Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Sesli Dinle
        0:00 / 0:00

        Fatih’te, At Pazarı mevkiinde bir kafede tanışmıştık Cemal Kaşıkçı ile. Ortak dostumuz Turan Kışlakçı ile beraber uzun bir sohbet imkanı bulmuştuk.

        İslam dünyasının içinde bulunduğu savrulma, sefalet ve kargaşa ortamından o da, ben de çok şikayetçiydik.

        Washington Post’taki köşesinde ve katıldığı programlarda bu konuda ciddi eleştirileri vardı.

        Doğal olarak Suudi Arabistan yönetimi de eleştirilerinden nasibini alıyordu.

        Türk kökenliydi. Dolayısı ile farklı bir konumu vardı.

        Sonra o tüyler ürperten cinayet işlendi. Tarihte ilk defa bir gazeteci, kendi ülkesinin başkonsolosluğunda boğazlanarak öldürülmüş, cesedi de buharlaştırılmıştı.

        TÜRKİYE KİLİT ROL OYNAMIŞTI

        Türkiye cinayetin tespiti ve dünyaya duyurulması konusunda doğrusu kilit rol oynamıştı. Turan Kışlakçı da, ben de dünya medyasına birçok kez röportaj vermiş, hem arkadaşı hem de meslektaşı olarak bu cinayetin aydınlatılması için çok uğraşmıştık.

        Türkiye, elde ettiği deliller ve başarılı iletişim çalışmaları sonucunda Suud yönetimi sıkışmış, sonunda cinayete karıştığı gerekçesiyle bazı kişileri mahkemeye çıkarıp, mahkum etmek zorunda kalmıştı.

        Ancak asıl azmettirici olarak bilinen Suud Veliaht Prensi Muhammed Bin Selman hiçbir şekilde suçlanmamış ve aynı görevine devam etmişti.

        NE ABD NE AVRUPA BİR ŞEY YAPTI

        Trump, dönemin ABD Başkanı olarak ticari ilişkilerini öne sürerek Selman’a arka çıkmış, karşılığında da milyarlarca dolar silah satmıştı.

        Avrupa da bu hunhar cinayetten dolayı Suud yönetimi ya Selman hakkında bir şey yapmamıştı.

        Türkiye yine de en duyarlı davranan, olayın üstüne giden ülkeydi. Açtığı mahkemede Suud’da yargılanan ve mahkum olan 8 isimin haricinde, 26 kişi hakkında dava açmıştı. Tabii bu isimlerin tamamı Suud vatandaşı olduğu için hiçbiri ifade vermemiş ya da mahkemeye gelmemişti. Çıkartılan kırmızı bültene rağmen de yakalanmamıştı.

        Aslında sonucun böyle olacağı belliydi. Ancak etik olarak mahkemenin devamı bir anlam ifade ediyordu.

        DOSYANIN İADESİ KONUNUN KAPANMASI ANLAMINA GELİYOR

        Geçtiğimiz gün yargılamayı yapan mahkeme, dosyayı Suudi Arabistan yargısına devretmeye karar verdi. Böylece 26 sanık bundan sonra Suudi makamlarınca yargılanacak.

        Herkesin tahmin edeceği gibi buradan bir şey çıkmayacaktır.

        Böylece Cemal Kaşıkçı’nın ardından Fatiha okuyup, Adili İlahideki mahkemeye havale etmiş olacağız adaleti.

        Türkiye hukuki olarak mahkemeyi iade edip, etmeme hakkına sahipti aslında.

        Ancak Suudi Arabistan ile süren ilişkileri düzeltme sürecine belki de katkı amacıyla bu dava iade edilmiş oldu.

        Hukuken buna itiraz eden Kaşıkçı’nın avukatları aslında mahkemenin ve Adalet Bakanlığı’nın böyle hakkının olduğunu, itirazdan bir sonuç çıkmayacağını da biliyorlar.

        YÜKSEK PERDEDEN SÖYLEM SONUNDA SESSİZLİĞE BÜRÜNDÜ

        Türkiye olay esnasında ve sonrasında çok yüksek perdeden konuya değinmiş, hukuk, insan hakları ve insani değerler nedeniyle davayı kapatmayacağını, iade etmeyeceğini birçok kez ifade etmişti. Hem de Cumhurbaşkanı düzeyinde.

        Şimdi ise davayı iade ederek meselenin tümden kapatılmasına neden olduğu gerekçesiyle eleştiriliyor.

        Aslında ABD’nin bütün gücüyle arkasında durduğu Bin Selman’ın ve Suud yönetiminin bu işten sıyrılacağını herkes tahmin ediyordu.

        Türkiye o dönem Cumhurbaşkanı düzeyinde konuyu bu denli üst perdeden gündemde tutmasaydı, bu konuyu sivil toplum, hukukçular ve gazetecilere bıraksaydı, belki şimdiki diplomatik geri manevrasında bu denli eleştirilmezdi.

        Ancak her zaman olduğu gibi, bu krizdeki diplomasi, iletişim ve hukuk dengesinde ayar yerli yerine oturtulamadı.

        Turan Kışlakçı şöyle dedi son olarak:

        “Kaşıkçı, Türk kökenliydi. Dolayısı ile Suudi Arabistan’da bir aşireti ve arkasından sahip çıkacak kitleler yoktu. Yoksa cinayetin üstü bu kadar kolay örtülemezdi orada.”

        Bir gazeteci, Müslüman, Türk ve insan olarak, bu cinayetin böylesine sonuçsuz bırakılmasından dolayı derin üzüntü içindeyim.

        Adalet, güce bir kez daha feda edilmiş oldu.

        Hayvan Çiftliği'ni bir de böyle okuyun

        Hayvan Çiftliği'ni bir de böyle okuyun
        0:00 / 0:00

        George Orwel'in unutulmaz eseri Hayvan Çiftliği'ni çoğunuz okumuşsunuzdur.

        Bence yeniden okumalısınız. Bildiğiniz gibi Orwel hayvanlar üzerinde Stalin dönemi Rusya'sındaki otoriterleşme ve despotizm eleştirisi yapıyordu.

        Ukrayna Rusya savaşında gündeme oturan Putin otoriteleşmesi ve Rusya serüvenini bir kez daha anlamak için kitap yeniden okunabilir kanaatindeyim.

        Kitabı yeniden okumanızı gerektirecek bir başka konu ise, Tutikitap yayınevinin farklı bir bakış açısıyla kitabı yeniden yayınlamasıdır.

        Yayınevi Hayvan Çiftliği'ne bir okuma rehberi ekledi.

        Dört kişiye farklı açılardan kitabı yorumlattı ve bunu eserin sonuna bir yol gösterici rehber olarak dahil etti.

        Prof. Dr. Nevzat Tarhan psikoloji, Prof. Dr. Sinan Canan nöro bilim, Cemalnur Sargut tasavvuf ve ben de siyasal iletişim açısından analiz ederek, okuyucuya bir de bu açıdan kitabı okumasını tavsiye eden bölümler yazdık.

        Böylece daha farklı pencerelerden ve bakış açılarından kitabın daha iyi anlaşılacağını düşünüyoruz.

        "Hayvan Çiftliği ve Okuma Rehberi" adıyla yayınlanan kitabın geliri ayrıca üniversite öğrencilerine burs olarak dağıtılacak.

        Okumanız temennisiyle.

        Diğer Yazılar