşte budur’ dersiniz…
Artık neredeyse yüz elli yıl önce başlayan o değişim, gerçek oldu sanırsınız.
Sonra bir sabah, o sempatik tonton adamın öldüğünü duyarsınız.
Daha göz yaşlarınız kurumadan, hayatınızdaki sevimli parlaklığın karardığını görürsünüz.
Eli silahlı, başı dumanlı adamlar çıkar yine ortaya. Faili meçhuller, terör, mafya, kavga yeniden başlar ülkede.
Fakirlik, yokluk, yolsuzluk artar.
Tonton adamın özgürlük mirası yağmalanır.
Tam da ‘darbelerin bittiği çağdayız’ derken, bu sefer ortaya 'post modern' bir darbe çıkar.
Anlarsınız ki, değişen bir şey yok ülkede.
O kabus devam eder…
…
Tüm denemelere rağmen değişmeyen ama yine de değişimden vazgeçmen bir ülkedir burası.
Her şeye rağmen o makus talihi kırmak için çabalayan bir millet vardır...
Bir gün o eski kötü günleri yaşatanların hepsini sandığa gömer.
Tüm acıları yaşamış, tüm kötü günleri görmüş birine yetkiyi verir. “Bizi değiştir” der.
Ülkede yeniden güneş doğar.
Özgürlük, adalet, kardeşlik ve refah gelir ülkeye.
Kötü günler geride kalmıştır…
Bir akşam eli silahlı, başı ‘takkeli’ adamlar çıkar ortaya, ‘devletin bekası, ülkenin geleceği’ diye tankları çıkartırlar sokağa.
Milletin canına tak etmiştir artık.
Elleriyle tankları, göğsüyle kurşunları durdurur.
‘Yeter’ der, bu kötü adamlara.
Tarih yazar, dünyaya meydan okur bir millet.
Değişim devam etsin ister. Yetkiyi yine aynı kişiye geri verir.
…
Bir sabah uyanırsınız, eski günlerin tartışmaları bir tripot ve bir kamerayla yeniden başlamış görürsünüz.
Suç örgütleri, akılalmaz iddialar, karmaşık ilişkiler, eski kötü günlerin kavgaları hortlamıştır…
Adalet, özgürlük, kardeşlik yeniden aranır olmuş…
Yoksulluk, fakirlik, işsizlik yine artmış…
‘Hayır bu bir kötü rüya’ dersiniz.
Yeniden eski günlere dönmek istemezsiniz.
‘Ve iki yüz yıldır süren değişim hikayesi böyle bitemez’ dersiniz.
Bitmemeli, hikaye böyle sonlanmamalı.
Eski kötü günlere dönmemeli bu ülke…
...
Hikaye biz yaşarken devam eder...