Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Sesli Dinle
        0:00 / 0:00

        İstanbul’daki kar krizi ve Sezen Aksu olayında kayda değer iki durum yaşandı.

        Kim haklı, kim haksız tartışmasından bağımsız olarak, siyasetçi ve taraftarları arasında yaşanan bu durumun, herkesin dikkatini çekmesi gerekir.

        İMAMOĞLU KRİZİ YÖNETEMEDİ SEVENLERİ AÇIĞA DÜŞTÜ

        Kar yağışının neden olduğu büyük mağduriyetin tam ortasında, Ekrem İmamoğlu’nun İngiliz büyükelçi ile yediği yemek, sanırım yollarda kalan ve mağdur olan on binlerce insanın sorunundan daha çok tartışıldı.

        Olayın duyulmasından sonra siyasi bir krize dönüşen durumu, İmamoğlu cephesinin yanlış yönetmesi nedeniyle ikinci bir mağduriyet daha yaşandı.

        Yemeğin gerçekleşip gerçekleşmediği bilgisi İmamoğlu tarafından netleştirilmeyince, hatta “yalan” diye el altından duyurulunca, binlerce seveni, önemli siyasetçi, sanatçı ve gazeteci bilginin "yanlış" olduğunu söyleyerek İmamoğlu’nu savunmak istedi.

        Sonra Ekrem İmamoğlu yemeğin gerçekleştiğini duyurunca, onu savunan binlerce kişi açığa düşmüş oldu.

        Doğal olarak bir kısmı geriye dönük paylaşımlarını sildi, mahcup oldu ve susmak zorunda kaldı.

        Bu çok önemli bir siyasal iletişim hatasıdır.

        Şuna eminim ki sevenleri ile arasında bir güven zedelenmesine neden oldu. Bundan sonra benzer bir kriz yaşandığında İmamoğlu cephesinden gelecek bilgiler ihtiyatla karşılanacak.

        Tecrübesiz bir siyasetçi bile böyle büyük bir kriz anında, konu dışı her türlü aktivitenin iptal edilmesi gerektiğini bilir.

        Yemeği iptal etmeyen İmamoğlu’nun, sonuçların buraya geleceğini öngörememesi onun açısından önemli bir eksiklik.

        Şehri kar krizine karşı yeterli derece yönetip yönetmediği ise ayrıca tartışma konusu. Günler öncesinden geleceği bilinen bu krizi iyi yönettiğini söylemek mümkün değil.

        Velev ki merkezi hükümet yeterince destek vermiş olmasın. Belediyenin kendi imkanları krizi yönetmeye yeterdi aslında.

        SEZEN AKSU'YU LİNÇ EDENLER DE AÇIĞA DÜŞTÜ

        Sezen Aksu’yu 5 yıl önce yazdığı şarkı sözü nedeniyle günlerce linç edenler, evinin önünde protesto gösterisi yapanlar, dün akşam itibariyle açığa düştüler.

        Çünkü Cuma namazı çıkışında, cami önünde "dil koparma" açıklamasını yapan Cumhurbaşkanı Erdoğan, bunu Sezen Aksu’ya söylemediğini, Aksu’nun insanımızın duygularına tercüman olmuş, önemli bir sanatçı olduğunu açıkladı.

        Her ne kadar dini değerlerimize, inancımıza hakaret edenleri kast ettiğini söylese de, ortada büyük bir kargaşanın ve terse düşmenin olduğu gerçeğini değiştirmedi bu açıklama.

        Bu durumda Sezen Aksu’yu linç eden binlerce insan, siyasetçi, akademisyen ve gazeteci açığa düşmüş oldu.

        Şimdi bu şarkıyı dinleyecekler mi, Sezen Aksu’yu protesto etmeye devam edecekler mi, yaptıkları paylaşımları silecekler mi bilemez haldeler.

        Erdoğan’ın cami çıkışı “dil koparma” temalı açıklaması problemliydi. Huzur ve barışı temsil eden camilerin önünde değil sadece, hiçbir yerde bu tür sert ve şiddet içeren açıklamalar Cumhurbaşkanlığı makamı tarafından yapılmamalıydı.

        KENDİ İRADESİ OLMAYINCA BÖYLE OLUR

        Gerek İmamoğlu, gerekse Sezen Aksu krizinde insanlar kendi özgür iradeleri ve düşünceleriyle değil, taraf tuttukları siyasi parti nedeniyle görüş bildirirlerse böyle ters köşeye düşerler.

        İstanbul krizindeki bilgi kirliği akılalmaz durumdaydı. İnsanlar her duyduğu şeye inandılar ve hemen paylaştılar ama büyük kısmı yalan çıktı.

        Siyasi fanatizm böyle zamanlarda ortaya çıkar ve yalan-doğru ayırt etmeden her konunun siyaseten savunulmasına ya da reddedilmesine neden olur.

        Sonuçları da böyle açığa düşmek olur.

        Sezen Aksu olayında 5 yıl önceki bir şarkıyı bugün böyle köpürtmenin bile durumdan şüphe duymaya yeterli olması gerekirdi. Ancak linç kampanyasına herkes büyük bir siyasi iştahla katıldı.

        O şarkıya bu denli büyük tepki, Sezen Aksu gibi değerli bir sanatçıya hakaret, her makul insanın itiraz etmesi gereken bir konuydu.

        Ancak siyasi fanatizm burada da ortaya çıktı ve sonuç açığa düşmekle sonuçlandı.

        Umarım herkes bundan ders alır.

        Sağlık dünyasından mesajlar

        Sağlık dünyasından mesajlar
        0:00 / 0:00

        İki günlük yazı dizisi, kar krizinin gölgesinde kalsa da, sağlık dünyasında oldukça büyük bir ilgiyle karşılaştı.

        Yıllardır birikmiş sorunlarının dile getirildiğini gören sağlık çalışanları, hem yazıyı her platformda paylaştı hem de bana yüzlerce mesaj gönderdi.

        Çok sayıda yazı dizisi hazırlamama rağmen bu denli yoğun mail, mesaj, telefon almamıştım.

        Üniversitede profesör olanlardan tutun, ambülans şoförüne kadar, sektörün tüm katmanlarından mesaj aldım neredeyse.

        Eski bakanlar, siyasetçiler, bürokratlar ve yöneticiler de bunun içinde.

        Gelen mesajların tümünü okumaya ve bir kısmına da cevap vermeye çalıştım.

        Ancak hepsini cevaplamam mümkün olmadı.

        DOKTORLARIN SOSYAL SORUNLARI

        Ülkenin en zeki ve en iyi eğitimli kesimini oluşturan doktorların mailleri hem uzun, hem oldukça detaylı ve tutarlı anlatımlar içeriyordu. Dikkatimi çeken bir konu da, yazanların büyük çoğunluğunun isimlerinin açıklanmasını istememesiydi.

        Benim şaşırdığım bir diğer konu ise, hekimlerin seslerini, sorunlarını kamuoyuna duyurmak için yetersiz kalmalarıydı.

        Örgütlenme, bir araya gelme ve sağlıklı bir şekilde sorunlarını kamuoyuna duyurma konusunda ciddi eksilikleri olduğunu kendileri de kabul ediyor.

        Türk Tabipleri Birliği (TTB) hekimlerin ortak platformu. Ancak çoğu hekimin son derece ideolojik davranan bu yapıya karşı çok mesafeli olduğunu ve çalışmalarını eleştirdiğini de gördüm. TTB şubeleri içinde bile 20’ye yakın il, genel merkezin politikalarına ve açıklamalarına karşı çıkıyor ve farklı politikalar izliyor.

        Buna rağmen alternatif bir platform kurulamıyor.

        Sağlık gibi politize olmaması, ideolojiden ve siyasi angajmanlardan uzak olması gereken bir alanda, ülkenin en iyi eğitimini almış zeki insanlarının yeterince kendilerini ifade edememeleri, örgütlenememesi düşünmeleri gereken bir eksiklik.

        Politize olmuş ve ideolojik alana kaymış her açıklama ve eylem, sağlık alanındaki sorunları daha çözümsüz kılıyor.

        SORUN SADECE HEKİMLER ARASINDA DEĞİL

        Yazı dizisinde hekimlerin öne çıktığı, diğer sağlık çalışanlarının gölgede kaldığı yönündeki eleştirileri not aldım. Ancak bu kadar büyük bir camianın, her alanındaki sorunlarını yansıtmam takdir edersiniz ki mümkün değildi.

        Yine de sık sık, “sağlık çalışanları” vurgusuyla sorunun sadece doktorlar arasında değil, tüm çalışanlar arasında olduğunu anlatmaya çalıştım.

        Hemşirelerden hasta bakıcılara, sözleşmeli personelden ambülans şoförlerine kadar 1 milyon 200 bin kişinin olduğu büyük, çoğunluğu mutsuz bir kitle var ortada.

        "Halimizden çok memnunuz, yanılıyorsunuz" diyen mesaja denk gelmedim. Belki de vardır ama bana yazmadılar.

        TTB politikalarını, yurt dışına giden hekimleri eleştiren doktorlar bile, sistemin sorunlu olduğunu kabul ediyor.

        HER İKİ KESİMİ DE MUTSUZ EDEN SİSTEM

        Hasta memnuniyeti üzerine kurulmuş paradigma, sağlık çalışanlarını mutsuz ederken, şimdi hem hastaların hem de sağlık çalışanlarının mutsuz olduğu bir sistem haline geldi.

        Bu durumda kimseye faydası olmayan sistemin, yeni bir anlayışla revize edilmesi zorunlu hale geldi.

        Yılda 1.5 milyar hasta, sağlık çalışanı ilişkisinin (muayene) kurulduğunu düşürseniz, sorunların tüm topluma bir şekilde etki ettiğini görebiliriz.

        AK Parti ilk on yılda bu sistemden büyük takdir alırken, son 5 yıldır sürekli eleştiri alır hale geldi. Siyaseten bile buna müdahale etmek gerekir.

        Ancak sağlık altyapımızın ve insan kaynağımızın dünyada birçok ülkeye kıyasla iyi bir konumda olduğunu da belirtmeliyim. Bu hakkı teslim edelim fakat bizim yarıştığımız ülkeler AB ülkeleri olması gerekir, Afrika değil. Avrupa’ya kıyasla hala çok yol almamız gereken konular var.

        DEĞİNMEDİĞİM KONULAR

        Yazı dizisinde üzerinde çok durmadığım konular da oldu elbette. Özel hastaneler, ilaç sektörü, SGK hasta ilişkisi, sağlık ihaleleri, şehir hastaneleri, sağlık turizmi, eczacıların durumu, pandemiyle mücadele vb…

        Bu konularda yazan okurlarımız da oldu.

        Bunlar hakkında yazmak için detaylı araştırmalar yapmam, konuyla ilgili her kesimden insanla konuşmam ve sağlıklı verilere ulaşmam gerekirdi. Bunun için zaman yetersizdi.

        Belki önümüzdeki günlerde bu alanlarla ilgili ayrı yazı dizileri de hazırlayabiliriz.

        Ancak sektörün büyüklüğü, sorunların çeşitliliği, uzmanlık isteyen yönleri nedeniyle yazı dizilerinin yeterli olmayacağı gerçeğini de kabul etmeliyiz.

        Biz sadece meseleye giriş anlamında adım atmış olduk.

        Bundan sonrası sektörün taraflarına kalıyor. Kendi aralarında düzenleyecekleri arama konferansları, çalıştaylar aracılığı daha detaylı şekilde konuyu incelemeli ve çözüm yolları bulmalılar.

        Sağlık Bakanlığı’nın da buna öncülük etmesi gerekir.

        SAĞLIK BAKANLIĞI SESSİZ

        Pandemi nedeniyle ülkenin en büyük iş yoğunluğu Sağlık Bakanlığı’nın ve sağlık çalışanlarının omuzlarına bindi. Birçok sağlık çalışanını pandemiyle savaşta şehit verdik. Hepimiz bundan dolayı onlara minnettarız.

        Kuşkusuz yaşanan sorunların önemli bir kısmı pandemi nedeniyle arttı. Ancak bunun geçici değil, sistemde kalıcı arızalar yarattığını görmeliyiz.

        Sağlık Bakanlığı’ndan bu yazı dizisiyle ilgili herhangi bir geri dönüş almadım. Sorunların çözümüne dair bakanlığın ne düşündüğünü merak eden okurlar için, Bakan Fahrettin Koca’dan röportaj talebinde de bulundum.

        Bu yazının yazıldığı saate kadar henüz bir cevap alamadım.

        Umarım Bakan Bey sağlık çalışanlarının birikmiş sorularını cevaplandırır, onlara umut olacak açıklamalar yapar.

        Diğer Yazılar