Gazeteci ile Politikacı!
Gazetecilerin politikayla ilişkisi arının çiçekle ilişkisine benzer. Bir aşk ilişkisidir onlarınki.
Çiçek varsa arı bal yapabilir. Çiçek yoksa arı işsiz kalır.
Arının çiçeğe hep ihtiyacı var.
Çiçeğin arıya olan ihtiyacı ise o kadar belirgin değildir.
Arı çiçekten poleni toplamazsa doğanın dengesinde belirli bir sarsılma olacağı muhakkak ama etkileri, çiçeğin yokluğu kadar hayati olmasa gerek.
Politika çiçek, gazeteci arıdır.
Bütün gıdasını oradan toplar gazeteci ama politikaya da hep bir “tık” yukarıdan bakar.
Kendini akıllı, politikacıyı akla muhtaç birisi sanır gazeteci. O yüzden bulduğu her fırsatta ona akıl vermeye çalışır.
Sattığı akıl müşteri bulamayınca da oturur “ben bunu yazmıştım, beni dinlemediniz” diye yazar.
Gazeteciliğin tarihine bakın; yanılmış, fikirleri işe yaramamış, zaman içinde haksız çıkmış tek bir gazeteci göremezsiniz!
Gazetecinin anıları, politikacının anılarından daha çok rağbet görür. O yüzden politikacının hayatını da gazeteci yazar.
Dolayısıyla her şey sonuçta gelip gazeteciye dayanır.
*
Tepeden baktığı halde, onu zaman zaman küçümsediği halde aslında her gazetecinin gönlünde bir politika aslanı yatar.
*
Gazetecilik itibarlı, politikacılık ona göre daha az itibarlı bir iştir.
Buna rağmen birçok gazeteci politikacı olmak ister, birçok politikacı da politikada işi bittikten sonra gazeteci...
Gazeteci gazeteciyken politikacıya akıl verir, gazeteci politikacı olduktan sonra, başka bir gazeteciden akıl alır.
Hasbelkader zamanın ruhu kısa bir dönem için beni de politika denilen gayya kuyusuna sürüklediğinde, milletvekili seçildiğim partinin genel merkezinin asansöründe hukukçuluktan gelen bir bakanla karşılaştım. Gazeteciyken karşılaştığımızda bana “abi” diye hitap eder, beklemediğim kadar büyük bir hürmet gösterirdi.
Şimdi aynı partiden milletvekiliydik. Beni tebrik etti ve hemen arkasından şunları söyledi:
“Abi şimdi sen de milletvekili oldun ya... Sen de düz bir adam oldun çıktın!”
Ona göre o andan itibaren onlarla “eşitlenmiştim.”
Demek ki yazar olmak, bir politikacının gözünde yüksek bir mevkide oturmaktı.
*
Gazetecilerin hatıratlarını okuyun, Tanzimat’tan beri hemen hemen bütün hükümetleri gazeteciler kurmuş, bir çoğunun yıkılmasında gazetecilerin etkisi olmuştur.
Ortaya çıkan hemen hemen bütün fırkaların, daha sonra siyasi partilerin merkez komitelerinde mutlaka bir iki etkili gazeteci görürsünüz.
En ilginç örnek Falih Rıfkı Atay ile Refik Halit Karay’dır.
Falih Rıfkı askerliğini Cemal Paşa’nın yanında yaver olarak yapmış, sonra ittihatçıların en büyük kalemşoruolarak hem siyaset, hem de yazı hayatını sürdürmüş bir gazetecidir.
Refik Halit Karay ise İttihatçılardan nefret eden bir yazardır.
*
Çok önemli bir evrede Enver ve Cemal Paşayla birlikte ülkenin iç ve dış politikasını belirleyen üç kişiden birisi olan Talat Paşa, Dahiliye Nazırlığına gelmeden önce, Edirne ve Selanik kahvelerinde kuşaklı entari ve pamuklu hırka ile dolaşmaktan zevk alan birisiymiş. Dahiliye nazırlığında astığı astık, kestiği kestik bir döneminde, sivri dilli gazeteci Refik Halit, o “hırkalı” günlerine gönderme olsun diye, “Hırkaya alışanlar birden frak giyerlerse gülünç olurlar” diye yazdığı için beş sene İstanbul dışında, Çorum ve Ankara’da sürgün cezasına çarptırıldı.
Devran döndü. Refik Halit cezasını bitirip İstanbul’a döndü. İttihatçılar iktidardan düştü, İtilafçılar iktidara geldi. Falih Rıfkı gözden düştü, Refik Halit’in itibarı yükseldi. Hatta Birinci Damat Ferit Paşa kabinesinin üyelerini, “fırka merkezinde” Refik Halit’in de içinde yer aldığı üç kişi belirledi.
Hatıratında “kabine listesini tanzim etme”in verdiği zevki şöyle anlatır:
“Bu çok tatlı bir meşguliyettir, saatlerce azalsa keyfi azalmaz, lezzeti eksilmez, bilakis hoş bir sarhoşluk vererek insanı sardıkça sarar, açlığını unutturur, acısını dindirir, gamını dağıtır, iksir yerine geçer!”
Tıpkı 12 Mart’a giden süreçte İlhan Selçuk, Hasan Cemal ve Uğur Mumcu’nun Doğan Avcıoğlu başkanlığında bakanlar kurulunu listesini hazırlamaları gibi... Hasan Cemal hatıralarında bu süreci büyük bir cesaretle “itiraf” ettiği için, sonraki yazı yolculuğunu bir hayli rahatlamış olarak sürdürdü bugüne kadar.
*
Birçokları için gazeteci elinde sihirli bir değnek taşıyan, her istediğini yapabilen kişidir. O yüzden yüksek makamları işgal edenler, her faaliyetlerini geniş kitlelere duyuracak, günü geldiğinde arkasını kollayacak etkili bir gazeteciyi dost edinmeye özen gösterirler.
Fikir basittir asında:
Etkili bir gazeteci dostun varsa, arkan sağlam demektir!
Bir gazetede çalışırken gitmiştim askere. Deli bir bölük komutanımız vardı. Her boş bulduğunda yanına çağırır, bana düşündüğü “darbe planını” anlatırdı büyük bir ciddiyetle.
Amerikan elçiliğinde bir katip ayarlayacaktık. Katip Washington’a bildirecek, “Levent yüzbaşı ile Muhsin onbaşı bizim adamlarımızdır” diyecek, hemen ertesi gün yönetime el koyacaktık!
Bütün iş katibi ayarlamaktan ve bir gazete çıkarmaktan geçiyordu ona göre.
Darbe ertesinde gazetemiz, “Bu ne böyle ya!” manşetiyle çıkacaktı.
İki ay sonra terhis oldum ben, bölük komutanlığından alıp bir tımarhaneye kapattılar mı benim yüzbaşıyı bilmiyorum, onu orada bıraktım.
*
Talat Aydemir, İnönü tarafından af edilip evine gittiği gece Ankara gazetecilerini evine çağırıp yapmak istediği darbenin bildirisini onlara göstermeseydi, gazeteciler de onu ihbar etmeseydi, belki idam edilmeyecekti.
Ali Kemal denilen gazetecinin Damat Ferit Paşa kabinesinde Nazır olmasına, başka bir gazeteci arkadaşı Refik Halit Karay sebep oldu. Ali Kemal’in yargılanmak üzere Ankara’ya götürülürken İzmit’te “genç subaylar” tarafından kafası taşlarla parçalanarak, cesedi bir süre sokaklarda sürüklenerek, bir süre sonra Lozan görüşmelerine gitmek üzere oradan geçecek olan İnönü görsün diye istasyonda bir sehpaya asılmasına giden süreç, hiç haberi yokken Refik Halit’in onu bakan yaptırmasıyla başladı.
O günü Refik Halit “Minelbab İlelmihrab” adlı hatıratında şöyle anlatır:
Fırka yetkilisi Zeynel Abidin Efendiyle bakanlar kurulu listesini yaptıktan sonra Ali Kemal’e nazır olduğu haberini o verecek. Gazetedeki odasına girdiğinde Ali Kemal makalesini yazmakla meşgul, arkadaşının geldiğini görünce, dokunaklı bir çehreyle;
“Mirim, her gün makale yazmak çekilir bela değil” der.
“Eh,” der Refik Halit, “Allah’a dua et, artık kurtuldun... Zira nazır oldun, yarın hükümete geliyorsunuz!”
Ali Kemal şaka zanneder, şaşırır.
Peki gazete ne olacak? Onun da kolayı var. Ali Kemal kabineye girecek, Refik Halit de onun yerine “Sabah” gazetesinin başına başmuharrir olarak geçecek!
Kısa bir süre sonra Refik Halit, Posta ve Telgraf Umum Müdürü’dür. Ali Kemal ise Dahiliye Nazırı... Anadolu’da kelle koltukta milli kurtuluş savaşı örgütleyen Mustafa Kemal’in haberleşme imkanlarını bu ikili kısıtlar.
İkisi de Mustafa Kemal’e inanmıyor, girişimini İttihatçıların yeni bir “oyunu” olarak görüyordu. Ali Kemal, en sonunda bu işin cılkını çıkarır, linçe giden yolculuğu böylece başlar.
Refik Halit ise yüzelliliklerlistesine girer, ölümünden kısa bir süre önce Mustafa Kemal onu affeder, 25 yıl sonra sürgünden yurda döner.
*
Gazeteci her fırsatta “tarafsızlığını” haykırmaktan zevk alır.
Oysa tarafsız gazeteci yoktur. Gazeteciyi besleyen, büyüten, her daim ayakta tutan yegane şey, gazetecilerin tekrarlamaktan zevk aldıkları gerekçenin aksine mürekkep kokusu değil, ülke politikasına yön verme dürtüsüdür.
Birçok yeniyetme politikacı yeni mevkiini gazetecilerden, birçok gazeteci mesleğindeki yeni makamını tecrübeli politikacılardan öğrenir.
Bütün bunlara rağmen politikada başarılı olmuş çok az gazeteci-yazar vardır!
Ama politikacıların arasında Nobel Edebiyat Ödülü almış Churchill gibi politikacılara da rastladı bu alem.