"Bu da geçer ya HÛ"
Derler ki, Devri Osmanlı’da, Padişah 2. Mahmut etrafına bir haber salmış:
“Bana öyle bir söz bulun ki, dertlerin, acıların, sancıların arasında onu okuduğumda umutsuzluğum gitsin, tasam bitsin, kaygım dinsin.
Sonra mutlu olduğumda yine onu okuyayım, rehavete kapılmayayım, dünya nimetlerine tamah etmeyeyim, saltanat makamının, tahtımın gücüyle aslımı, insanlığımı unutmayayım.
İşte bu sözü, bir yüzüğe yazdırayım, her gördüğümde, neşemde ve hüznümde beni kendime getirsin”
Tellallar yollara düşmüş, ‘duyduk duymadık kalmasın’ diye bağırıp her bir yana duyurmuşlar.
Nakkaşlar demiş ki, biz sözü taşa nakşederiz ama bunu hüner sahibi bir hattatın yazması icap eder.
Hattatlar toplanmış, tartışmış, konuşmuş işin içinden çıkamamışlar.
Demişler ki, biz sözü kesik kamışımızla kağıda meşk ederiz ama bize hünerli bir ilim sahibinin bu sözü söylemesi gerekir.
İlim sahipleri toplanmış, tartışmış, istişare etmişler ve demişler ki:
Biz ilim tedris ederiz, ilim öğretiriz ama yüzük taşına yazılacak kısa söz şairlerin işidir, ancak onlar böyle hikmetli söz söyler.
Şairler meclisi toplanmış, hünerli kelimelerle şiirler, beyitler, gazeller yazılmış ama bir yüzük taşına yazılacak söz bir türlü çıkmamış.
Diyarı Osmanlı’nın tüm hanlarında, hamamlarında, kahvehanelerinde, kervansaraylarında, tekkelerinde, hikmet ehli meclislerde bu mesele konuşulur olmuş.
Lakin kimse padişah hazretlerinin istediği sözü bulamamış.
Derken Payitahta Bağdat yolundan bir derviş gelmiş.
“Bu da geçer ya Hu” Osmanlıca yazılmış levha.Üstü başı hırpani, yüzü gözü aydınlık, az konuşan, çok düşünen bir hal ile görünmüş insanlara.
Süleymaniye’de, cennet mekan Hürrem Sultan’ın hayratı aşevinde karnını doyururken, etrafındakiler hararetle padişah hazretlerinin istediği sözün hala bulunamadığını konuşurlarmış.
İçlerinden biri dervişe bakmış. “Ey piri fani, de hele nedir senin fikrin bu konuda?”
Derviş maruzatı dinlemiş. Anlamlı bir tebessüm etmiş.
Soranlar merak içinde kalmışlar.
“Neden güldün ey derviş, bize de söyle hele”.
Derviş haziruna dönmüş ve Farsça bir dörtlük okumuş. Ancak kimse anlamamış.
Demişler ki, “nedir bu okuduğun ey derviş”.
Kazasker Mustafa İzzet Efendi'nin yazdığı "în nîz Beguzered" (Bu da geçer ya HÜ) levhası.Derviş anlatmış:
Vakti zamanın cihan padişahı Gazneli Mahmut, vezirinden istemiş ilk bu sözü. Sonunda şairlerin piri Senâî’nin şiirinde bulmuşlar. Okuduğum ilk dörtlükte şöyle der:
'Vefan çok azaldı, bu da geçer
Cefan ise çoğaldı, bu da geçer
Bundan önce iyiydi bakışın
Artık kötü ne diyeyim, bu da geçer'
Kudretli Sultan Gazneli Mahmut’a denir ki, aradığın söz bu şiirin redifi olan sözdür: “în nîz Beguzered”… (Bu da geçer ya HÛ)…
O gün bugündür bu söz söylenir de kim buna uyar bilinmez efendiler.”
Heybesi boş, gönlü hikmet dolu derviş Cennet Mekan Kanuni’nin türbesine doğru süzülüp gitmiş.
Bir daha onu ne gören, ne bilen olmuş.
“Bu da geçer ya HÛ’…” sözü kulaktan kulağa yayılmış, her duyan heyecanlanmış.
Bu sözü alıp, Şeyhul Hattatin Kazasker Mustafa İzzet Efendi'nin yanına koşmuşlar.
Demişler ki, "Öyle bir yazı yaz ki ey hattatların piri, melikler, sulatanlar, vezirler, derdi olanlar, yokluk çekenler, umutsuzluğun pençesine düşenler ve dahi varlık içinde yüzüneler ve illa ki gücün, kuvvetin rehavetine kapılanlar gördüğünde kendine gelsin. Yedi iklim padişahının yüzüğüne yazılsın, hiç unutulmasın.”
Yüzüğe işlenmiş hali.Hattatların piri hem şair, hem bestekar, hem de gönül ehlidir. Sözü derinden idrak etmiş. Kamış kalemini almış, Süleymaniye’deki is odasından yapılma mürekkebine batırmış ve “Bismillah” deyip aharlı kağıda yazıyı meşk etmiş: “în nîz Beguzered”.
Celi Sülüs istifle yazılan yazıyı alıp hemen yüzük ustalarına koşmuşlar. Onlar da bir yüzük taşına nakşetmiş.
Ve 2. Mahmut’a sunulmuş yüzük. Sultan hazretleri sözü çok beğenmiş, hemen parmağına takmış.
O günden sonra ne zaman imparatorluğun işleri kötü gitse, savaşlar, kıtlıklar, afetler, zorluklar olsa yüzüğüne bakmış, “Bu da geçer ya HÛ’ demiş rahatlamış.
Ne zaman ki kudretinin, saltanatının, gücünün sarhoşluğuna kapılsa yine bu yazıyı okumuş, “Bu da geçer ya HÛ" demiş kendine gelmiş, derlenmiş toparlanmış.
Hattatların Piri’nin yazdığı bu yazı elden ele dolaşmış, camilere, tekkelere, evlere asılmış.
Servetinin, zenginliğinin, gücünün rehavetine kapılan, okumuş kendine gelmiş.
Darda olan, umutsuz olan, sıkıntısı olan, okumuş rahatlamış.
“Bu da geçer ya HÛ"